İzmir, iklimi, tatlı su kaynakları ve verimli ovalarıyla çağlar boyunca insanlık tarihinde önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. İzmir'in Yeşilova kazılarından sonra 8500 yıllık bir yerleşim merkezi olduğu kanıtlanmakla birlikte yeni arkeolojik buluntularla bu tarihin daha da eskilere gidebileceği uzmanlar tarafından belirtilmektedir.
Bu kadar eski bir yerleşime sahip bir kentin doğal olarak en önemli konuları beslenme ve sağlıktır. Beslenme ile ilgili sorunlarını bereketli ovaları, tatlı su kaynakları ve sağlıklı iklimi ile çözmüştür. Beslenme ile bir birine sıkıca bağlı olan sağlık sorunlarına da ilk çağlardan itibaren sıcak su kaynakları ve dağlarında yetişen yüzlerce çeşit şifalı otlar ve bitkilerle çözüm aramaya çalışılmıştır.
Fakat ne yazık ki bu güzel yerleşim merkezi eski çağlardan beri savaşların, depremlerin, sel felaketlerinin, salgın hastalıkların ve yangınların da merkezi olmuştur. Kent her yıkımından sonra yeniden ayağa kalkmış ve dünyaya "Ben buradayım" dercesine el sallamıştır.
Bir araştırma konumla ilgili İzmir Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü'ne gittiğimde önüme konan kara kaplı defterin sayfalarını her çevirdiğimde yüreğime hançerler saplandı
(Egenin Sesi / Ölümün Defteri). Oradaki ölüm nedenlerini okudukça İzmir hakkında ne kadar az şey bildiğimi fark ettim ve İzmir'de bu konuların yeterince araştırılıp yazılmamış olması da benim için ayrıca bir üzüntü kaynağı oldu.
Uzmanlık alanım olmamasına rağmen böyle bir çalışmaya girmiş olmam belki de yadırganabilir, ama birilerinin bir yerlerden başlaması gerektiğine inandığımdan bu konudaki çalışmalarımı yoğunlaştırdım. Özetleyerek aktarmaya çalışacağım bu çalışmamda öncelikle sizlere İzmir tarihindeki belli başlı sağlık merkezlerini ve hastanelerini, devamında Cumhuriyet'in ilk yıllarında salgın hastalıkları ve sağlık uygulamalarını aktarmaya çalışıp daha sonra ise İzmir'de fuhuş ve ona bağlı olarak zührevi hastalıkları irdelemeye çalışacağım.
Dünyanın ilk psikiyatri merkezi
Sular çağladı, toprak "hazırım" ve güneş "yeterim size" dedi. Bir araya gelerek insan yaşamının daha sağlıklı olması için el ele verdiler. Sular sıcak, soğuk, kükürtlü ve daha birçok minerali ile akın etti yeryüzüne. Toprak en etkili karışımlarıyla hazırladı çamurlarını ve güneş tüm görkemi ile aydınlatıp ısıttı her yeri ve doğdu Bergama'da Asklepios. İ.Ö. 4. Yüzyıl'da Bergama'nın güneybatısında şifalı ve kutsal su kaynaklarının olduğu yerde Yunan tanrısı Apollon'un hekimlik tanrısı oğlu adına yaptırılan ve antik çağın en önemli sağlık merkezi olan Asklepios dünyanın ilk psikiyatri sağlık merkezidir.
Bu merkezde Galenos gibi o çağın en önemli hekimlerinin yetişmiş olması da buranın aynı zamanda ne kadar önemli bir tıp okulu olduğunun kanıtıdır. Asklepios sağlık merkezindeki kutsal ve şifalı suyla yapılan tedavilerin yanı sıra güneş banyosu, masaj, çamur banyosu, diyet, spor, telkin, müzik, rüya yorumlamaları, derin düşünme gibi tedavi şekillerinin uygulandığını bilmekteyiz.
Ağırlıklı psikiyatri tedavi şekillerinin yanı sıra şifalı ot ve bitkilerden ilaçların yapıldığını ve aynı zamanda çok ciddi cerrahi müdahalelerin yapıldığı da bilinmektedir. Varlığı İ.Ö. 2. Yüzyıl'a dayanan ve bugün Yortanlı barajının yapılması ile sulara gömülen şehrin kuzeydoğusundaki Allianoi ise sıcak ve kükürtlü sularıyla bu bölgenin bir başka sağlık ve şifa merkeziydi.
Burada daha çok sıcak ve soğuk suya dayalı tedavilerin yapıldığını ve bu amaçla su havuzlarının, buhar ve terleme odalarının inşa edildiğini görmekteyiz. Konaklama ünitelerinin olması da o çağda buranın hem bir kaplıca hem de hidroterapi merkezi olduğunun kanıtıdır.
Şifalı su merkezleri
İzmir ve çevresi şifalı sular bakımından oldukça zengin bir bölgedir. Bu suların tedavi amaçlı kullanılması tarihler boyunca devam ederek günümüze kadar gelmiştir. Modern tıbbın gelişmesiyle önemi azalsa da bugün tedavi amaçlı kullanılmaya devam ettiği için kısa da olsa yer vermeyi uygun gördük. Varlığı İ.Ö. 1200'lere dayanan Balçova'daki Agamemnon Kaplıcaları antik dönemden günümüze kadar tedavi amaçlı varlığını sürdürmektedir.
Özellikle romatizma ve kireçlenme hastalıklarının tedavisinde önemli bir yer tutan bu şifa merkezine her yıl Kuzey Avrupa ülkelerinden çok sayıda ziyaretçi gelmektedir. Ayrıca tarihteki Troya Savaşı sonrasında Agamemnon ve askerlerinin burada tedavi edildiği öykülendirilmektedir.
Hakkında birçok mitolojik hikâye anlatılan ve uzun yıllar şehrin en büyük ve en önemli tatlı su kaynağı olan Diana Hamamları da ayrı bir şifa kaynağıydı. Karakoç Kaplıcaları'nın Romalılar'dan beri kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle Gut hastalığına iyi geldiği yüzyıllardır bilinen Şifne ve Ildırı kaplıcaları antik çağdan beri şifa dağıtmaktadır.
Hastaneler
Osmanlı Dönemi'nde İzmir'de ilk hastaneler şehirde yaşayan gayrimüslimler tarafından yapılmıştır. Bu hastaneleri genellikle ibadet yerlerine yakın, gösterişsiz olarak inşa etmişlerdir ya da zengin vatandaşların bağışladıkları daha sağlıklı binalarda faaliyet sürdürmüşlerdir.
Öncelikle kendi cemaatlerine yönelik hizmet verirken başka cemaatlere ve Müslümanlara da hizmet vermişlerdir. Bağışlar ve yardımlarla varlıklarını sürdüren bu hastaneler kendi cemaatleri dışındaki hastalara bazen ücretli bazen de ücretsiz hizmet verdikleri bilinmektedir.
Hastanelerde çoğu zaman papazlar, rahibeler ve gönüllüler ücretsiz çalışırlardı, ayrıca hastaneler yararına çeşitli etkinlikler düzenlemek pek bir modaydı. Veba, kolera ve diğer salgın hastalıkların sebep olduğu kitlesel ölümlerden dolayı yerel halkın "Ölüm evleri" ya da "Ölüm haneleri" adını taktıkları Cumhuriyet öncesi kurulmuş olan hastaneleri hatırlamakta ve hastanelerin tarihçesine kısaca değinmekte fayda var sanırım.
Felemenk Hastanesi, diğer adıyla Hollanda Hastanesi olarak bilinen ve bugünkü çocuk hastanesi sokağında, 1675 tarihinde Kalvinist kilisesi'nin alt katında faaliyetine başlayan ve 1845 yangınından sonra da ciddi bir onarım ve tadilat yapılarak kilise olarak kullanılan bölüm hastaneye ilave edilerek büyütülmüştür. İlerleyen yıllarda hastane bahçesine yeni bir kilise yapılmış ve hastanenin adı da Wilhelminal olarak değiştirilmiştir. İzmir'in bilinen bu ilk hastanesi Hollanda Kralı'nın desteği ile Hollandalı gemicilere ve tüccarlara hizmet vermesi amacıyla kurulmuştur. Hastane varlığını büyük yangına kadar sürdürmüştür.
Katolik Hastanesi: 1710 yılında kurulmuş olan Avusturya Hastanesi. Özel olarak seçilmiş 12 rahip tarafından hizmet veren hastaneden ayrılan bir grup rahip 1814 yılında açılıp, 1845 yılında yanan "Saint Roch" Hastanesi'ni 1847 yılında yeniden yapar. 1857 yılında hizmete giren bu yeni hastane yaklaşık on yıl sonra Saint Antoine Hastanesi ile birleşir. Frenk Mahallesi'nin kırsal alana doğru olan bölümünde yer alan, daha sonraları Tekel Sigara Fabrikası yakınlarında kalan hastane işgal döneminde göçmenler için barınak olarak kullanılır. 1922 yılı yangınından kurtulan hastane binası, 1935 yılı Eylül ayında Kızılay tarafından, İngilizlerden satın alınarak kamulaştırılır.
Rum Hastanesi: Diğer adıyla Aya Haralambos Hastanesi ya da veba salgınları dönemi halkın bir dönem "Kirli hastane" dediği bu hastanenin ilk kuruluş tarihi ve yeri hakkında tarihçiler tam anlamı ile bir fikir birliğine varamamışlardır. Kimi tarihçilere göre 1748 yılında küçük bir evin hastane olarak düzenlendiği, diğer bir görüşe göre de Aya Fotini Kilisesi'nin Madam Clara Varoni'nin evini satın alarak hastaneye dönüştürdüğüdür.
Bu hastanenin bahçesine 1833 yılında Aya Haralambos Kilisesi yapılınca hastane de bu adla anılır. Hastane hem yatak kapasitesi hem de içindeki bölüm ve donanımlarıyla hem İzmir'in hem de Anadolu'nun en büyük hastanesi olma özelliğini taşımasına rağmen o da 1922 İzmir yangınında yok olmuştur.
İngiliz Hastanesi: Diğer adıyla British Seamen's Hospital olarak da bilinen bu hastanenin 1730'da hastaneler bölgesinde kurulduğu tahmin edilmektedir. Oldukça küçük ve yetersiz olan bu hastane 1900'de bir hayırseverin Ayayani Mahallesi'ndeki arsasını bağışlaması ile hastane iki katlı olarak bu arsa üzerine inşa edilmiştir. Hastane hem limana gelen İngiliz gemicilerin hem de yerel halkın tedavisi ile meşgul olmuştur.
Yunan işgaliyle birlikte İtalyan Hastanesi tamamen buraya taşınmış ve bundan dolayı da İtalyan Hastanesi olarak anılmasına bu olay sebep olmuştur. 1939 yılında hastane faaliyetine son verilen bu binanın mülkiyeti Kızılay'a geçmiş ve uzun süre Sağır, Dilsiz ve Körler Okulu olarak hizmet vermiştir. 200 yılı aşan tarihiyle bu bina Nevvar-Salih İşgören Anaokulu, Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi olarak günümüzde halen İzmirliler'e hizmet vermektedir.
Fransız Hastanesi: Hastanenin giriş kapısının hemen yanındaki kitabede hastanenin yapılış tarihi olarak "Hospital Français - 1908" yazmaktadır. Yine aynı kitabede Başkonsolos Artur Guy'un çabaları ile 1924-1930 yılları arasında hastanenin büyütülerek Türk milletine armağan edildiği de belirtilmektedir.
Fransız Hastanesi içinde çamaşırhanesi, yemekhanesi, yönetim binası ve şapeli ile bir yapı silsilesi oluşturacak kadar büyüktür. Şapeldeki süslemeler, araç ve gereçler hastanenin Türkler'e devredilmesinden sonra St. Rosario Kilisesi'ne götürülmüştür. Hastane öncelikle Fransız denizcilerine ve Fransız vatandaşlarına hizmet vermek amacıyla kurulsa da süreç içinde tüm topluma hizmet veren bir kurum haline gelir.
Ana bina önceleri tek katlı idi. Daha sonra dış cephe dokusuna dokunulmadan iki katlı hale getirilmiştir. Cumhuriyet döneminin mimari yapılarına benzemesinin yanı sıra betonarme oluşu da hayli ilginçtir. Bir başka ilginçlik ise o yıllarda bu hastanenin ameliyathanesinin olmamasıdır. Ali Çetinkaya Bulvarı'ndaki bina 1978 yılında Türkiye Cumhuriyeti'ne devredilmiş o tarihten itibaren Trafik ve Travmatoloji Hastanesi, Yaşlılar Hastanesi, Alsancak Devlet Hastanesi gibi adlarla hizmet verdikten sonra ve nihayet 1996 yılından itibaren de Nevvar - Salih İşgören Hastanesi olarak günümüzde hizmet vermeye devam etmektedir.
Ermeni Gureba Hastanesi: Ermeni cemaati 1801 yılında Basmane semtinde iki katlı bir binayı hastane haline getirir. Fakat 1845 Basmane yangınında bina yanınca aynı binayı onararak tekrar hastane haline getirmişlerdir. Bu hastanenin de yetersiz kalması sonucu 1879'da Hagop ve Hovhannes Spartalian adlı kişiler tarafından hastaneye yeni ilave binalar yapılarak genişletilmiştir. Aslında Ermeni Mahallesi'ndeki bu hastane tek bir bina değildir, erkek hastanesi ve kadın hastanesi olarak aynı avluda iki binadır.
Ermeni Hastanesi'nin giderlerini çeşitli Ermeni cemaatleri sağlarken bu hastane hastaların yanı sıra yaşlılara, kimsesizlere ve yoksullara barınak vazifesi de görüyordu. Kentimizde Ermeniler'den kalan pek fazla eser bulunmamaktadır. Kimileri yangınlarla yok olmuş, kimileri de çeşitli sebeplerden dolayı günümüze kadar gelememiştir. Bu hastane yapılarının da akıbeti diğerlerinden farklı olmamıştır.
St. Roche Hastanesi: Katolikler tarafından 1814 yılında Fuarın Montrö kapısı civarında kurulduğu bilinmektedir. 1845 yılındaki yangından sonra yeni bir bina yapılır ve bakım evi olarak kullanılır. Daha ileriki yıllarda bir kilise ve okul ilave edilerek hem okul hem de yaşlılar yurdu haline getirilir. Bu hastane de İzmir yangınından sonra faaliyetine devam edemez.
Yahudi Hastanesi: Bu hastanenin yaygın olarak kullanılan adı Karataş Hastanesi olmasından dolayı sanki ilk Yahudi Hastanesi'nin Karataş'ta kurulduğu gibi bir yanlış algılama da toplumda mevcuttur. Halbuki 1827 yılında Hahamhane tarafından Hahamhane'nin karşısında, yani bugünkü 920 Sokak'taki Yeşua Kurief'e ait kortijo satın alınarak hastane haline getirilmiştir.
İleriki yıllarda bu binanın yetersiz kalması üzerine yine aynı sokakta ve bu binaya bitişik bir bina daha satın alınmış ve 1837'de hastane genişletilerek hizmet vermeye başlamıştır. Rothschild Ailesi'nin yüklü bağışları neticesinde ?Rothschild Hastanesi? olarak da anılmıştır.
Yahudilerin büyük bir bölümünün Karataş ve Karantina bölgesine göç etmesinden sonra hastanenin de taşınması gündeme gelmiş ve 1913 yılında Nesim Levi o yıllardaki adıyla İcadiye Sokağı'nda ve bugün 336 Sokak'ta bulunan konağını hastane olması için bağışlamış. Konağın çevresindeki üç ev daha satın alınarak hastane olarak düzenlenir ve Karataş Yahudi Hastanesi olarak hizmet vermeye başlar. Özellikle Nesim Levi Asansör'den elde edilen geliri bağışlamasıyla hastane düzenli bir gelire kavuşmuş.
1988 yılında İtalyan asıllı Madam Yolande mirasını bu hastaneye bağışlamış ve bu bağıştan elde edilen gelirle de hastanenin tarihi binası korunarak Kız Lisesi tarafına yeni ve çok katlı bir bina yapılarak modern bir hastane haline getirilmiş ve adı da Özel Karataş Hastanesi olarak değiştirilmiştir. Hastane özellikle yaşlı Yahudi vatandaşlara yurt ve bakım görevini de uzun süre sürdürmüş, ama ekonomik nedenler ve Yahudi vatandaşların iyice azalması sonucu da hastane 2013 yılında Çankaya Tıp Merkezi'ne devredilmiş ve halen Özel Karataş Hastanesi olarak hizmet vermeye devam etmektedir.
Askeri Hastane: Sultan II. Mahmut'un her kışla için bir hastane yapılması fermanından sonra, Sarıkışla'ya da bir hastane yapılmak istense de zeminin kötü olmasından dolayı kışlaya yarım saatlik yürüme mesafesinde bulunan Karantina semtinde yazlık köşk olarak kullanılan Kâtipzade Mustafa Efendi'nin iki katlı binası hastaneye dönüştürülür. Zaman içinde yapı yıpranmış ve kullanılamaz hale gelmiştir.
İzmir Valisi Halil Rıfat Paşa'nın çabası ve halkın bağışlarıyla eski hastane yıkılarak yerine 1892 yılında yeni iki katlı bir hastane yapılmıştır. Hastaneye Sultan II. Abdülhamit'in yardımlarından dolayı ?Hamidiye Askeri Hastanesi? adı verilmiştir. Bu hastanenin karşısındaki deniz doldurularak kazanılan alana o tarihlerde İzmir'de bir ilk olan doğum evi yapıldığı da bilinmektedir.
Askeri Hastane 1971 yılında İnönü Caddesi'ndeki yeni binasına taşındıktan sonra bu tarihi binada Milli Savunma Bakanlığı'nın çeşitli birimleri görev yapmaktadır. Bu hastanenin bir dönem de Karantina Hastanesi olarak görev yaptığını belirtmekte sanırım fayda var.
Piçhane: Bahribaba Parkı'nın, eski Devlet Hastanesi binasına bakan köşesinde hisarvari kulesi ve ilginç taş mimarisi ile dikkat çeken yapı. Vali Rahmi Bey zamanında Yetimhane olarak inşa edilmeye başlanan yapıdaki çalışma İzmir'in işgaliyle yarıda kalır ve bu kez Yunanlılar tarafından tamamlanarak öksüz Rum çocukları için kullanılır. Bu dönemde Türkler tarafından takılan "Piçhane" adı günümüze kadar gelir. Cumhuriyet döneminde önce Halk Sağlığı Enstitüsü, ardından uzun yıllar İl Sağlık Müdürlüğü olarak kullanılan yapı 1984 yılında Kültür Bakanlığı'na devredilir. Bir bölümü İzmir Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılırken, büyük bölümü ise 1987 yılından sonra İl Kültür Müdürlüğü olarak hizmet verir. Bina ile ilgili olarak birçok kaynakta yanlış bilgiler bulunmaktadır. Bu yanlışların en yaygın olanı "Yapının St. Roch Hastanesi olarak 19. Yüzyıl'ın ilk yarısında inşa edilmesi" hakkında olandır. Adı geçen hastanenin bu yapı ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
Bir başka husus; kimsesiz çocuklara uzun yıllar barınak görevi gören bu binaya "Piçhane" denmesini ve yazılmasını kınadığımı burada ifade etmek isterim.
İskoç Hastanesi: Kahramanlar semtinin Çayırlıbahçe yöresinde 1882 yılında iki katlı bir bina olarak yapıldığı ve 1911 yılında da kapatıldığı bilinmektedir.
Gureba-yı Müslimin Hastanesi: Dilimize yerleşmiş adıyla söyleyecek olursak Konak Devlet Hastanesi. Müslümanların askeri hastaneden sonra İzmir'deki ilk hastanesi olan bu hastane 1851 yılında hizmete girmiştir. Hastanenin arazisi İngiliz Mezarlığı'dır.
İngilizler'in mezarlarını İngiltere'ye taşımaları üzerine bu araziye hastane yapılmak üzere Sultan Abdülmecit fermanı ile Mehmet Emin Muhlis Paşa işe koyulur ve 1848 yılında başladıkları iki katlı bu taş yapıyı 1851 yılında tamamlarlar.
Kadın ve erkek kısımları ayrı olan hastaneyi Kırım Savaşı'nda İngilizler kısa bir dönem lojman olarak kullansa da bir süre sonra tekrar hastane olarak faaliyete geçer. Türk ve Müslüman hastanesi olmasından dolayı İzmir ve çevresine şifa dağıtan hastane zamanla yetersiz kalan binada Eşref Paşa döneminde (1892) genişletme çalışmalarına başlanmış ve ilave binalarla yatak kapasitesi artırılarak 1896 yılında tamamlanmıştır.
İzmir'in en donanımlı ve büyük hastanesi olarak o dönemde birçok ilke de imza atmıştır. Buharla çalışan asansörü, ütü makinesi ve deney hayvanları için de bir bahçesi bulunmaktaydı. İzmir'in ilk tıp doktoru olan Mustafa Enver Bey hem bu hastanede başhekimlik yapmış hem de yönetimde görev almıştır.
Hastane, 1914 yılında Memleket Hastanesi adını almış ve I. Dünya Savaşı sırasında Kızılhaç Hastanesi olarak da görev yapmıştır. Yunan işgaliyle hastane Rumlar tarafından kapatılmış ve Kurtuluş Savaşı'ndan sonra hastane tekrar açılmıştır.
1954 yılına gelindiğinde İl Özel İdaresi'nden Sağlık Bakanlığı'na geçmiş ve adı da İzmir Devlet Hastanesi olarak değiştirilmiştir. Hastane, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren tıp alanında eğitim konusunda da sayısız hizmetler vermiş hatta Ege Üniversitesi'nin tıp öğrencilerinin eğitilmesinde hizmette bulunmuştur. 1982 yılında İzmir Devlet Hastanesi'nin açılmasıyla bu tarihi hastane Kadın Doğum ve Diş Hastanesi olarak hizmet vermektedir.
Emraz-ı Sariye ve İstilaiye Hastanesi: İzmir'de yaygın olarak bilinen adıyla Göğüs Hastalıkları Hastanesi. Kolera, çiçek gibi salgın hastalıkların tedavisi için kurulmuştur. Balkan Savaşları sırasındaki kolera salgınlarında karantina olarak kullanılmıştır. 1910 yılında Gaziler Caddesi üzerinde geniş bir bahçe içinde küçük bir tecrithane olarak kurulmuş, 1911 yılında Cemiyet-i Sıhhiye-i Hayriye adlı teşkilatın yardımlarıyla genişletilmiştir.
1924 yılında belediyeye devrolan bu şifa merkezi tecrithane olmaktan çıkarılarak hastane haline getirilmiş ve adı da Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklar Hastanesi olarak değiştirilmiştir. 1938 yılında Sağlık Bakanlığı'na devredilen hastaneye verem hastalığı ile ilgili bir bölüm eklenmiş ve hastanenin adı da İzmir Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklar Devlet Hastanesi olarak değiştirilmiştir.
1950 yılında yanındaki iplik fabrikasına ait olan arazi ve binalar alınarak hastane daha da genişletilmiştir. Bugün çok sayıda bina ve geniş bir arazi içinde hizmet veren hastane 1995 yılında adı İzmir Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Hastanesi olarak değiştirilmiştir. Adı değiştirmeye doyulmayan bu hastanenin adı bir kez de 2000 yılında Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirilmiştir. Umarım artık adıyla daha fazla oynanmaz bu şifa merkezinin.
Eşref Paşa Hastanesi: İzmir'de fuhuşun artmasına bağlı olarak başta frengi hastalığı olmak üzere zührevi hastalıklarının artması üzerine, bu konuda hizmet verecek bir hastanenin yapılması gerekli hale gelir. 1891 yılında bu konuda karar verilmesine rağmen ekonomik veya başka nedenlerle bu hastane ancak 1908 yılında günümüzdeki Gaziler Caddesi'nde hizmet vermeye başlar.
Uzunca yıllar halk arasında frengi hastanesi veya Memleket Hastanesi olarak adlandırılsa da bu hastanenin yapımında büyük emeği geçen ve zamanın belediye başkanı olan Eşref Paşa'nın 1913 yılında ölümü üzerine bu hastaneye adı verilir. 1950 yılında belediyeye devredilen hastane hem yatak kapasitesi hem de donanımı artırılarak genişletilmiş ve bugün hemen, hemen her alanda hizmet veren modern bir hastane haline gelmiştir.
Eserlerinden yararlandığım tüm yazar arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Kaynaklar:
- Atay, Çınar: Tarih İçinde İzmir.
- Beyru, Rauf: 19. Yüzyıl'da İzmir'de Sağlık Sorunları ve Yaşam. İBB Kent Kitaplığı.
- Çiçek, Ümit: Antik Dönem Sağlık Merkezleri, İzmir Ticaret Odası Yayınları.
- İzmir'in Sağlık Tarihi Kongresi, 1-3 Aralık 2005 Bildiriler. Editörler: Eren Akçiçek ve Onur Kınlı.
- Karayaman, Mehmet: 20. Yüzyılın İlk Yarısında İzmir'de Sağlık. İBB Kent Kitaplığı.
- Pınar, İlhan: Hacılar, Seyyahlar, Misyonerler ve İzmir. İBB Kent Kitaplığı.
- Şenocak, Bülent: Levant'ın Yıldızı İzmir, Levantenler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler. Şenocak Yayınları.
- Temel, Doç. Dr. Mehmet: Atatürk Dönemi'nde Bulaşıcı ve Salgın Hastalıklarla Mücadele, Nehir Yayınları.
- Uluslararası Amerikan Koleji Araştırma Komitesi: İzmir'deki Bazı Sosyal Koşullar Hakkında Bir Araştırma. İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı, Çeviri: Aykan Kandemir.
- Ürük, Yaşar: İzmir Efsaneleri. Heyamola Yayınları.
- Ürük, Yaşar: İzmir'i İzmir Yapan Adlar. İBB Kent Kitaplığı.