Ho Amca 2017-10-09 00:00:00
Yazar: Kemali Bülent Edalı
Bütün gece aralıksız olarak yağan kar, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yerini güneyden esen hafif şiddetli rüzgârında etkisiyle soğuk bir havaya bırakmıştı. Bahçedeki hemen hemen aynı boyda olan, çam ve sedir ağaçlarının dışındaki bütün ağaçlar yapraklarını çoktan dökmüş, dallarında duran bir kaç karganın arada bir çıkardığı sesten başka ses yoktu. Biraz ileride kara bir kedi, bir çam ağacının gövdesinin arkasında pusuya yatmış, nerede ise nefes almadan kargaları izliyordu.
Öğle saatlerinde ise durum sabahkinden çok daha farklı idi. Bahçede cayır cayır yanan ters dönmüş 1968 model siyah bir Cadillac araba ve etrafında, ellerini yumruk yapıp havaya kaldırmış yüzden fazla öğrenci, bağıra bağıra sloganlar atıyordu: "Bağımsız Türkiye", "Tek yol devrim", "Kahrolsun faşizm"...
Her şey bir kaç saat içinde olmuştu. Öğrenciler, bahçe kapısının önüne gelen itfaiye araçlarının içeri girmesine de engel olmuştu. Patlamanın çıkardığı gürültüyle kargalar uçup olay yerinden uzaklaşmış, kara kedi ise can havliyle, arkasına saklandığı ağaca tırmanıp, bir dalın arkasından korkulu gözlerle bahçedeki yanan arabayı ve yeşil parka giymiş gençleri seyrediyordu.
O sırada, Rektör Kemal Kurdaş'ın tersine, yaklaşık iki ay önce Vietnam'dan Türkiye'ye atanan, ABD Büyükelçisi Robert Komer, ellerini arkasına bağlamış, ayakta, rektörün odasının penceresinden, soğukkanlılıkla, yanan arabasından yükselen dumanlara bakıyor, slogan atan öğrencileri izliyordu. Rektör ise, büyükelçiden devamlı özür diliyor, odadaki öğretim üyelerine polisi, jandarmayı aramalarını söylüyordu.
Biraz sonra, dışarıdaki kalabalık öğrenci grubu, rektörün ikinci kattaki odasına doğru dönüp, hep bir ağızdan aşağıdaki marşı söylemeye başladılar: "Ho Ho, Ho Chi Minh, iki üç, daha fazla Vietnam, Ernesto'ya bin Selam"... (6 Ocak 1969)
***
Atatürk doğduktan dokuz yıl sonra, aynı gün, o tarihlerde Fransız sömürgesi olan Güney Çin Hindi'nde de bir devrimci dünyaya geldi. 19 Mayıs 1890. Aslında, ikisinin de doğduğu gün tam olarak bilinmiyordu. Ama ikisi de daha sonradan nüfus cüzdanlarına 19 Mayıs yazdırdılar.
İkisi de bütün ömürlerini uluslarının bağımsızlığına adıyorlar. Biri emperyalistlere karşı "kurtuluş savaşı"nı kazandıktan sonra, "kuruluş Savaşı"nı başlatıyor, halkının refahı için devrimler yapıyor, diğeri Fransız, Japon, Çin, ingiliz ve Amerikalılar'la savaşıyor. Emperyalistler halkını ikiye bölüyor (1954). Yılmıyor. Ama ömrü yetmiyor (1969), Halkı mücadeleden vaz geçmiyor. Tam 20 yıl sürüyor savaş. (1955 - 1975)
"Her zaman bizim dağlarımız,
Bizim nehirlerimiz,
Bizim insanlarımız var olacak,
Amerikan istilacıları yenilecek,
Yeni baştan kuracağız ülkemizi,
Bin defa daha güzel."
Hiç bir şey bağımsızlık ve özgürlükten daha değerli olamaz."
Küçük, üst katta bir çalışma, bir de yatak odası olarak kullanılan, ahşap, iki katlı evinin alt katında, karargah olarak kullandığı, üç tarafı açık salonun, ortasındaki küçük ahşap masanın bir ucunda; ülkesinden ayrıldıktan tam 30 yıl sonra geri dönen, sade giyimli, ince, uzun, seyrek sakallı, ufak tefek adam, Ho Chi Minh (asıl adı; Nguyen Al Thanh) vardı. Karşısında, Fransızlarla yapılan ve dokuz yıl süren savaşı, Dien Bien Phu saldırısıyla (1954) sonlandıran, Vien-Minh'in komutanı efsanevi General Vo Nguyen Giap ve her iki kenarındaki altı generalle birlikte oturmuş, Amerikalılar ile yapılan savaşta nasıl bir strateji izleyeceklerini konuşuyorlardı.
"... hayır, ülkemizi kaybetmekten ve köleleşmektense, her şeyimizi feda ederiz. En ağır yoksulluğa, en büyük acılara katlanmak zorunda kalsak da her fedakarlığı yapmaya hazırız. Zafer kesinlikle bizim olacak."
Mustafa Kemal, 1911 yılının son aylarından, 1912 yılının son aylarına kadar Trablusgarp Derne'de bir kaç gönüllü Osmanlı subayıyla birlikte, halkı italyan işgaline karşı örgütlerken, Ho Chi Minh de 20'li yaşlarının başında, bir Fransız gemisinde, bulaşıkçılık, aşçılık, miçoluk yaparak Akdeniz ve Afrikadaki Fransız sömürgeleri ile Asya'da, Latin Amerika'da bir çok ülkeye gitmişti. Birinci Dünya Savaşı'nda Paris'e gelmiş, çeşitli işlerde çalışırken, siyasi faaliyetlerde bulunarak, başta ülkesi Vietnam olmak üzere, ezilen, sömürülen tüm halkların bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadele ediyordu.
Ölmeden önce, "Hayatım boyunca, bütün gücümle, içten, gönülden, ülkem için, devrim için ve halkım için çalıştım. Eğer ki bu uğurda ölmem gerekliyse, gönül rahatlığıyla mezara giderim, isterdim ki, bu çalışmalarımı sürdüreyim, fakat hayatım müsait olmadı buna. Bu yüzden gönlüm rahat değil. Eğer bütün haklara zafer verseydim, sevinçli giderdim" demişti.
Vietnamlılar'ın Ho Amca'sı, öldüğünde yakılmasını ve küllerinin üç küpe konularak, ülkenin kuzey, orta ve güney bölgelerindeki tepelerin doruklarına gömülmesini vasiyet etmesine rağmen, öldükten sonra dava arkadaşları tarafından "Vietnamlılar'ın, görsel bir sembol de olsa ona ihtiyaçları var" gerekçesiyle Sovyet uzmanlara mumyalatılarak, başkent Hanoi'de ağaçların arasındaki ahşap evinin yanında, Anıtkabir'e benzer bir şekilde yapılan Anıt Mezar'a konuldu.
Bir tarafında onlarca direk üzerine, ortasında, sarı renkte, emeği simgeleyen, orak/çekiçli, diğer tarafında ortasında sarı bir yıldız olan kırmızı bayraklar dalgalanan Anıt Mezar günün belirli saatlerinde açık. Anıt Mezar'ı, Vietnamlılar ve turistler, açıkta, katafalkta, uyur vaziyette bir yatakta yatan Ho Amca'yı ziyaret edip saygılarını sunuyorlar.
26 Åžubat 2016, istanbul