Modern demokrasiler ve gerçek demokrasi 9
Yazar: Oğuz Adanır
Son kırk elli yıl içinde neredeyse kalıcı bir görünüm sunan çoğulcu ve temsili modern demokrasiler genellikle merkez sağ ve merkez sol olmak üzere iki ana politik parti etrafında halkalanmaktadır. Diğer politik görüşler nedense görece önemsiz sayılabilecek düzeyde oy alabilmektedir.
Modern demokrasilerin oluşum ya da biçimlenme aşamalarında genel ve yerel seçimler demokratik açıdan en önemli araçları oluştururken günümüzde bu niteliklerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Zira vatandaşın oy attıktan sonra ülke yönetimini politikacılara devretmesi otomatik denilebilecek bir şekilde sorunlara doğru çözümler bulunması ya da üretilmesi anlamına gelmemektedir.
Günümüzde bu toplumların büyük çoğunluğu bu tür bir demokratik yapılanma ve uygulamalardan şikayetçidir. Çünkü politikacıların giderek yanlış kararlar alıp, yanlış çözümler üretmeleri toplumların önünü kesmekte ve politikayla politikacılar giderek saygınlıklarını yitirmektedirler. Dolayısıyla gerçek bir demokrasi diyemesek bile daha olgun bir demokratik yapılanma konusunda sorgulamalar giderek yaygınlaşmaktadır.
Modern toplumlarda seçim sürecinde seçmenlerin sorunları toplum yararına en doğru ve kesin şekilde çözebilecek adaylara oy vermesi ilke olarak benimsenmiştir. Ancak politik partilerin sorunları arzulanan süre içinde ve arzulanan şekilde çözmemeleri ya da geciktirmeleri bu partilere ve adaylara olan güveni giderek sarsmaktadır. Dolayısıyla modern demokrasilerde toplumu, kamuyu ilgilendiren bütün konularda alınan politik kararlar düzeyinde yeni katılım biçimleri üretilmesi gerektiği tartışılmaktadır.
Bu tartışmalarda milyonlarca insandan oluşan seçmen kitlesinin gerek ülke gerekse yerel düzeyde alınacak politik kararlara ne şekilde katılabileceği konusunda öneriler bekleniyor. Bunun yanı sıra örneğin, taahhüt edilen işlerin gerçekleştirilmemesi durumunda milletvekili ya da bakanın istifa ederek yerini bir sonraki kişiye bırakmasından söz ediliyor. Başka bir deyişle toplumsal ya da kamusal sorunlar konusunda önemli olanın kişiler değil işin yapılması ya da sorunun çözülmesi olduğunun altı çiziliyor.
Böylelikle kamusal ya da toplumsal yararlılık adına kişilerin daha aday olma aşamasında gerektiği takdirde gitmeyi bir tür etik yükümlülük olarak kabul etmeleri şart koşulmalıdır deniliyor. Başka bir öneri milletvekilliğinin bir tür özel statülü sözleşmeli bürokrata benzemesi ve görevini yapmayanın sözleşmesi iptal edilerek aynı kadroya ikinci, üçüncü sıradakinin yine halk tarafından atanması gerekebilir diyor.
Öte yandan yine kamu yararına hazırlandığı iddia edilen projelerin konu hakkında deneyimli vatandaşların denetiminden geçtikten sonra proje niteliği kazanmaları ve projeye onay verenlerin sivil toplum örgütleri bünyesinde süreci kamu adına denetleme hakkına sahip olmaları gerektiği belirtiliyor. Zira kamunun kamu tarafından her zaman kamusal yararlar gözetilerek denetlenmemesi ve bu erozyon sürecinin giderek belirgin bir görünüm alması vatandaşın bu işe el atması gereğini gösteriyor. Başka bir deyişle politika yalnızca politikacılara bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.
Yakın bir gelecekte (halen modern toplumlar olarak adlandırmak durumunda kaldığımız oluşumlarda) politik partiler ve politikacılar ideolojik yapılanmaların ötesine geçen yani büyük ölçüde toplumsal sorunlarını görece çözmüş toplumlarda muhtemelen kamusal konularda koordinatörlükten öteye geçmeyen bir görev üstlenebileceklerdir. Başka bir deyişle bütün kamusal projelerin toplumun denetiminden geçtikten sonra gerçekleştirilmesi işlerin bürokratik boyutunu azaltırken teknokratlara daha çok sorumluluk düşebilecektir.
Bu tür toplumlara daha çok Batı Avrupa ve Anglo-Sakson ülkelerinde rastlandığı söylenebilir. Bunlara Baudrillardın ifadesiyle toplumsalın sona erdiği ve sistemin devreye girdiği toplumlar da denilebilir. Politikanın ve politikacıların kamusal işlevlerini büyük ölçüde yitirdikleri bu toplumlarda geçmişte ortaya çıkmış ve günümüzde geçerliğini, özünü yitirmiş herhangi bir politik, ideolojik görüşün sistemde en ufak bir değişime yol açamaması nedeniyle seçim ve benzeri her türlü etkinliğin toplumu maddi açıdan zarara sokmaktan başka bir işe yaramayacağı söylenebilir. Bu noktaya gelmiş bir toplum örneğin, Internet üzerinden yapılacak bir yoklama ya da onaylamayla yöneticilerini özgeçmişleri ve gerçekleştirdikleri projelerden yola çıkarak belirleyebilir.
Yeni kararlara katılım biçimleri üretmek gerektiği doğru ancak bunların aynı zamanda uygulanabilir olması gerekiyor. Tabii bir de bu noktaya gelmemiş, politikanın hala görece bir içerik, bir biçime sahip olduğu; kolektif sorunlarını henüz çözmemiş (Türkiye, Brezilya, Güney Kore, Çin, Hindistan vs) toplumlar dünyadaki çoğunluğu oluşturduğundan bu toplumların demokrasi arayışlarında yepyeni oluşumlarla karşılaşma olasılığından söz edilebilir. Bu toplumlar da evrensel demokrasi ilkelerini kendi yerel bağlamlarında en kısa süre içinde nasıl yaşama geçireceklerini belirleyebilirler, ancak iş uygulamaya gelince nelerle karşılaşılacaktır?
Öte yandan dünyadaki tüm ülkeler ya da büyük çoğunluğun gerçekten demokrasiyle yönetilme gibi bir sorunu var mıdır? Örneğin, bu tür toplumlar demokrat olmaya zorlanabilir mi? Gerçek demokrasi diye bir şeyden sözcüğün gerçek anlamında söz edebilmek mümkün müdür? Yoksa modern demokrasiler de ortaya çıktıkları coğrafyalarda günümüzde giderek hızlanan bir erozyon sonucu zaman içinde demokratik sayılamayacak başka türlü yönetim biçimlerine doğru kayabilir mi?
Sonuç olarak bütün bunların gelecek kuşakların başlıca sorunları arasında yer alacağı söylenebilir. Demokrasinin en azından görece bilinçli toplumların kolektif akıl sağlığına en uygun düzen olduğu söylenebilir, ancak demokrasilerin başına gelenlere bakarak bu işlerin sonsuza dek bu şekilde sürüp gidebileceği söylenebilir mi?