Düşünce yapısı - 17
Yazar: Oğuz Adanır
Dünya insana kimi zaman çok can sıkıcı çoğu zamansa olağanüstü ilgi çekici bir yer olarak görünüyor. Dünya toplumlarının zaman içinde yaşadıkları serüven kimi zaman birbirinden değişik gibi görünse de çoğu zaman birbirine benziyor. Örneğin, çağının gerisinde kalanlar konusunda hemen her zaman ve her yerde benzer süreçlerle karşılaşıyoruz. Örneğin, dünyanın kendi sınırlarıyla başlayıp bittiğine inanan Roma Doğu'da Bizans İmparatorluğu, Batı'da kilise iktidarı, prenslikler, krallıkların ortaya çıkmaya başlamasıyla çağdışı bir düzene dönüşerek tasfiye olup gitmiştir. Roma kendine duyduğu sınırsız güven, sahip olduğu yıkılmazlık duygusu vs sonucu çağın değiştiğini, dünyanın kendine başka yön ya da yönlerde bir çıkış yolu aradığını hissedip, kavrayamadığı için zamanla dünya haritasından silinmiş ve onun egemenliği altında görünen yerler başka isimler ve güçlerle anılmaya başlanmıştır.
Mısırlılar, Antik Yunan kentleri, devrim öncesi Fransız monarşisi, "güneşin üstünde batmadığı" İngiliz İmparatorluğu, Şogunlar Japonyası, Cumhuriyet öncesi Çin ve Osmanlı İmparatorluğu çağın değiştiğini, içinde yaşadıkları dünyanın koşullarında bir takım önemli değişiklikler olduğunu anlayamayacak kadar burnu büyük, kibirli ve yeterli bir bilgi birikimine sahip olmayan insanlar tarafından yönetildiklerinden tarih sayfalarının arasına karışıp giderek yerlerini o varlığını fark edemedikleri düzen ya da oluşumlara bırakmışlardır.
Toplumları yöneten sıradan insanlar çoğu kez içinde yaşadıkları çağı ve koşulları anlama konusunda yetersiz kalmışlardır. Ancak sıra dışı liderler çağı, sunduğu koşulları ve dünyayı anlayabilme yeteneğine sahip olduklarından ülkelerinin çağ atlamasına öncülük edebilmişlerdir. Böyle liderlere nadiren sahip olabilen halklar sağduyuları ya da bilinç düzeyleri sayesinde onları izleme bilgeliğini gösterdikleri her yerde kısa sürede çok önemli bir yol kat etmişlerdir.
Oysa yığınların çağdışı bir konuma sürüklenmelerinde, koşullar ne kadar önemli olursa olsun, en büyük pay yine toplumlara aittir. Zira genellikle kendilerine yakın hissettikleri lider ya da liderlerin peşine takılan halklar bu liderlerin de dünyayı kendilerinden daha iyi tanıyıp, bilmediklerini ancak iş işten geçtikten sonra fark ederler. O süre içinde hem kendilerinin, hem gelecek kuşakların hem de ülkenin gelişmesini engelleyip, geciktirdiklerini düşünmek gibi bir zahmete katlanmazlar.
Kimi zamansa gelişme ve olgunlaşma sürecini tamamlamamış demokrasilerde halkın çoğunluğu değil, oy çokluğuyla başa geçen kibirli yönetimler ve onları destekleyen kibirli kitleler muhalif alternatif görüşlere oy verenler üstünde baskı kurma, aşağılama, vs yöntemlere başvurarak onları görüş değiştirmeye, sindirmeye çalışırlar. Zamanın kendi zamanları olduğunu, bu dönemde kendi borularının öttüğünü ileri sürüp çağ, evrensel ve bölgesel konjonktür gibi olguları unuturlar.
Bunlar cin gibi çocukları ve gençleri çağdışı yöntemler ve kurallara başvurmaya zorlayarak geleceği kendilerince biçimlendirebileceklerini sanırlar. Oysa onların anlayamadığı daha doğrusu kavrayamadığı çağı yalnızca gördükleri ve yaşadıklarından yola çıkarak kavrayan gençler üstlerinde kurulmaya çalışılan baskıya aldırış etmeden geleceğe uygun bir yönetim anlayışının oluşmasına da bilmeden katkıda bulunurlar.
Tarihteki örneklerden de anlaşıldığı üzere çağdışı bir görünüme sahip olan yönetimler ve halklar çağdışı bir yönetim ve halk oldukları gerçeğini kabullenmeyi genellikle yadsırlar. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı öncesinin Almanya ve İtalya'sında halklar yanlış liderler peşinde olmadıkları inancındaydılar. Tarih ve dünya bu halklara nasıl bir yanılgı içine düştüklerini çok acı bir şekilde gösterdi. Bu gibi durumların dışında yalnızca o sıra dışı liderler ve aydınlar içinde bulundukları gerçek durumu kendilerine anlatmayı başardığında o halklar sağduyu ve içgüdülerine boyun eğerek fikir değiştirebilirler.
Bir ülkede çağdışı bir şekilde yönetildiklerine inanan çağdaş ahlaki değerlere sahip insanlar bu yönetimin çağdışı uygulamalarını, düşüncelerini bıkıp usanmadan tüm yanlış ve yanılgılarıyla olabildiğince geniş kitlelere iletmenin yanı sıra çağdaş alternatif yönetim biçim ya da biçimlerini de sunmak, tartışmak durumundadırlar. Çünkü sundukları alternatiflerin mevcut çağdışı yönetim kadar çağdışı olup olmadığından emin olmalıdırlar. Biz öyle diyorsak öyledir tavrı mevcut çağdışı yönetimle aynı görünüme sahip olacağından böyle bir muhalefete özgü alternatif yönetim biçimlerinin çağdaş olarak kabul görmesi çok zor hatta olanaksızdır.
Demokratik kuralların az çok geçerli olduğu ülkelerde gerçekten yeni ve çağdaş bir yönetim biçimi ancak geniş kitlelerin bu tartışmalara katılmaları ve ortaya çıkan sonucu onaylamalarıyla mümkün olabilir. Ancak üst düzey bir bilgi birikimine sahip, dünyaya çok geniş bir pencereden bakabilen liderler, politikacılar ve aydınlar kimi zaman bu konuları can sıkıcı bulan ve çok düşünmeden onaylayan halkı uyarıp ona göremediklerini ve düşünemediklerini uygun bir dille gösterip doğru yönde ilerlemeye çağırabilir.
Muhalif görünen aydınların da içinde yaşadıklara çağa ve geleceğe en az iktidardakiler kadar büyük at gözlükleriyle baktıkları ülkelerde toplumların kısır bir döngü içine girdikleri görülmektedir. Çağdaş bir iktidar değil yalnızca iktidar olmayı hedefleyen insanların ülkeyi daha üst bir düzeye çıkarıp halkı daha mutlu etmek gibi bir amaçları olmadığı da söylenebilir. Böyle bir ülkede önemli olan yönetimin yeni bir partiden çok çağdaş bir yeni yönetim anlayışına sahip insanların eline geçmesidir. Aksi takdirde değişiklik yalnızca yönetim düzeyinde kalacağından yönetilenlerin durumunda radikal değişiklikler beklemek pek akılcı olmayacaktır.