Mide yanması ve bir sosyal medya deneyimi
Yazar: Ali Ertan Erciyas
Bir süre önce en yaygın sosyal medya ortamı olan Facebook’ta durum bildirimi olarak yemek borusu ve midemdeki şikayetlerimi yazmıştım. Yazdıklarım (paylaşımım) şöyleydi:
“Bir süredir (birkaç aydır) yemek borumda yanmalar var, son iki gündür yanmaların şiddeti daha da arttı. Eşim ısrarla bir gastro uzmanına gitmemi öneriyor, ama gitmemekte direniyorum. Artık tüm gastro uzmanları teşhiste endoskopik bulgulara göre tedavi öneriyor ve gelen her hastayı endoskopik incelemeye gönderiyor. Önceki yıllarda bir kez endoskopi yaptırmış, çıkınca da bir daha yaptırmamaya karar vermiştim. O zamanki bulgu ‘reflü özofajit’ti ve mide ve yemek borusu çeperlerinde üç noktada ülseratif yaralar görülmüştü. ‘Helicobacter pylori’ bakterisini yok etmek için farklı etken maddeleri olan üç antibiyotik ve asit proton inhibitörü Lansor kullanmış, iyileşmiştim. Aynı belirtiler tekrar nüksetti ve ben endoskopi yaptırmak, antibiyotik kullanmak istemiyorum. Bugün ‘kekik suyu’ içmeye başladım. Aman Allah! O nasıl acı bir tat! Baharatları ve bitkileri seven ‘otçul’ ve yarı vegan (sadece yumurta ve süt ürünleri tüketiyorum) biri olmama rağmen gözlerimden yaş geldi, ama devam edeceğim. Bir de Narlıdere’deki temiz, işini düzgün yapan bir aktara ‘zeytinyağında bekletilmiş Kudret Narı’ siparişi verdim. Alternatif tedavi yöntemlerinden ‘ bitkisel tedavi’ ile kendi kendimi tedavi etmeye çalışacağım, işe yaramazsa batı tıbbına koşup kendimi Türk Hekimlerine emanet edeceğim.
Not: Şikayetlerimle kilomun doğru orantılı ve ‘paralel yapı’da olduklarını gözlemledim, 10 kg verdiğimde rahatlamışken verdiğim kiloları alınca şikayetlerim de arttı. Reflüde fazla kiloların da etkisi var.”
***
Paylaşımım üzerine onlarca arkadaşım yorum yazdı.
Hemen herkes geçmiş olsun ve şifa dileklerini iletirken bazı arkadaşlarım da önerilerde bulundu. Kimileri zeytinyağında bekletilmiş kudret narının doğru bir seçim olduğunu dile getirirken kimileri farklı bitkilerden (yeşil çam kozalağı vb) farklı tedavi yöntemleri önerdi, kimileri de “Otu çöpü (kocakarı ilaçlarını) boş ver, doktora git, genel anestezi ile de endoskopi yaptırılabiliyor” dedi. Bazı arkadaşlarım da benzer şikayetleri sürekli yaşadıklarını, kalıcı bir şekilde tedavi olamadıklarını dile getirdi.
Bu paylaşımımla ve gelen yorumlarla ilgili bir kaç görüşümü ve bir haftada şikayetlerimin azalması ile ilgili deneyimimi sizlerle paylaşmak isterim.
Öncelikle gördüm ki Facebook’u içerik üreterek sıkça kullanmama ve sayfamda onlarca paylaşım yapmama karşın paylaşımlarımın aldığı “Beğen” tıklamalarına bakarak paylaştıklarımın okunmadığını sanmak bir yanılgymış. Her paylaşılan görülüyor, ancak farklı nedenlerle arkadaş listenizdeki kişiler “Beğen” sekmesini tıklamıyor, başkalarının paylaşımlarını ve içeriklerini tekrar paylaştığınızda bakıp geçiyorlar. Ancak özgün içerik oluşturursanız ya da doğrudan kendi yaşantınız ile ilgili bir paylaşım yaparsanız daha çok ilgi görüyor.
Takip ettiğim sosyal medya uzmanlarına göre Facebook’un ara sıra değiştirdiği haber akışı algoritmaları uyarınca bir paylaşım yaptığınızda ya da duvarınızda durum yazısı yazdığınızda ortalama ömrü aktif olarak 3 saat. Paylaştığınız yazı ya da resim duvarınızda kalmaya devam ediyor ancak haber akışında tazeliğini ve aktifliğini yitiriyor.
Ayrıca arkadaş listenizdekilerin sayfalarını düzenli olarak ziyaret edip paylaşımlarından bazılarını beğenmezseniz ya da aynı şeyi arkadaşınız sizin için yapmazsa bir süre sonra bağlantı kopuyor, ne sizin paylaştıklarınızı onlar görebiliyor ne de siz. Yani tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi sosyal medya ortamında da arkadaşlık ilişkilerinizi sürekli kılmak ve canlı tutmak için çaba sarf etmeniz gerekli. Ben bunun için arkadaşlarımın haber akışındaki paylaşımlarını mümkün olduğu kadar beğeniyor, “Like”(Beğen) sekmesini tıklıyorum.
Bazen içimden beğenmek gelmeyen paylaşım gördüğümde de aramızdaki bağlantının sürmesi için beğeniyorum. Hatta bazı tanıdıklarımca, “Kılı tüyü, otu çöpü, varı yoğu her şeyi tıklıyorsun, başımız dönüyor, seni takip etmekten vazgeçtik” eleştirilerine maruz da kalıyorum. Ayrıca Facebook’ta tek satırlık “missing posts” (kaçırılmış paylaşımlar) programcığı var, onu adres satırına yazdığınızda görmediğiniz, kaçırdığınız haber ve arkadaş paylaşımlarına erişebiliyorsunuz. Ben ara sıra kullanıyorum.
Ama az önce de yazdığım gibi, bir ilişkiyi sürdürmek çaba gerektiriyo. Ben kendi adıma bunun için elimden geleni yapacağım, hiç değilse sosyal medya ortamında. Gerçek sosyal yaşamda ise bir engel, mazeret ve bahane var çoğu zaman. Hep aynı kişileri ve sayfaları görmek istemiyorsanız arkadaş sayınızı arttırmak ve “Takip et” seçeneğini işaretlemek, beğendiğiniz sayfaları çeşitlendirmek ve “Bildirimler al” seçeneğini işaretlemek gerekiyor. İçerik paylaşmaktan çok içerik üretmek ve üretilen içeriği çok sayıda insana iletmek çalışma gerektiriyor. Sosyal medya ortamlarından biri için yazacaklarım şimdilik bu kadar.
***
Yemek borusu ve mide yanması konusuna geri dönersek, benim son bir haftada şikayetlerim neredeyse geçti. Midenize neyin dokunup dokunmadığını en iyi kendiniz keşfedebilirsiniz. Ben de öyle yaptım, vücudumu, midemi dinledim. Önce alkollü içecek tüketiminden vazgeçtim, kızartma ve yağlı yiyecekler yemiyorum. Kahveyi tamamen bıraktım, çayı daha az ve ılımasını bekleyerek içiyorum. Yemekleri ve içecekleri sıcak ya da çok soğuk tüketmiyorum.
Mümkün olduğu kadar mideyi yormayacak yemekler seçiyorum. Haşlama sebze yemeklerini severek yiyorum. Kavrulmuş çerez yerine belli sayıda çiğ badem, fındık, ceviz atıştırıyorum. Midemi tamamen dolduracak şekilde, çok yemek yemiyorum, tam doymadan kalkıyorum. Sabahları oda sıcaklığında bir bardak su içine bir tatlı kaşığı İsveç Şurubu koyup içiyorum. Zeytinsiz bir kahvaltıdan sonra gün aşırı olarak bir çorba kaşığı kekik suyu içiyorum. Kudret narı henüz hazırlanmadı, yeni mahsul bugünlerde elde ediliyormuş, taze kudret narı soğuk sıkım taş baskı zeytinyağına koyulacak, bekliyorum. Öğleden sonra 15.30-16.30 saatleri arası mutlaka ara öğün yapıyorum. Akşamları hafif yiyorum. Haber tüketiminde de siyasi içerikleri okumakta da diyet yapıyorum aynı zamanda. Sakinleştiğimi fark ettim.
Baharat tüketimini de bıraktım, Bursa’dan bir arkadaşımın tavsiyesine uyarak yemeklere karabiber, kimyon ve benzeri baharat eklemekten vazgeçtim. Kırmızı pul biber ve isot biber yemek de vazgeçtiklerim arasında. Birkaç tanıdığım “Çivi çiviyi söker ye bak iyi gelir, sen hiç Güneydoğu’da mide rahatsızlığı çeken gördün mü?” deyince sabahları zeytinyağı gezdirilmiş zeytinin üzerine dahi pul biber koyar olmuştum. İyi de, ben Urfa’da doğup büyümedim ki!
***
Bu durumla ilgili daha önce bir büyüğümden dinlediğim bir anekdot geldi aklıma.
Türkiye’nin doğu illerinden birinin bir ilçesine kaymakam atanmış. İlk kez bir doğu iline atanan kaymakam görev yaptığı ilçenin köylerini dolaşır, köylülerle sohbet edermiş. Çok sık gittiği köylerden birinde, karla kaplı köyde çocukların yarı çıplak dolaştığını, ama hiç birinin de hastalanmadığını görünce şehirde sık sık hastalanan çocuklar gelmiş aklına. Bir de hamile karısının yakında doğum yapacak olması…
Köyün yaşlılarından birine bunun nasıl olduğunu, neyin bu çocukları dayanıklı hale getirdiğini sormuş. Yaşlı adam da, “Beyim bizim çocuklar doğunca biz onları çivileriz” demiş. Kaymakam irkilmiş, “Çivilemek de ne oluyor?” demiş. Yaşlı adam, “Beyim, çocuklar kara, buza, soğuğa alışsınlar diye biz onları doğdukları zaman kar suyuna atarız, su çivi gibi buz gibi soğuktur, biz buna çivileme deriz” demiş. Bu sırrı öğrenen kaymakam sabırsızlıkla çocuğunun doğmasını beklemiş.
Kış aylarından birinde doğan erkek çocuğunu hemen kar suyunun biriktiği bir yere götürmüş, soğuk suya bırakmış sonra çıkarıp hevesle ilçedeki evine dönmüş. O gece bebek ateşler içinde kavrulmuş, evde müdahale yetmemiş ilçenin en büyük devlet hastanesine götürmüşler, bütün doktorları seferber etmişler. Ancak zavallı çocuk iki gün ateşler içinde yandıktan sonra vefat etmiş.
Kaymakam hemen kendine “çivilemeyi” anlatan yaşlıyı makamına getirtmiş. Hışımla üzerine yürüyüp olanı biteni anlatmış, “Çocuğum senin yüzünden öldü” demiş. Yaşlı adam son derece sakin bir şekilde “Beyim senin deden çivilendi mi?” diye sormuş, kaymakam sert bir şekilde “Hayır” demiş. Yaşlı adam yine sakin bir şekilde “Beyim senin baban çivilendi mi?” diye sormuş, kaymakam yine sinirli bir şekilde “Hayır” demiş. Yaşlı adam “Peki beyim sen çivilendin mi?” diye sormayı sürdürmüş. Kaymakam konuşmanın gidişatından biraz endişelenerek “Tabii ki hayır, biz şehirde büyüdük” diyebilmiş. Bunun üzerine yaşlı köylü “Benim büyük dedem çivilenmiş, dedem çivilenmiş, babam çivilenmiş, beni de çivilemişler, ben de çocuğumu çiviledim, biz kendimizi bildik bileli çivileniriz beyim” deyince kaymakam hatasını anlamanın üzüntüsü ile kendisini dışarı atmış, ilçe sokaklarında gözyaşlarını saklayarak koşmuş, koşmuş…
Siz siz olun genlerinize işlenmemiş kulaktan dolma bir bilgiyi, yöresel bir geleneği kendinize ya da yakınlarınıza uyarlamaya ya da uygulamaya kalkmayın.
Sağlık ve keyif dolu bir yaşam sizinle olsun.