Düşünce yapısı 13
Yazar: Oğuz Adanır
Hiçlik, bir hiç olmak konusuyla ilk kez ergenlik, ilk gençlik yıllarımda ilgilendiğimi sanıyorum. Bunun Nietzsche okumakla mı yoksa lisede yaklaşık iki yıl yan yana oturduğum, her gün dolmuş ile Urla'dan gelip giden sıra arkadaşımı bir trafik kazasında yitirmekle mi, yoksa her ikisi ve daha başka şeylerle ilgili mi olduğunu bilemiyorum.
Bu metafizik niteliklere sahip kavramla nasıl tanıştım onu da anımsamıyorum, ancak düşüncenin içeriğine dair çok net veriler var. Hiç olmayı öğrenmek, hiç olmayı kabul etmek hiç de kolay bir iş değil. O çocukluk ve gençlik yıllarında örneğin şu türden karşılaştırmalar yapıyordum. Bizim bildiğimiz güneş sistemiyle bir varlık olarak fiziksel bedenimi karşılaştırdığımda varla yok arası bir büyüklüğe sahip olduğumu kavramakla birlikte bu düşünceyi kabul etmekte zorlanıyor, bu evrende en azından bir toplu iğne başı kadar bir yer işgal edeyim diyordum. Bilinmeyen ve milyar ışık yılıyla ölçülen sonsuz, sınırsız evren konusuna ise hiç girmemeyi yeğliyordum. Zira o zaman üstünde yaşadığımız şu yaşlı dünyanın bile bir iğne başı büyüklüğüne sahip olup olamayacağını bilemiyordum. Yeryüzünün varla yok arası bir konumda bulunduğu bir kâinatta insan olarak bizim ne kadar zavallı, güçsüz, anlamsız varlıklar olduğumuz ortaya çıkıyordu. Bu noktadan tasavvuf düşüncesine bir adımlık mesafe vardı ama hiçbir zaman o yola kaymadım.
Arkadaşımı yitirdikten sonra yaşamla ölüm arasındaki çizginin ne kadar ince, belli belirsiz olduğunu anladım. Birer hiç olduğumuzu, yaşama birer hiç olduğumuzu anlamakla başlamak gerektiğini düşünmeye başladım. Çünkü bir hiç olmayı kabul edince insanın yaşama dört elle sarılarak bir şeyler yapmaya çabalaması görece daha kolay oluyor. Oysa insanlar için bir hiç olmayı kabul etmek son derece zor, imkânsız denecek türden bir duygu. Bir hiç olmayı öğrenmek zaman alıyor, disiplin, çaba, özveri gerektiriyor. Öyle hemen aklınıza eser esmez bir hiç olamazsınız. Bunun üzerine kafa yormak zorundasınız, başka bir deyişle nasıl bir hiç olmak istiyorsunuz?
Zira bir hiç olmak hiçbir işe yaramamak, anlamsız ve içerikten yoksun bir yaşam sürdürmek değildir. Dünyada çok sayıda yararlı hiç vardır hatta dünyaya en yararlı insanlar bilinçli bir şekilde bir hiç olduğunu bilenler arasından çıkabilir. Örneğin, üretken, aktif bir hiç mi yoksa yalnızca tüketen pasif, zararlı bir hiç mi olmak istiyorsunuz? Çünkü hiçliğin değişik türleri vardır, öyle olması gerekir.
Hiç olmayı kabul edebildiğiniz takdirde hiç olmayı kabul etmeyen insanların dünyası ironik bir görünüme sahip oluyor. Örneğin, para kavramını çok komik bulmaya başlıyorsunuz. Tüm dünyada yaşayan insanların neden kendilerinden geçmiş bir halde kâğıt ve metal parçaları peşinde koştuklarını soruyorsunuz, özellikle de en çok para sahibi olanların. İnsanlığın uygarlaşmasından, aklından, zekâsından dem vurup duran bizler bu kadar çalışıp çabalayıp uygarlaştıktan sonra bu uygarlığın merkezine para denilen şeyi koymuşsak çok da zeki canlılar olmadığımızı kabul etmek durumundayız. Her şeyi belirleyen kavram paraysa bu insanlığın henüz doğru yolu bulamadığını ve yapması gereken çok iş, alması gereken uzun bir yol olduğunu gösterir.
Bir hiç olmayı kabul etmeyen, edemeyen insanların dünyasında kimilerinin kendini kral, imparator, şah, sultan, milyarder iş adamı, vs neredeyse birer küçük tanrı sandıklarını ve adlarını tarihe öyle yazdırmaya çalıştıklarını görürsünüz. Bunlar zengin ve güçlü olmayı insan olmaya yeğleyen insanlık dışı varlıklar, büyük zararlı hiçler olarak nitelendirilebilir. Doğal olarak istisnalar kaideyi bozmaz.
Bu bağlamda akıl dışı (irasyonel) düşünceye boyun eğen ilkel çağların insanlık anlayışıyla artık modern, akılcı (rasyonel) düşünceye boyun eğen insanlığı birbirinden ayırmak ve öyle değerlendirmek gerekir. Zira ilkel dünyanın düşünce yapısına aklın değil duyguların egemen olması başka bir insanlık anlayışının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bizim içinde yaşadığımız dünya ise yaklaşık iki yüz elli yıl önce Batı Avrupa'da ortaya çıkan modern akılcı düşüncenin ürettiği kurallara boyun eğiyor. Doğal olarak bu boyun eğme ülkeden ülkeye büyük değişiklikler gösterebiliyor. Buna karşın paranın modern bir şekilde kullanımı herkes tarafından kabul edilmiş görünüyor. Bu da o kadar insani kavram ve değer varken dönüp dolaşıp ruhu ve bedeniyle paraya teslim olan insanlığın zekâ düzeyini bir kez daha ortaya koyuyor.
Bir hiç olmayı kabul edemeyen insanlar dünyasında diğer insanları yönetebileceğini, onların yaşantısına müdahale edebileceğini, onlara istediklerini yaptırabileceklerini sanan, kendilerini tüm diğerlerinden üstün gören kimi zavallılar var. Tarihin çöplükleri bunlarla dolu. Yine gençlik yıllarından aklımda kalan bir söz var W. Reich'a ait. Yaklaşık olarak şöyle diyordu: Büyük adamlar ne zaman küçüldüklerini bilir, oysa kendini büyük sanan küçük adamın böyle bir şansı yok. Politika hiçliğin en yoğun şekilde yaşandığı alanlardan biridir. Bu alanla ilgilenen insanlar bir hiç olmakla her şeye hâkim olma illüzyonu arasında gidip geldiklerini bilseler bile çoğu kez bunu görmezden gelirler. Politikacılar hiç kuşkusuz yararlı hiçlikle zararlı hiçlik arasında sıkışıp kalan insanlardır.
Günümüz futbol, pop müzik, sanat vs dünyası da bu türden insanlar ve illüzyonlarla doludur. Toplumlar bu insanları bir süreliğine baş tacı ettikten sonra hoşlarına giden bir yenisini bulur bulmaz onları sırtlarından atıp anında unuturlar. Bunun bir nedeni yoktur. Ünlü bir modern düşünür konuyla ilgili aşağı yukarı şöyle bir şey söylüyor: "İnsanlar ne istediklerini bilmez ancak bunu yüzlerine vurduğunuzda tepki gösterip ne istediklerini biliyormuş gibi davranırlar."
Dolayısıyla politika dünyası elden geldiğince toplumların bu ve diğer zaaflarından yararlanmaya çalışır. Politikacılar insanlara ne yapmaları, ne düşünmeleri, ne istemeleri, vs gerektiği konusunda biraz ısrarcı davranırlarsa ve zamanlama yanlışsa tepe taklak olup gidebilirler. Buna karşın toplumlar gitme zamanı geldiği halde sözcüğün gerçek anlamında hiçleşeceğini düşünüp gitmemekte direnen politikacıları büyük bir keyifle alaşağı edebilir. Hiçleşmeyi kabul etmeyen bir politikacı sözcüğün gerçek anlamında bir politikacı olamaz. Yine hiçleşmeyi kabul etmeyen politikacı toplumların yaşantısına kolay kolay olumlu katkılarda bulunamaz.
Aklı başında hiçbir politikacı kendini içinde yaşadığı toplumun bireylerinden daha üstün bir konumda görmez ve kendini bu konuma oturtmaz. Zaten toplumlar Gustave Le Bon'un deyişiyle genellikle kendilerinden daha akıllı, zeki politikacılardan hoşlanmaz. Kendini toplumun üstünde gören ve bunu açıkça ifade eden birilerineyse nadiren tahammül eder. Böyle bir şey yapan politikacı aradaki bağı kopartacağından toplum kendinden kopan birini yönetimde tutmak istemeyebilir. Başka bir deyişle toplumlar nasıl ve nedeni bilinmeyen bir noktaya kadar politikacıların kendilerine meydan okumasından hoşlanabilir hatta onları kendilerine karşı meydan okumaya kışkırtabilir. Ardından politikacıların bu meydan okumalarına daha büyük bir meydan okumayla yanıt verip ülke yönetimini onlara teslim edebilir, ama bu işi çoğu zaman onların beceriksizlikleriyle dalga geçmek amacıyla yapabildiği de unutulmamalıdır. Bundan da büyük bir keyif alırlar. Politikacıların konuyu yanlış anlayıp kendilerini toplumun sahibi, insanları kendilerine kul, köle olmuş varlıklar olarak görmeye ve bu şekilde davranmaya başlamaları yine nedensiz bir şekilde sonlarını getirebilir. Bir süre bu türden politikacıların gerçek niyetlerini anlamaya çalışıp, oyalandıktan sonra toplumlar o noktada tıpkı oyuncağından canı sıkılarak onu kıran, parçalayan küçük bir çocuk gibi politikacıları bir hiçe indirgeyebilir ve tarihin çöplüğüne gönderip sonsuza dek unutabilir. Bunlar sanki o ülkede hiç var olmamış, hiç yöneticilik yapmamış ve bu dünyada hiçbir iz bırakmadan gitmiş varlıklara dönüşürler. Politikacılar açısından en kötü sonlardan biri budur. Dolayısıyla politikacılar hiçlik konusunu derinlemesine kavramadan politikaya atılmamalı, politika yapmamalıdırlar.