Anımsadıkça içim genişler
Yazar: Raşel Rakella Asal
20. Yüzyıl edebiyatına damgasını vuran büyülü gerçekçiliğin büyük ustası Gabriel Garcia Marquez'in anılarını anlattığı "Anlatmak için Yaşamak" eserine şu sözlerle başlar:
"İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır."
Bilirsiniz, yaşlanınca, insanın bakışları içeri döner, geçmişte yaşadıklarını yeniden görmeye başlar. Anımsama bir kez başladı mı arkası gelir. Yeni şeyler hatırlanır, her konuda rasgele söylenen sözler gibi, anılar birbirine karışır. Ateşli yaşanmış bir aşk gibi bu anılar içinize işlemiş, yüreğinize yerleşmiştir bir kere.
Hikâyelerimiz düz bir çizgide ilerlemiyor; her birimiz yaşam öykülerimizin içinde yol alırken, sık sık içini yokluyor, geriye dönüyor, hatırlıyor, geçmişi yeniden irdeliyor ve bu arada bir sürü durağa uğruyoruz. Bizden önceki insanların sayısını bir düşünün... Biz, dedelerimiz, dedemizin dedesi ve bizden öncekiler, sıçrayarak gerilere giden bütün ailenin kuşakları ve çok uzaklardakiler... Bu sıralamalar böyle devam edip gider.
Bilinçaltı gibi, bellek gibi, zamanın kendisi gibi en dip tabaka yok, ilk diye bir şey yok, son diye bir şey yok, sadece tabakalar... Sadece zamanda nasıl hareket ettiğimizle, zamanın bizim yanımızdan nasıl geçip gittiğiyle, nasıl değiştiğimiz ve değişmeye devam ettiğimiz ve aynı yere geri dönmeyeceğimizle ilgili bilgiler var elimizin altında, o kadar.
Günler, haftalar, derken, yaz farkına varmadan geçip gitti. Bu süre bana her nedense çok kısa geldi; ama aslına bakılırsa, üç ayın duyguları, heyecanları, mutluluğu bütün bir ömre değerdi. Kitap okuyor, denize giriyor, müzikle, torunlarımla ilgilenerek geçiriyordum vaktimi. Torunlarımla ve ailemle birlikte olmak bana mutluluk veriyor, beni tüm evrenin üstündeymişim gibi bir hisle yüceltiyor.
1960'lı yıllar
Birbirini sevip sayarak yaşamış olan anneannemle dedemin ömür tükettiği bir yerdi Çeşme'deki evim. Onlarla geçirdiğim zaman diliminin çok özel bir yeri vardır bende. Her köşeye güzel, onur duyulacak aile anılarının kokusu sinmiştir; bunlar, eve girer girmez, benim de anılarım oluverir. Bizleri koruyan, üzerimize kol kanat geren büyüklerimizdiler. Yaz-kış demeden erkenden kalkarlardı; öyle ki, uyandığımda onları kahvaltılarını yapmış, günlük işlerine başlamış bulurdum. Bana koruyucu bir sevgiyle bakarlar, onlardan her istediğimi özel bir kıvançla yaparlardı. Öğle ve akşam yemeklerini hep birlikte yerdik. Bazen büyükler arasında tartışmalar, şakalaşmalar olurdu. Bu takılmaları, tartışmaları pek çok severdim, çünkü onları birbirine bağlayan güçlü sevgi böylece daha iyi ortaya çıkardı.
Onların gençliklerinde tango modaydı. Danslarda, düğünlerde hep tango çalar ve boyuna çaylar düzenlenirdi. Tüm dost, akraba, komşu çalan müziğe kuş gibi kendini bırakır, sıcacık duyguların bedenlerinden içeri aktığını hisseder, tangoların bitmemesi, nağmelerin birbirini sürüp götürmesi için dua ederdi. Müzik biter bitmez üzerlerine bir mahzunluk çöker, gönülsüz yerlerini alırlardı. Ben de bu sahnelerin seyircisi olarak onlar kadar haz aldığımı anımsıyorum.
2000'li yıllar
Annemin son yıllarını Çeşme'deki evimde beraber geçirdik. Annem tam manasıyla bir kitap kurduydu. Bunu hep hatırlayacağım. Elinde bir kitap veya gazeteyle yatağına gömülür, her şeyden kopardı. Onun kitap okurken görseniz kitap okuma keyfinin ne olduğunu anlardınız. Öyle ki, o mekânın yaydığı huzurun o da bir parçası olurdu. Hayatında kitapların hayran olunası türden bir ağırlığı ve kıymeti vardı. Kitaplarda, kitaplarla birlikte yaşarken kendi dünyasının ötesinde, başka dünyaların olduğunu fark etmişti.
Annemle kitaplardan konuşurduk, ya da gördüğümüz bir film hakkında... İnsanı insan yapan her şeyi sorgulardık... sonra geri kalan diğer sahneler var: Annem daima, benim vaktimi nasıl geçirdiğimi, niçin o gün gezmeye gitmeyip evde oturduğumu merak ediyor, annem beni yeni arkadaşlar bulmaya teşvik ediyor; kitaplar ve yazmak arasında geçirdiğim kocaman zamanımı kimi günler anlamakta zorlandı ama sonraları alıştı bu duruma. "Kimse bir ada değildir, kendini başkalarına kapatamazsın, insanın insana ihtiyacı vardır..." gibi sözleri bir müddet sonra kesildi.
O noktada keşfedebildiğim tek şey, yollarımızın birbirinden ne kadar uzak düştüğüydü. Sonraları annem bana alıştı, o kadar ki, onun yanında fazla kalsam "Haydi artık çalışmalarına geri dön" diyecek kadar. Nihayet ikimiz de birden fark ediyorduk, o, benim hiç olmadığım ve ben o olduğumda, o benim arkadaşım, dostum, sırdaşım, annem, kendimdi ve sonsuza dek, hep öyle kalacaktık. Ve aramızda hiçbir şey söylenmediği halde, daha çok doğrulanmıştı bu. Anne kızdık. Ve bu ayrıcalık sadece bir kez verilmişti bize.
Başka sahneler de var: Yaz mevsimindeki beraberliğimiz. Yemek sonrası sessizlik; kimimiz uyukluyor, kimimiz çalışıyor, tüm dünya suskun. Cennet gibi saatlerdir Çeşme öğleden sonraları. En çok sevdiğim saatlerdir. Çeşme'ye adım attık mı, sanki ayağımız yerden kesilir. Her şeyi unutmuş da bir başka dünyanın içinde yaşadığımızdan çok daha güzel bir dünyanın kapısından içeri ayak atmış oluruz. Kuşlar, ağustos böcekleri, bahçe, kümeler halinde çiçekler, sarmaşıklar... hepsi güneşin altında, neşeli bir şekilde toplanmış... hafif bir esintinin ağaçların arasında hışırdaması, sıcak güneşli bir günün üzerine hafif bir keten şal gibi çöken sessizlik... hepsi de yazın keyiflerindendir.
2008'li yıllar
Derken yıllar geçti. Bu kez sahnede torunlar başköşeyi kaptılar. Onlarla geziye çıkışlar, denize girişler, kovalamacalar... Sıcakların ansızın bastırması ile herkes yüzüyor, bağırıp çağırıyor, gülüp eğleniyor. Torunlarla birlikte ben de bir tüy gibi kalkıp sağa sola savruluyorum. Şimdiye kadar içimde adeta benden saklı filizlenip yeşermiş bir çocukluk özlemi tüm çıplaklığı ile canlanıyor. Ben de yerinde duramayan, ikide bir çığlıklar atan, ordan oraya koşup evin altını üstüne getiren bir şımarık kız çocuğuna dönüşüveriyorum. Çocukluk ne güzel!
2019 Sonbahar
Okullar açılması ile torunlar anne babalarıyla İzmir'e döndüler. Onların gidişinden sonra bir sessizlik çöktü ortalığa, çevremde her şey suskunlaştı. Bahçede yalnız başıma oturduğum bir akşam vakti, bir kuş, önce kesik kesik, kararsız bir sesle, sonra giderek bahçeyi dolduran bir şakımayla gece ötüşüne başladı. Bir başkası, uzaktan uzağa ona yanıt verdi. Bir yaprak hafifçe hışırdayarak sallandı, terasın tentesi kıpırdandı, hoş bir çiçek kokusu dalga dalga yayılarak çevreyi doldurdu. Güz mevsimi uzaktan göz kırpıyordu. Yaz bitmişti, güz mevsimi hâkimiyetini kurmaya hazırlanıyordu.
Kısa bir müddet sonra yollar hışırdayan yapraklarla örtülecek. Ayazdan buruşmuş, seyrek yapraklı üvez salkımları, dallarında kızarık kızarık duracak. Çiçekler kurumuş olacak. Serin sabahın çiyi otların sararan yeşili üzerinde ışıl ışıl parlayacak. Sonbaharın sonsuz enginliğini, renkliliğini, çıplaklığını ilk kez görüyor gibi heyecanla ürpereceğim.
Anılarım, umutlarım, mutluluğum görkemli, hoş bir duygu halinde iç içe geçmişti. Anımsadıkça içim açıldı, genişledi. Sevinç, haz, ferahlık duygularıyla insanlığa karşı bir güven duygusu varlığımda filizlenip boy verdi. Bir sürü proje, bir sürü tasarı, geleceğe ilişkin bir sürü umut saçılıp döküldü ortaya. Yaşamak ne güzel! dedim kendi kendime. Yaşamak çok güzel diye yineledim.
Yaz bitti.