Demokrasi kültürü - 4
Yazar: Oğuz Adanır
Çağdaş demokratik ülkelerde yaşamış ya da yaşayan insanlar bu rejimin bir sınırsız özgürlükler sistemi olmadığını aksine mevcut özgürlük ortamının son derece ciddi ve sıkı bir düzen ve disiplin anlayışını zorunlu kıldığını bilirler.
Çağdaş demokrasilerde en küçük toplumsal birim aile değil bireydir. Bu toplumlarda da birey bir aile içinde dünyaya gelmekle birlikte bu bireyin algılanma biçimi geleneksel yaşam alışkanlıklarına boyun eğen toplumlardaki gibi değildir.
Bu toplumlarda demokrasi kavramını özümsemiş ve içselleştirmiş aileler daha doğduğu andan başlayarak bebeğe neredeyse olgun bir insan muamelesi yapmaktadırlar. Onun düzenli ve disiplinli bir beslenme, uyku, gezme, oynama, sevilme, vs düzenine sahip olması gerektiğini tanıdıklar, akrabalar ya da misafirlerin bu düzeni (bir seveyim, öpüp koklayayım, mıncıklayayım, vs gibi) bozmaması gerektiğini düşünmektedirler.
Çocuk yerken, uyurken ya da oynarken rahatsız edilmemesi gereken bir büyük gibi görülmekte ve laf söz dinlemeye başladığı andan itibaren kendisine yarı duygusal yarı akılcı bir yöntemle yaklaşılarak toplumda yalnızca insan olduğu için kendisine saygı duyulmaya değer bir varlık gibi davranılmakta, dolayısıyla çocuk da yaşamının ilk yıllarında çevresinde gördüğü ve görmediği herkesin saygı duymaya değer varlıklar olduğu görmeye, algılamaya ve zamanla kavramaya başlamaktadır.
Çocuğun önce kendine saygı duyması kendi işini kendisinin görmesi için üstüne döke saça yemek yemesine izin verilmekte, giysilerini, ayakkabılarını tersi giymesine kızılmamakta ve zamanla doğruları öğrenmesine yardımcı olunmaktadır. Zira o toplumlar insanın doğuştan insan olamayacağını, insan yavrusunun muazzam bir emek, çaba, özveriyle bir insana dönüştüğünü bilmektedirler ama insan yavrusu olmaktan insan olmaya giden yolun hem çocuk hem yakınlar için çok engebeli bir yol olduğu herkesin malumudur. Zira zaman içinde çocuk her insan görünümlü varlığın saygı gösterilmesi gereken bir varlık olmadığını anlamaktadır.
Örneğin, bu toplumlardan birinde bir küçük çocuk lunaparkı ve bahçesini toplu halde, sınıf olarak ziyarete giden (4-6 dolayındaki) çocukların çarpışan kahve tasları şeklindeki oyuncaklara binerken tıslarını çıkarmadan sıralarını beklediklerini, hepsinin aynı anda binmesi mümkün olmadığından ikiye bölündüklerini, birinci turda oyuncaklara binen çocukların en ufak bir itiraz ve direniş göstermeden yerlerini bekleyenlere bıraktıklarını ve daha sonra sıra yeniden kendilerine geldiğinde arkadaşlarının da aynı oyuncakları ikinci kez binmek üzere birincilere bıraktıklarını görebilirsiniz.
Okullarda kalabalıklar halinde sürü psikolojisine boyun eğen çocuklara karşı eğitim sistemi onları olgun birer insan gibi görmekte ve kendilerine her gün yerlerine getirmeleri gereken sorumluluk ve yükümlülükleri hatırlatmakta, dolayısıyla demokrasinin temel ilkelerinden birinin bu sorumluluk ve yükümlülük bilincinin farkına varılmasını sağlamak olduğu görülmektedir.
Demokrasi her şeyden önce bir kültür-zihniyet olgusudur. Kültür ve zihniyet bize göre bir paranın iki yüzü gibidir; kültürü biçim (davranışlar, tavırlar, vs) zihniyeti bu biçimin içeriği (düşünce ve duygu birlikteliği, vs) olarak algılamak gerekir. Demek ki çocuk demokratik ortam ve çevrelerde yetişirse demokrasiyi bir kültür ve düşünce biçimi olarak benimseyebilir, özümseyebilir ve uygulayabilir. Bu düzende insanların birbirlerine karşı duydukları saygı aralarında kurdukları ilişkilerde belli bir mesafe bilincinin varlığını da zorunlu kılmaktadır. Daha en küçük yaşlardan başlayarak özellikle de okulda bu insanlara çoğu zaman Bay ve Bayan şeklinde seslenilmekte, kendilerinden bu kişilik tanımına uygun bir şekilde davranmaları beklenmektedir. Belli bir yaşa geldikten sonra (örneğin lise çağı) bu insanlar kendilerini yetişkin, kendi ayakları üstünde durması gereken bir varlık olarak görmeye başlamakta ve en kısa süre içinde aile ve topluma yararlı bir varlık şeklinde davranmaları gerektiğini düşünmektedirler. Sonuç olarak bu toplumlar bireylerinin sırtında yükselirken bireyler de bu toplumlar sayesinde birey olmayı başarmaktadırlar.
Oysa geleneksel toplumlardaki belirleyici unsurun aile ve sahip olunan hiyerarşik yapı olduğunu, ailenin nerdeyse askerlik ya da gelinlik çağına gelene kadar genç aile bireylerini olgunlaşmamış birer çocuk gibi gördüklerini söylersek sanırım kimse tersini iddia etmeyecektir. Toplum genelinde geleneksel değerlerin ağır basması durumunda toplumun bir türlü büyüyüp, olgunlaşamayan, yalancı ya da ikiyüzlü bir biat kültürü ve zihniyetinin varlığını sürdüren, mesafe bilincinden yoksun insanlar ordusuna benzemesine yol açtığı görülmektedir. Buradaki ahlaki değerlerin çoğu kez göstermelik ve insanın gündelik yaşamdaki davranışlarını belirlemekten uzaktır. Burada çocuksu nitelikte tam bir kandırmaca düzeninin varlığından söz edebilmek mümkündür. Modernleşmek, çağdaşlaşmak isteyen bir toplum demokratik değerleri, demokrasi kültür ve düşünce biçimini yadsıyamaz aksi takdirde yalnızca görünümü modern kafası dogmalarla dolu anti-demokrat bir topluma benzer.