Düşünce yapısı 7
Yazar: Oğuz Adanır
Toplumların düşünce yapılarında devrimsel nitelikte değişiklikler yapmanın basit, kısır, hamasi ideolojik söylevler çekerek gerçekleştirilemeyeceğini anlamamızı sağlayacak tarihsel bir geçmişe sahibiz.
Osmanlı düzeninde genellikle Tanzimatla birlikte başlatılan bir değişim sürecinin ne kadar güç bir iş olduğu dönemin aydınları ve toplumu tarafından bizzat yaşanarak anlaşılmıştır. Berkes'e göre ilk kez Şinasi ayırdığına vardığı bu konuda bir girişimde bulunmuş ancak bu çaba yeterli olmamıştır. Şinasi içinde yaşadığı dünyanın değişebilmesi için öncelikle onu ifade etmek amacıyla kullanılan dilin değişmesi gerektiğini anlamıştır. Zira ancak dilde yapılacak değişiklikler yeni bir dünya, toplum, yönetim, gelecek, vs düşlerinin kurulmasını sağlayabilir.
Ahmet Mithat'la birlikte dili sadeleştirme hamlesi başlatan Şinasi kısa bir süre sonra halkı eğitme güçlüğünün boyutlarını kavrayarak yola aydınların eğitimiyle devam etmiştir. Çünkü ancak aydınların katkısıyla oluşturulabilecek geniş okuyucu kitlelerinin zihninde terimler, deyimler ve kavramlar aynı çağrışımlara yol açtığında içinde yaşanan dünyanın değişmesinin görece kolaylaşacağı sezilmiştir.
Zaman zaman günümüze de benzetilen II. Abdülhamit dönemindeki değişim düşleri ve hamleleri boşu boşuna engellenip, denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Berkes:
"Abdülhamit çağı dışından durgun gözüken, karanlık bir su birikintisine benzediği halde, dibinde gelecek bir fışkırışın akıntıları gizli gizli birikiyordu... önce kültürel sorunlar üzerindeki görüşlerde ağır ağır değişmeler oluyordu... Siyasal baskı rejimi, önleyemediği dış etkilerin yardımıyla, onun özelliklerine karşı çıkacak bir kuşağın yetiştiğini öngörememişti. Dinden, şeriattan, gelenekten, maneviyattan o denli çok söz edilen bir dönemde karanlık fikir ve inançlara isyan eden bir kuşak yetişiyordu. Bu kuşağın başlıca özelliği de inançları inkar ve materyalizmdi. Abdülhamit dinin mutlak gücünü kurarken, onun temellerini uyanan aklın karşısında tehlikeye atmakta olduğunun farkında değildi" diyor. (T.Ç., 1979, s.369-370)
Abdülhamit İslam dünyasını etkileme adına çabalarken üstünde oturduğu dalı kestiğinin bilincinde olmayan bir yöneticiye benzemektedir. Berkes:
"Abdülhamit rejimi, toplumu dış dünyaya kapatmaya çalışırken dış dünyanın kendisi gelip bu toplumu etkileyecek duruma geçiyordu... Din, şeriat, hilafet, Arap uygarlığı, bilim ve Batıya karşı oluş gibi yönelimlerin arkasındaki gerçeklere bakarsak, bu gerçeklerin tam ters yönde gittiklerini görürüz... Yeni Batı uygarlığının ekonomik etkilerinin önlenmesi şöyle dursun, bunlar bu dönemde daha da genişlemiş ve derinleşmiştir. Bunların çağdaşlaşmaya karşı olan bütün direnmeleri boşa çıkaracak güçte iki önemli sonucu asıl Abdülhamit döneminde ortaya çıktı.
"Birincisi ... Düyun-u Umumiye... İkincisi, bunun arkasından Avrupa sermayesinin doğrudan doğruya yatırım alanına akmasıdır... " (a.g.y. s.358-357)
Bu dönemde mevcut yönetimin biraz da kendine rağmen öğretmen, doktor ve subay yetiştirme sürecini başlatması ilk devrimci ve gizli toplulukların bunlar içinden çıkmasına yol açtı. Berkese göre tatminsizlik ve aydınlanışın ilk yuvaları bunlardır. 1880'li yıllarda gazete okuyan kadınların sayısı yüz kat artar. Şinasi, Ahmet Mithat ve diğer yazarların en önemli katkısı bir okuyucu kitlesi oluşturmalarıdır.
"... halkın yalnız hafız, vaiz, hoca ve padişah buyruğu dinlediği bir zamanda din ve siyasa dışı çekici ve eğlendirici şeylere düşkünlüğünün başlaması devrimsel bir olaydır... okumanın halklaşmasının ve dünyasallaşmasının bu dönemde başlaması tarihsel bir ironidir." (a.g.y. 362)
Abdülhamit bile görünüşe göre bu sürece boyun eğerek popüler serüven, seyahat, cinayet ve polis romanlarının iyi bir müşterisi olmuş. Boyun eğmek zorunda kaldığı baskı rejiminden bunalan gençlik ve aydınlar doğal olarak özgürlük düşlerinin rahatça kurulabildiği ülkelerde üretilen yabancı roman ve öykülere yönelerek bir Batıcılık akımı başlatır.
Berkes'e göre: "Karanlık dönemin boşalttığı kafaların içini, Batı düşüncesinden gelen fikirler ve görüşler doldurmaya başladı. Abdülhamit yönetiminin gümrüklerinin kapıları Avrupa'nın maddi uygarlığına ardına kadar açıktı; din adamları bile bu alanda laissez-passer'ye fetva veriyorlardı..yabancı postanelere Abdülhamit'in hafiyeleri sızamıyorlardı... Geleneksel kültürün iflasının boşalttığı dimağları yabancı kültür dolduruyordu. Avrupa düşünürleri, tarihçileri, şairleri, yazarları sanki bizim kendi düşünürlerimiz, yazarlarımız olmuşlardı... Eğer bugün içimizde düşünebilen, yazan, özgürlüğü savunan varsa onlar bu kıvılcımların tutuşturduğu kafalardır... Haeckel, Schopenhauer, Büchner, Darwin, Draper, Renan, Taine, Spencer, Le Bon, Poincaré, Ribot, Richet, Flamarion, S.S. Mill, Flaubert, Balzac, Zola ve ... daha birçok adlar... bu adlar bize Avrupa'nın ne kadar materyalisti, natüralisti, dehrisi ve rouge'u varsa; Abdülhamit'in gümrük duvarlarını aşarak kafalara ulaştığını gösterir. Her baskı düzeni gibi, Abdülhamit rejimi de düşünceyle baş edememiştir." (a.g.y., s.371-372)
Çağdaşlaşma konusunda vazgeçilmez bir kaynak kitap olmayı sürdüren Berkes'in "Türkiye'de Çağdaşlaşma" başlıklı çalışması bize dünyaya koşut bir şekilde Anadolu Türkiye'sinin gerek dil ve düşünce, gerek yaşam biçimi konusunda radikal bir değişim sürecinden geçtiğini göstermektedir. Günümüz yobazları kendilerini artık aydınlanma döneminde üretilmiş kavramlar ve terimlerle ifade ediyorlar. Yobazlar da hiç değişmeden oldukları gibi kalamazlar. Onlar da değiştiğinden her çağ kendi yobazlarını üretir (bu arada yobazlık yalnızca din alanıyla sınırlı olmayıp tüm ideolojik bakış açılarını kapsayan bir terimdir). Günümüz yobazları takım elbise, kravat, cep telefonu ve lüks arabalarla dolaşıp televizyon kanallarında boy gösteriyor. Başka bir deyişle bu yobaz müsveddeleri çağlarına karşı gelmekten aciz zavallılardır.