İyi yıllar ve iyi şanslar
Yazar: AyÅŸe BaÅŸak Kaban
"Çocukken buralar hep dutluktu" diye söze başlamayı çok isterdim, ama ben çocukken yaşadığım alan (İzmir - Bostanlı) hep bataklıktı. Evin ardının yüz - yüz elli metre ötesi moloz yığınları ile kaplıydı. Molozların arkası ise deniz, lakin denize kavuşmak için vıcık vıcık azmağı aşmanız gerekirdi. Oraya gitmemiz yasaktı. Zaten gidip ne yapacaktık ki, bomboş, sevimsiz bir alan. Evin önünden sol yöne elli metre yürüdüğünüzde ise gerçek bir bataklık vardı; sazlıklarla başlayan, kamışları olan. O bataklık aklımda hep Linda'nın şişmiş cesedi ile kaldı. Linda komşumuzun köpeğiydi. Severlerdi onu, ama şimdi nedenini hatırlamadığım ölümü sonrasında oraya atıvermişlerdi bedenini. Oysa her yer bahçeydi, gömmemiş olmaları çok tuhaftı, üzücüydü.
Üzücüydü, ama çocuk merakı işte, her gün gidip, yüksek bir yerden köpeğin cesedine bakardık; orada duruyor mu diye... Ve belki bir timsah görürüz umuduyla... Elbette timsah gelmedi ama Linda'nın cesedi her gün biraz daha şişti, şişti... Sonunda olacakları merak etmeme rağmen daha sonraki günlerde onu ziyarete gitmedim. Ürktüm. Sanırım karşılaşacağım korkunç manzarayı az çok tahmin etmiştim. Ön taraftaki bataklığa son gidişim böyle oldu.
Bir zaman sonra arka taraftaki azmağın yakınlarına gitmeye başladık. Çünkü sevimsiz, ruhsuz yerin en ucundaki küçük bir alana eve en yakın çocuk parkı yapıldı. Her gün büyük bir heyecanla iki salıncak, bir kaydırak, bir tahterevalliden oluşan parka gittik. Her gün...
Uzaktı. En azından çocuk adımlarıyla uzaktı. Aylardan bahardı veya yaz başı... Tam olarak anımsamıyorum, ama üzerimde Sümerbank'tan alınmış; kırmızı beyaz çizgili şort, bluz takımı vardı. İkinci giyişim falandı, özen gösterilmesi, kirletmemeye dikkat edilmesi gereken bir kıyafetti. O zamanlar, her aklına estiğinde kıyafet almak delilikti, fuzuli masraftı, zaten ucuz diye bir şey yoktu. Ben, kardeşim ve mahalle arkadaşlarımdan ikisi ile beraber koşar adım parka gittik. Her birimiz bir oyuncakta kendi dünyalarımızda uzun süre oynadık. Sonra sonra küçük tuvaletim geldi. Önce çok umursamadım, sallanmaya devam ettim ama namussuz sıvı baskısını sürdürmeye, zorlamaya devam etti. Eve gidip, ihtiyacı giderip, geri dönmek çok uzun bir zamandı. Kaldı ki, kardeşimi de yanımda sürüklemem gerekiyordu. Onu orada yalnız bırakamazdım. Şöyle bir etrafa bakındım. Elli metre kadar ileride, deniz sınırında boylu boyunca küçük bir tepe... Tepenin ardına geçip, çömelirsem... Kimsenin beni görmesi mümkün değil...
Öyle yaptım. Koşar adım gittim, tepeyi aştım, çatlamış toprağa adımımı atıverdim... Atmamla beraber belime kadar batağın içindeydim. Önce panikle küçük tepeye doğru bir iki adım atmayı denedim, ayağımın altı boşluk... Sanki yer çekimsiz bir ortamdayım da attığım adımın kıymeti yok. Ama varmış, her iki adım sonrası göğsüme kadar saplandım olduğum yere.
Pazar sabahları izlediğimiz kovboy filmlerinden mi aklımda kalmış yoksa Küçük Ev'deki bir sahneden mi bilemiyorum, ama bataklığa batınca kıpırdamamak gerektiğini anımsayıverdim. Öyle kalakaldım. Kesin olarak hatırladığım tek şey önce keskin bir korkunun başımdan aşağıya doğru inişiydi. Orada batacaktım ve beni kimse bulamayacaktı. Bağırsam sesimi kimse duymayacaktı. Sümerbank kıyafetlerim batmıştı ki bunu tam olarak ne zaman düşündüm bilmiyorum. Sonra kıyıda kupkuru bir dal gördüm. Fazla yakın değildi, fazla güçlü görünmüyordu, kökü var mıydı yok muydu, bilmiyordum. Ama kurtuluşum oydu. Üzerinde kurumuş tek bir tomurcuğu olan boz renkli bir dal... Bir ağacın kökü de olabilirdi, kopup gitmiş bir çiçeğin köksüz dalı da... Tek hamle şansım vardı, tek zıplayış, tek uzanış...
Yapabilirdim, yapmaktan başka da bir şansım yoktu. Kollarımı yavaşça, sakin bir şekilde, bataklığı ürkütmeden havaya kaldırdım ve tüm gücümle o kuru şeye doğru atladım, zıpladım. Gözlerimi hiç kapamadım ve onu yakaladım, bırakmadım. Kendimi ona doğru çektim. Veya o beni kendisine doğru çekiverdi.
Toprağa kavuştum. Küçük tepeyi tırmanıp, çocuk bahçesine doğru omuzlarına kadar boka batmış bir halde koştum. Ayaklarım, dizlerim, çenem titriyordu, ama güvendeydim, mutluydum, huzurluydum, yaşıyordum.
Korkum, bataklığa karıştı.
***
Son zamanlarda bu anımı sık sık hatırlar oldum.
Umut, o kuru dal parçasıydı...
Hayatımızda giderek kuruyan, kökü zayıflayan, varlığını neredeyse unuttuğumuz şey umut... Umudun ardı barış... Her ikisine de sımsıkı sarılalım. Kuru, zayıf, çelimsiz göründüklerine bakmayın... Onların ardında hayat var, parka doğru koşan bir çocuğun gözleri var...
Herkes için iyi bir yıl olsun...
İyi şanslar Türkiye...