Modern demokrasiler ve gerçek demokrasi 3
Yazar: Oğuz Adanır
Avrupada modern demokrasilerin ortaya çıkmasından önce monarşiler ya da aristokrasilerin metafizik ve maddi evren konusunda aydınlanmış seçkinleri vardı. Bunlar genellikle (Evrensel Batı Roma ya da ülke) Kilisesine ait kurumların en üst kademelerini işgal eden çoğunlukla aristokrat ailelere mensup insanlardı. Bu ilim ve irfan sahipleri toplum içinde saygın bir yere sahiptiler.
Modern burjuvazinin palazlanmasına koşut bir şekilde yerleşik bilgi ve bilinçlenme düzenine yavaş yavaş muhalefet etmeye başlayan Galilei, Pascal, Descartes, Rousseau, Montesquieu, Newton, Hobbes vs birçok düşünür ve bilim adamıyla karşılaşılmaktadır. Fransada Aydınlanma çağının belki de en önemli temsilcileri sayılabilecek Ansiklopedistlerden pek çoğunun kitapları ve çalışmaları kent meydanlarına yığılarak yakılmıştır. Başka bir deyişle modern burjuvazi dünyayı değiştirebilmek adına toplumu aydınlatmak gibi bir görevi de üstlenmek durumunda kalmıştır. Bu işi başarabilmek için kendi aydınlarını ya da bir İntelijentsia oluşturmak zorunda kalmıştır.
Geçmişe özgü Ortaçağ kalıntısı yerleşik değerler ve düşünce yapısını değiştirebilmek amacıyla olağanüstü bir çaba harcamak zorunda kalmıştır. 19. Yüzyılın son çeyreğine kadar bilimsel, nesnel bilgi hala küçük bir azınlığın tekelindedir. Lise ve üniversiteyi kapsayan örgün bir laik eğitim ve öğretim süreci 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde başlayacaktır. 18. ve 19. yüzyıllar çok sağlam bir modern nesnel bilimsel düşüncenin biçimleneceği yüzyıllar olacaktır.
İngilterede örneğin, Newton gibi bir bilim adamı günümüz pop starları kadar ünlenmiştir. Toplumun zihinsel evreni ve yaşadıklarına ışık tutan Jack London, Emile Zola vs gibi isimlerin romanlarını tefrika halinde yayınlayan yayınevi matbaalarının önünde her fasikülü merakla bekleyen kilometreler boyunca okuyucu kuyrukları oluşmuştur. İngiltere ve Fransada 19. Yüzyıl boyunca yeraltında basılan ve Mavi kitaplar olarak adlandırılan muhalif öyküler, romanlar yüz binlerce insan tarafından okunabilmiştir. Zira mevcut sistemler 19. Yüzyıl ortalarında okuryazar insan oranını yüzde elli ila yaklaşık yüzde seksen arasında değişen oranlara çıkartmışlardır.
Ancak bütün bu süreç muhafazakar aristokratlar ve kilisenin yanı sıra muhafazakar burjuvaların da katkısıyla devrimci, ilerici, idealist, laik burjuvaziye karşı sürdürdükleri bir mücadelenin yanı sıra; öğretmen ve öğretim elemanları tarafına bakıldığında maddi ve manevi açıdan olağanüstü kötü ve zor şartlar altında gerçekleşecektir. Bu alanda belli bir yaygınlaşma ve iyileşme ancak 1870lerden sonra görülebilecektir.
Yaklaşık yüzyıl süren bir lise ve yüksek öğretim mücadelesinde aydınların temel görevi toplumu bilinçlendirmek ve içinde bulunduğu zihinsel, düşünsel bataktan kurtarmaktır. Bir bakıma aydın kendisi değil toplum için yaşamak zorunda olan bir bireydir. Zira onun kurtuluşu toplumun kurtuluşuna bağlıdır. Bu ülkelerde aydınlar ancak toplumun geneline nitelikli bir lise eğitimi kazandırdıktan sonra (20. Yüzyıl) görece bir rahatlama hissetmişlerdir. Çünkü içinde yaşadıkları ve müthiş bir direniş gösteren Ortaçağ zihniyetinden, düşünce yapısından ancak o zaman büyük ölçüde kurtulabilmişlerdir.
Öyleyse aydınlar olmadan modern bir burjuvaziden söz etmek ne kadar zorsa modern bir burjuvazi olmadan modern aydınlardan (ve sanatçılardan) söz etmek de o kadar zordur. Modern burjuvaziler ölçülü, akılcı bir şekilde düşünebilen bir toplum oluşturdukları takdirde ekonomik, teknolojik, politik ve kültürel alanlarda da büyük atılımlar yapabileceklerini ve oluşturdukları düzeni koruyup, sürdürebileceklerini anlamışlardır.
Bunun en önemli göstergesi 19. Yüzyılın son çeyreğinden günümüze bu ülkelerin ilköğretimden üniversiteye yaptıkları muazzam yatırımlardır. Bugün de bu süreç belli aksamalarla da olsa sürüp gitmektedir. ABD 19. Yüzyılda yaptığı muazzam bir eğitim ve öğretim hamlesiyle (binlerce denilebilecek kadar çok iki ve dört yıllık yüksek öğretim kurumu, meslek okulu vs açarak) 20. Yüzyılda dünyanın yazgısını belirleyecek belki de en önemli ülke olacağını haber vermiştir. Bütün bu ülkelerin eğitim sistemlerindeki en önemli sorun niceliksel değil niteliksel bir eğitim düzeni oluşturabilmektir, zira güç olan budur. Ancak demokrasi bunu zorunlu kılmakta ve toplumları zoru başarmaya itmektedir.
Özetle aydınlar yaklaşık iki yüzyıl gibi bir süre boyunca demokratik değerleri ve erdemleri önemseyip bunları toplumun diğer kesimlerine benimsetme ve özümsetme yolları keşfetmeye çalışmışlardır. Ne ölçüde başarılı olduklarını soracak olursak toplumun belki yarıdan biraz fazlasına bu değerleri, erdemleri belli ölçülerde kazandırabildikleri için günümüzde bu toplumlar halen modern demokrasinin kaleleri gibi algılanmaktadır.
Sonuç olarak, demokrasiyle yönetilmek isteyen toplumların demokratik aydınlardan, sanatçılardan vazgeçmeleri söz konusu değildir. Oysa bu toplumlarda da aydınlar kendiliklerinden aydın ve demokrat olmamışlardır. Öncelikle zihinsel bir özgürlük ve esnekliğe sahip olmayı ve dünyaya daha geniş bir pencereden bakmayı öğrenmeleri, demokrasi öncesi toplumların içinde bulundukları durumu anlamaları ve geleceği bu çerçevede öngörüp şekillenmesine tüm güçleriyle katkıda bulunmaları gerekmiştir. Demokrasilerden söz edildiği sürece aydınlar ve aydınlanmadan söz etmek bir tür zorunluluğa benzemektedir.