Modern demokrasiler ve dini inançlar 5
Yazar: Oğuz Adanır
Bilindiği üzere eşitlik ve özgürlük ilkesi üstüne oturdukları söylenebilecek modern demokrasilerde inanç özgürlüğü istemek bir ayrıcalık talebinden başka bir şey değildir. Bu ayrıcalık talebi eşitlik ve özgürlük ilkesine aykırı olup, bu tür bir talepte bulunan insanların inançlarını diğer yurttaşlara dayatmak, yasal ya da yasal olmayan bir şekilde zorla kabul ettirmek istedikleri yani antidemokratik denilebilecek bir davranış sergiledikleri görülmektedir.
Tüm modern demokrasilerin oluşum süreçlerinde dini inançlar kısa bir süre içinde bu düzenle uyumlu bir birliktelik sergilemişken, demokrasi kavramının özümsenemediği, sindirilemediği kimi toplumlarda bir sorun olmayı sürdürebilmektedir. Dini inançlar modern demokrasilerde akılcı bir yaklaşımla düzene uymuştur. Bireysel haklar ve özgürlükler alanında bu toplumsal sorun özetle yaşamın özel ve kamusal olmak üzere ikiye ayrılmasıyla çözümlenmiştir. Yasa koyucu kişisel mahremiyeti (bunlardan biri de dini inançlardır) bireysel yani özel alan olarak kabul etmiş ve örneğin yurttaşların kendi evleri ya da özel yaşam alanlarında bir suç oluşturmamak ve başkalarını taciz etmemek ya da suç kapsamına girecek bir fiilde bulunmamak koşuluyla inançlarına, giyinmesine, soyunmasına, uyumasına, yemesine, içmesine vs karışmamak kuralını getirmiştir.
Oysa kamusal alan demek bir toplumu oluşturan tüm yurttaşların bir araya geldikleri okullar, üniversiteler, resmi daireler, hastaneler, belediyeler vb yaşam alanlarında eşitlik ve toplumsal barış ilkesi çerçevesinde bir araya gelmesi demektir. Yasalar bu eşitlik ilkesine boyun eğmek durumunda olduğundan hiç kimse inancını ya da inançsızlığını, ateizm ya da çok tanrılı dinler, inanç düzenlerinin bir mensubu olduğunu diğerlerine dayatmamakla yükümlüdür. Zira bu eşitlik kuralının bozulması bir dayatma anlamına gelmektedir.
Hiç kimse çalıştığı kamusal nitelikteki bir kurumda kılık ve kıyafetiyle diğerine ben şu ya da bu inanç sistemine aidim beni böyle kabul etmek zorundasınız deme hakkına sahip değildir. Zira bu durumda herkes bu eşitlik kuralını bozma hakkına sahip olacağından o kamusal alana yarı çıplak gelmek ya da giysileri üzerine örneğin ateist olduğunu, herhangi bir dine inanmadığını yazmak isteyecek birini yasal olarak engelleyemezsiniz ki, bu durumun bir anarşiye yol açması kaçınılmazdır. Zira insanlar örneğin, sekiz saat boyunca giyim kuşamıyla mensubu olduğu dini inanç ve sergilediği karakter arasında büyük çelişkiler gözlemledikleri bir kişiye tahammül etmekle yükümlü değildir.
Modern demokrasiler dini inanç ve giyim kuşam sorununu iffetli ve belli bir estetik anlayış ürünü olan çağdaş bir sivil giyim kuşam biçimiyle çözmüştür. Kamusal alanda dekolte olmayan ya da diğer çalışanları rahatsız etmeyecek bir giyim kuşam yönetmeliği oluşturulmuş ve sorun bu şekilde çözülmüştür. Demokrasilerin görece yoksul oldukları dönemlerde gündelik giysilerin üstüne uzun önlükler giyilmiş ancak giderek liberalleşen toplumların onayıyla zaman içinde bu uygulamaya (örneğin, teknik ve tıbbi laboratuarlar vs dışında) bir son verilmiştir.
Öyleyse mevcut modern demokrasilerde akılcı düşünceyle bağdaşmayan bir inanç anlayışının ürünü olan giyim kuşam biçimi bu inanç sistemi ya da sistemlerine ait olmayan tüm diğer yurttaşların hak ve özgürlüklerini çiğneyen, onları yok sayan antidemokratik bir dayatma biçimi olarak nitelendirilebilir. Aksini iddia etmek demokrasi ilkelerine aykırı hareket etmek demektir. Modern demokratik bir toplum olmak isteyen bir topluluk modern demokratik bir toplumun görünüm ve niteliklerine sahip olmalıdır. Geçmiş çağlara özgü bir giyim kuşam biçimi modern demokrasileri temsil edemez. Çağa uymak, çağının insanı olmak, çağdaş olmak, çağdaşlık gibi terimler ve deyimler bu yüzden üretilmiştir.
Giysi biçimsel bir nesnedir, ancak o belli bir düşünce yapısı ya da zihniyetin ürünüdür. Öyleyse giysi yalnızca bir biçim değil belli bir düşünce yapısı ya da düşünsel içeriği ifade eden bir biçimdir. Modern demokrasilerde muhafazakarlık kavramı zaman içinde oldukça değişmiştir. Çünkü geçen bu zaman içinde muhafazakar politikacılar çağdaşlık ve çağ dışılık kavramları üzerinde düşünmek ve muhafazakarların çağdışı insanlar olarak algılanmasını önlemek amacıyla bu kavrama yalnızca belli konu ya da noktalarda vurgu yapmaları gerektiğini anlamışlar ve çağdaş bir düşünce yapısına sahip olduklarını göstermeye çalışmışlar, bunu kanıtlamak amacıyla da biçimsel bir olgu olan giyim kuşam konusunda kadınlı erkekli abartılı olmayan çağdaş bir yaklaşım sergilemişlerdir.
Sözcük anlamında muhafazakarlık maddi ve manevi yaşam alanlarındaki değişikliklere karşı çıkan bir zihniyete sahip olmak demektir. Dolayısıyla geçmişin değerleriyle geleceği yaratabilmek olanaksızdır. Gelecek kendi değerlerini yaratmakla yükümlüdür. Geleceğe gitmek isteyen bir toplum yaratıcı olmaya mahkumdur. Bugüne kadar modern demokrasilerde hiçbir muhafazakar politik parti toplumun geleceğe doğru ilerlemesini (örneğin, 20. Yüzyılda çıkartılmış iki Dünya Savaşına karşın) engelleyememiştir.
Türkiye gibi maddi, teknolojik ve düşünsel açıdan çağ atlama noktasına gelmiş bir ülkenin hızla geleceğe doğru ilerlediği ve geleceğin doğuracağı sonuçlardan kaçamayacağı görülecektir. Tüm toplumsal kesimlerin modern, çağdaş bir gelecek beklentisi içinde olduklarını yadsıyabilmek olanaksız olup, modern bir geleceğin her kesim tarafından farklı bir şekilde algılandığı ya da düşlendiği gibi bir düşünceye inanmamız beklenmektedir. Oysa bu mümkün değildir, çünkü gelecek kendi oyun kurallarını da birlikte getirir. Günümüzde olup bitenler kendilerini muhafazakar ya da sözde muhafazakar olarak nitelendiren kesimlerin değiştirilmesi olanaksız olduğunu gördükleri ya da hissettikleri bu gelecek karşısında gösterdikleri son direniş dönemleri ya da yıllarıdır. Akılcılık, zeka, düş gücü, yaratıcılık ve illüzyon üretme potansiyeli bu türden engellemelerin her zaman ve her yerde üstesinden gelmiştir.