Düşünce yapısı 8
Yazar: Oğuz Adanır
Halit Ziya: "Lui Ramber, İsviçre?nin pek tanınmış ve pek muhterem ileri gelen hukukçularından? Hayatının çeyrek yüzyıla yakın bir kısmını son günlerine kadar Türkiye?de geçirmiş bu kişiyi, daima Türkiye?yi pek sevmiş ve bilhassa Türkleri öteki Doğu milletleri hakkındaki fikirlerinden tamamen başka bir surette her türlü terakkiye, her türlü feyze müstahak telakki etmiş bir adam sıfatıyla tanırım" diyor.
Ramber?in son görevi "Reji" yani "Tütün Tekel" genel müdürlüğü. Abdülhamit döneminin çok büyük bir bölümüne tanık olan bu Avrupalı?nın özellikle 1895-1905 yılları arasında tuttuğu günlük o yıllardaki yönetimin gerçek yüzü ve halkı hakkında önemli bilgiler sunuyor. Yazıldığı yıllarda yayınlanmadığından olsa gerek adı "Gizli Notlar" (Tercüman 1001 Eser No 75).
Halit Ziya?nın dediği gibi Ramber?in Türkiye?ye karşı çok özel bir ilgisi olduğunu yalnızca yazdığı 21 Nisan 1903 tarihli bir nota bakarak bile anlayabiliriz. Bugün olur olmaz Şeriat yaygarası yapanların, çanak tutanların ve onları eleştirenlerin okuması gereken bir metin:
"Bugünlerde "Vu" kantonunda bir şenlik yapıldı. Memleketin istiklalini ilan ederek İsviçre?ye katılmasının yüzüncü senesi kutlanıyor. Lozan?dan gelen gazetelerde okuduğuma göre, şenlikler pek parlak olmuş. Gazetelerde yazılanların hepsini okuyorum: Geçmiş asırlarda memleketimizin ve milletimizin ne durumda olduğunu, Bern sinyorlarının tahakkümü altında nasıl inlediğini, istiklal ve hürriyetin onları nasıl yükselttiğini yazıyorlar. Yazılara bakılırsa, ecdadımız sarhoş, hoppa ve mücadeleci imiş. Köylüler sefil bir hayat sürerlermiş. Evlerinden çıkmazlar, bir fersahlık mesafede neler olduğunu bilmezlermiş.
"Gazet de Lozan?daki tafsilat arasında en ziyade dikkatimi çeken şudur: Yazıda izah olunan geçmiş yüzyıllardaki olaylarla bugün etrafımda gördüğüm Osmanlı hayatı arasında büyük bir benzerlik var. Burada da köylü kulübesinde sefilane bir hayat yaşıyor. Bunlar da bir fersah uzaklıktaki olan bitenlerden habersizdirler. Parası yoktur. İhtiyaçlarını mübadele suretiyle yaparlar. Burada belediye işleri berbattır. Yollar emin değildir. Yanınızda bir müfreze olmadan yola çıkılamaz. Burada Şarlken?in zamanındaki cezalar, eziyetler hala bakidir. Eski olayları okurken şimdiki Osmanlı Devletinden bahsedildiğini sanıyorum. Şüphesiz Avrupa?nın yakınlığı, Batı medeniyetine ait bazı şeylerin burada yerleşmesine sebep olmuş. Şimendifer bunların başındadır. Fakat bunlar halkı ve bilhassa idare başında olanları hayrete düşüren şeyler olduğu cihetle kullanılmaları hususi müsaadeye tabidir.
"Ermeni kıtalinden ve Sakız?da Rumların öldürülmesinden bahsedenler Batı mütemeddinlerinin (uygarlaşma çabası içinde olanların) yüz sene öncesine kadar aynı hareket tarzını tatbik ettiklerini hatırdan çıkarmamalıdır. Dördüncü Hanri zamanındaki Fransız maliyesi ile şimdiki Osmanlı maliyesi bozukluk itibariyle birbirlerine pek benzemektedir. İki milletin en küçük safhalarında bile buna muadil benzerliklere tesadüf olunur. Nihayet şu sonuca varılır ki, Türkler birkaç yüzyıl geri kalmışlardır. İşte bu kadar!" (Altını ben çizdim OA)
"İyi bir hükümetleri olsa medeni milletlerle aralarındaki mesafe farkını pek çabuk kaparlardı. Fakat bunun için Türklere büyük bir ıslahatçı, bir kurtarıcı gelmeli! Hazret-i Peygamber?in bir Peygamberi Zişan olduğunu, fakat softalarla sofilerin Kur?an?ı yanlış tefsir ederek saçma fikirleri ortaya çıkardıklarını anlatmalı. Softa akidesinin riyaziyat (matematik), ilm-i nücum (astroloji) gibi fünun-u katiye (fen bilimleri) ile olsun ve ihtiyaca-ı iktisadiye (ekonomi) ile olsun taban tabana zıt olduğunu izah eylemeli! Türkiye?nin atisi (geleceği) ancak böyle bir kurtarıcı zuhuriyle (ortaya çıkmasıyla) emniyet altına alınabilir." (s.176-177)
Halit Ziya yazdığı notta: "Ne kadar isterdim ki, memleketin bu zamanına da yetişmiş Cumhuriyet idaresini de görmüş olsundu. Mesela Ankara?ya gitsin orada kaynaya kaynaya taşan azmi görsün. O zaman bu memleket hesabına rahat ölürdü" diyor.
Ramber, Anadolu?nun, Türkiye?nin, bu topraklar üstünde yaşayan insanların daha güzel ve insani bir yaşam ve yönetime layık olduklarını gözlemleyen ilk yabancı değil. Daha önceki yazılarımızda Ubicini?nin üst düzey bir Osmanlı yöneticisiyle yaptığı söyleşiyi aktarmıştık. Türkiye?de uzun bir süre yaşayan Ramber ve benzeri insanların Anadolu insanının zekasına, yeteneğine, becerisine saygı duyduğunu kısaca çağdaş bir insan olabilecek niteliklere sahip olduğunu hiç çekinmeden kabul ettikleri görülüyor. Zaten yaptıkları gözlem ve saptamaların ne kadar doğru olduğu yaşananlarla kanıtlamıştır. Dolayısıyla Cumhuriyet?in rastlantısal, tepeden inme olduğu eğiliminde olanların anlaması gereken bir şey varsa o dönemin hatta daha sonraki yılların dünyasına liderlerin önderlik ettiğidir. Lenin, Mustafa Kemal, Churchill, Roosewelt, Leon Blum ve Mao bunlardan birkaçıdır. Günümüzde bile Fransa gibi bir ülkede "Parlamentolu Monarşi" bir deyim olarak varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla son dönem düzen değişiklikleri bir nesne/özne yani toplum/lider özdeşleşmesine, bunlar arasındaki karşılıklı rızaya dayalıdır. Liderler önermiş toplumlar onaylamışlardır ya da toplumlar arzulamış liderler boyun eğmişlerdir.
Birileri yalnızca boyun eğmek isteyen toplumlara boyun eğdirilebilir demiş. Anadolu toplumu, Türkiye insanı isteseydi padişahlara boyun eğmeye devam ederdi. Altı yüzyıllık bir alışkanlığa son vermek istemeyebilirdi. Oysa böyle bir şey olmamıştır. Anadolu istikrarsız, iktidarsız, pasif, kendisini dünyaya rezil eden, el avuç açtıran, ülkesini, toplumunu satan utanmaz, arlanmaz padişah bozuntularına boyun eğmektense doğru, ahlaklı, ölümüne güvenebileceği (Çanakkale Savaşında "ölme" emri ve bu emre uyma bunun somut ifadesidir) bir liderin peşinden gitmeyi ve daha güzel bir yaşam ve ülkeye sahip olmayı seçmiştir. O kuşaklar bu yönde bir seçim gerçekleştirmişlerdir.
Bugün Türkiye?de bir tartışma yapılacaksa o da mevcut kuşakların ne istedikleri, ne yapmaya çalıştıklarıyla ilgili olabilir. Bunun geçmiş kuşaklarla bir ilişkisi yoktur ya da görece bir ilişkisi vardır. Tıpkı sosyal demokrasi ve sosyalizmden Nazi düzenine geçip daha sonra yeniden demokrasiye dönüş yapan Almanya ve diğer toplumlar gibi. Her kuşak kendi sorumluluğunu taşımakla yükümlüdür. Ölüp gitmiş, kendini savunamayacak durumdaki insanları suçlamak kolaydır. Bunun yerine özeleştiride bulunmak gerekir. Son yıllarda bir yanlış yapıldıysa nerede, neden ve nasıl yapıldığı araştırılmalıdır. Geçerliğini yitirmiş mevcut tarihsel-toplumsal açıklamalar ve çözümlemelerden vazgeçmek gerektiğinin anlaşılması gerekiyor. Örneğin, "Mustafa Kemal bugün yaşasaydı hala Kemalist olur muydu?" sorusunu sormak gerekiyor. Bana göre böylesine bir deha aradan seksen, doksan yıl geçtikten sonra dünyanın aynı dünya olamayacağını anlar ve düşüncelerini mevcut dünyaya bakarak gözden geçirir, zaman aşımına uğrayanları kimileri gibi fanatik bir şekilde savunmak yerine yeni ve güncel düşünceler üretirdi. Mustafa Kemal, klasik anlamda Kemalist olmaktansa örneğin, çok daha üst düzey, bugünkülerin hiçbir şekilde başarma şansı olmayan o "ileri demokrasi" düzenini gerçekleştirme düşünün peşinden koşardı.