Modern demokrasiler ve gerçek demokrasi 6
Yazar: Oğuz Adanır
Bir gün modern demokrasilerin gerçek ve doğru tarihinin yazılıp yazılamayacağını bilemediğimizden bu düzenlerin başlangıcı ve bugünü konusunda ancak bildiğimiz kadarıyla özet bir açıklama yapabiliriz.
Daha önce de söylediğimiz gibi bir Ortaçağ düşünce yapısı ve büyük ölçüde feodal bir yaşam biçiminden modern demokratik bir düzene geçiş son derece sancılı ve zor olmuştur. Her yenilik gibi halklar Aydınlanma, modernleşme ve demokratikleşme sürecine de direnmişlerdir. Aydınlar ve politikacılar halkları bir güruh, bir yığın, bir cemaat aşamasından alıp bir toplum aşamasına getirmeye çalışmışlardır. Başka bir deyişle hakları - özgürlükleri belirsiz bir konumda bulunan insanları haklar ve özgürlükler kadar görev ve yükümlülükleri olan insanlara dönüştürmeye, yani onları modern bir toplumun bireyleri haline getirmeye çalışmışlardır.
Bu direnmenin eğitim, maddi koşullar ve demokrasi mücadelesiyle belli ölçüde kırılması sonucu bu ülkeler dünyanın dikkatini, ilgisini üzerlerine çekmeye başlamışlardır. Belki de dünyanın gösterdiği bu ilgi onların kendilerini sorgulaması ve demokratik yapının sağlamlaşması konusunda önemli bir katkıda bulunmuştur. Zira modern toplumların ilk baştan itibaren dünyaya kendi bilimsel, teknolojik, kültürel, toplumsal, demokratik düzenlerini, vs dayatmayı çok sevdiklerini ve bu konuda ellerinden geleni yaptıklarını biliyoruz.
Başka bir deyişle dünyaya modellik etmeyi seven modern demokratik toplumlarda 20. Yüzyılın ikinci yarısına kadar sağ ve sol, sosyalizm ve kapitalizm, burjuvazi ve proletarya, vb ikili karşıtlıklar üzerinden bir iktidar ve muhalefet mücadelesi hiç duraksamadan sürmüş, ancak bu tarihten sonra deyim yerindeyse modern demokrasiler yorgun düşmüşlerdir. Belli bir toplumsallaşma mücadelesiyle belli bir noktaya ulaşan modern tüketim toplumları ulaştıkları bu maddi refah, eğitim, kültür düzeyi, vs nedeniyle artık politika yani haklar - özgürlükler, görevler - yükümlülükler üzerinden mücadele etmeyi olabilecek asgari düzeye neredeyse sıfır noktasına indirmişler, politikadan iyice soğumuşlar, ona karşı giderek duyarsızlaşmışlardır. Bunu başka bir şekilde ifade etmek gerekirse politika ve toplumsallaşma süreci görece sona erdiğinden politikacılar ve kitleler sistemin varlığını sürdürmesi, ayakta kalması için çabalamaya başlamışlardır.
Öyleyse bu toplumların artık dünyaya bilinçli denebilecek bir şekilde modellik etme misyonlarını yitirdikleri, kendi kabuklarına çekilerek, kendi yağlarıyla kavrulmaya başladıkları, ancak bu arada dünyayı ellerinden geldiğince etkilemeye çalışmaktan hiç geri durmadıkları söylenebilir. Zira ekonomilerinin bir bölümünü halen bu imaj kavramına borçludurlar.
Doğrusunu söylemek gerekirse modern demokrasiler koltuk değnekleriyle yürüyen yaşlı insanlara benzemişlerdir. Demokrasiye karşı gösterdikleri bu duyarsızlık politikacıları herhangi bir ideolojik düşünceye dayanarak politika üretmekten/yapmaktan alıkoymakta ve güncel, moda kavramlar, terimlerle ifade edilen sorunlar çerçevesinde seçmenleri oyalamaya yönelik söylevler üretmeye itmektedir. Toplumsal boyutunu yitiren politikanınsa bir gösteriye (özellikle ABDde seçimler sırasında çok somut bir şekilde tanık olunduğu gibi bir show bizze) dönüştüğü görülmektedir.
Yüzyıllar süren bir demokratikleşme mücadelesi kimilerine göre yarım yamalak belli bir düzeye getirilmekle birlikte (bir kez daha Nazizm ve Faşizmin demokrasilerin ürünü olduklarını unutmadan) nihayete erdirilememiştir. Başka bir deyişle kimi çağdaş düşünürler modern toplumların gerçek anlamda bir demokrasi oluşturamadıkları görüşündedirler. Örneğin, Fransa konusunda parlamenter monarşi sık sık kullanılan bir deyimdir. Bütün eksiklik ve sorunlarına karşın yine de zaman içinde belli bir demokrasi kültürünü benimseyen hatta kalıcı hale getirmeye çalışan, en azından mevcut demokratik yapının her geçen gün dejenere edilmesine karşı mücadele eden kesimler olduğunu biliyoruz. Bunlar nereye kadar direnebilecekler bilemiyoruz, ancak işler öyle bir noktaya geldi ki, sanki yeryüzünde demokrasinin geleceği diğer toplumların demokratikleşmesine bağlı bir sorun haline geldi.
Modern toplumlar en azından yeryüzünde bugüne kadar görülmüş insan hak ve özgürlüklerine görece en çok saygı duyan çağdaş bir demokratik düzenin temellerini atmışlar, ancak günümüzde giderek daha çok tökezler hale gelmişlerdir. Söz gelimi, Avrupa Birliğinin temel amaçlarından biri de bu tökezlemeden kurtulmaktır, ancak herkes bu işin (olabilirse tabii) sanıldığı kadar kolay başarılamayacağının bilincindedir.
Görüldüğü gibi bugün demokrasi sorunu modern demokratik toplumlardan çok demokrasi, demokratik bir düzen oluşturmak isteyen diğer toplumların sorunu haline gelmiştir. Yeryüzünde ortaya yeni güçlü demokrasilerin çıkması modern demokrasilere taze kan pompalayacak ve demokrasi ülkeler arasında bir tür interaktif süreç haline gelecektir. Gerçek bir demokrasiye benzeyen bir düzen oluşturabilen ülkeler tüm dünyaya bu konuda modellik, önderlik yapabilecektir.
Modern demokrasiler modellik etme yetilerini kaybettilerse ya da kaybetmek üzereyseler diğerleri bu işi nasıl başaracaktır. Modern demokrasilerin başlangıç noktasına gidildiğinde insan hakları - özgürlükleri, görevler - yükümlülükler konusunda ideal olarak nitelendirilebilecek ilkeler oluşturulduğu, ancak zaman içinde bunlardan uzaklaşılıp başka yönlere doğru gidildiği görülmektedir. Öyleyse başlangıç ilkeleri diğer toplumlara nasıl bir demokratik düzen oluşturabilecekleri konusunda bir fikir verebilir. İstedikleri takdirde özgün bir demokratik model üretmelerini sağlayabilir.
Dünyanın en önemli dört ekonomik gücünden ikisi yani Japonya ve Çin (hatta Brezilya, Güney Kore, Türkiye vs) modern demokrasilerin ulaşmış oldukları demokratik standartların pek çoğunun yanına bile yaklaşamamaktadırlar. Öyleyse bir kez daha yinelemek gerekirse sorun dünyaya ekonomik anlamda kendilerini dayatmaya çalışan yükselişe geçmiş ülkeler ve diğerlerinin sorunudur. Daha doğrusu modern demokrasiler demokrasiyi diğerlerinin sorunu haline getirme konusunda belli bir çaba harcamaktadırlar, ancak bunun çok yetersiz kaldığını, bizzat bu ülkelerin halklarının - eğer istiyorlarsa tabii - bu mücadeleyi sürdürmek zorunda olduklarını artık kesin bir şekilde kabul etmek gerekiyor.