1971 Mart’ı ve 1980 Eylül’ü tam anlamıyla hazandı efsanelerin ve gizemli hikâyelerin her an yaşandığı bu ülke için. Kör topal ilerleyen demokrasinin her on yılda bir geri gelen darbesi yaşam uçurtmalarının ipini kesivermişti o yıllarda. Ülke çeşitli çalkantılardan geçmiş, darbenin postal izleri, güzel günlere inanan sanatçıları, aydınları ve bilim insanlarını -genç yaşlı demeden- ölüme yakın kılmıştı.
O ölüm girdaplarında bile bir direnç noktası ve yaşama sevinciydi tiyatro. Belleğin dayanılmaz unutkanlıklarına rağmen, insanlık için, kendini var etmek için küllerinden doğmaya çalışan bir Simurg’du.
Bilirsiniz; efsaneye göre Simurg (Zümrüdü Anka) bilgi ağacının dallarında yaşar ve akla gelebilecek her şeyi bilir, olabilecekleri söylermiş. Öyle ki, bütün kuşlar başlarına bir şey gelse Simurg’un kendilerine yardım edeceğine, zor günlerden onun sayesinde kurtulacağına inanırlarmış.
Bu kısır döngü sürerken, kuşların başına -bu ülkenin yaşadığı darbelerden biri gibi- öyle talihsizlik gelmiş ki, Simurg’tan yardım istemeleri gerekmiş. Simurg ortalarda yokmuş ama onun kanadından bir tüy bulmuş kuşlar. Umutlarının yelkenine sarılmışlar ve birlik olup o’nu bulmaya karar vermişler.
Kuşlar, zorlu mücadelelerden sonra cehalet, inançsızlık, yalnızlık ve bencillik vadisini aştıklarında aslında bu zorlukları aşanların yani kendilerinin Simurg (Bilge Kuş) olduğunu, ancak bu yolculuğa çıkanların küllerinden doğduklarını öğrenmişler.
27 Mart günlerinin anlarına ve anılarına baktığımda hep bu efsane gelir aklıma.
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/27032015gt05.jpg)
İşte o gün bugündür, her darbe, her baskı, her sivil dikta döneminde saltanat kayığına binmeyen, kendi gemisinin küreklerine asılan, elleri nasırlı tiyatro emekçileri ve onların var ettikleri tiyatro, küllerinden yeniden doğan Simurg’tur benim için.
İşte o nedenle, benim için 27 Mart coşkudur, heyecandır ve de sorunların farkına varmak, sorunları dile getirmek; sorunların üstüne gitmek, değiştirmek için konuşmak, tartışmak ve mücadele etmektir.
İşte o zaman, bilinmelidir ki, tiyatro “gerçekten daha gerçektir.”
***
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/27032015gt06.jpg)
“Burası ne biliyor musunuz? Bir tiyatro kahvesi. Tiyatrolarda bugüne kadar gördüğünüz binbir kahveden biri. Siz bir tiyatro kahvesinin gerçekten daha gerçek olduğunu biliyor musunuz? Ben biliyorum. Ben belki de sadece bunu biliyorum. Buna inanıyorum. Ya siz? Siz de inanıyor musunuz, bir tiyatro kahvesinin gerçekten daha gerçek olduğuna?” Garson/ Kahvede Şenlik Var
Bilenler bilir, ilk profesyonel oyunum, oyun yazarı, şair Sabahattin Kudret Aksal’ın “Kahvede Şenlik Var” oyunudur.
Oyun, sahne tahtasının üstüne çıktığında takvimler 1983 yılını gösteriyordu.
Her şeyin yasaklandığı, filmlerin yakıldığı, toplumun gözlerinin bağlandığı, sözcüklerin idam edildiği ve toplumun belleğindeki sessiz filmlerin bile koparıldığı, köşe dönmenin ve paranın tek değer olarak yerleştirildiği bir darbenin hemen sonrasıydı.
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/27032015gt01.jpg)
Aksal’ın 1966 yılında yazdığı oyun, bir kır kahvesinde buluşan kadın ve erkek arasındaki para, mal ve gösterişe dayalı yaşamanın ve “evlilik pazarlığı”nın ne olduğunu anlatıyordu seyircilere. Tiyatronun “gerçekten daha gerçek” olduğunu söyleyen garson da hayatımızda yitirdiğimiz şiirin sesini bize ileten, taşı gediğine oturtan bir palyaço, belki de bir simurg’tu.
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/27032015gt02.jpg)
Ve “gerçeği, en belirgin yüzüyle belirleyebilmek için en gerçek yapı oluşturan tiyatroda, tiyatronun sana gülmesini istiyorsan, önce sen kendini ona, bu yolculuğa adayacaksın” diyen Sabahattin Kudret Aksal’ı bir 27 Mart günü tanıdım.
***
Şimdi düşünüyorum da, benim için ne çok an ve anı kalmış sahne tahtasının üstünde.
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/27032015gt03.jpg)
Sahne tahtasına ilk adım attığım Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü’nün “Seyircisine, kendi yaşantısında bilmediği ya da bilmekten kaçındığı gerçekleri göstermekle yükümlü olan tiyatro, bunu açık seçik, hele hele “şiirli bir biçimde anlatabiliyorsa”; çirkini saklamadan, kötüyü ört bas etmeden aktarabiliyorsa görevini yapmış demektir” ilkesiyle, 33 yıl önce hocam Prof. Özdemir Nutku’nun ve ona inanan kişilerin çabasıyla başlayan ve bugün de devam eden Tiyatro Günleri Simurglar’ın yolculuğu değil midir sizce?
***
Ve siz sevgili seyirciler!
![](http://www.kentyasam.com.tr/Konuk/27032015gt04.jpg)
“Her biriniz ayrı ayrı ya da ikiniz üçünüz bir arada işyerinizden, evinizden, kahvenizden, sokağınızdan kalkıp geldiyseniz salonlara... Ve hepiniz ayrı sokaklardan, ayrı düşüncelerden, ayrı duygulardan kopup geldiyseniz ve bir birlik olduysanız oyuncuların karşısında...”
Ve bugün her türlü baskıya, yasağa, Cumhuriyet’in sanat kurumlarının birer birer yok edilmesi girişimlerine karşı çıkmak, gerçekten daha gerçek bir ortamda özgür olmak istiyorsanız...
Nefret ve sansür duvarının öte yanına geçmek, sevgi ve bilginin aydınlığında yaşam uçurtmalarının ipini elinizde tutmak; Simurglar gibi cehalet, inançsızlık, yalnızlık ve bencillik vadisini aşmak istiyorsanız...
27 Mart Tiyatro Günü’nüz kutlu olsun.