Bir İzmir Rüyası
Yazar: Öykü Bolulu
Öykü'nün bu öyküsü, İZFAŞ'ın 82. İzmir Enternasyonal Fuarı sırasında yayımlayacağı kitapta yer alacak...
Birinci sınıfı bitirdiğim yıldı. Artık sadece resimlere bakmakla kalmıyor, okuyor ve de yazabiliyordum. Okula giderken her gün önünden geçtiğimiz Kültürpark’ın Basmane Kapısı’ndaki bir sözcük beni oldukça zorluyordu: Enternasyonal...
Yine elimde defter kalem yazmaya çabalarken, beni gören dedem merakla sordu ne yaptığımı. Anlatınca önce biraz güldü ama her zamanki sevgi dolu sesi ve bakışlarıyla konuşmaya başladı. Önce o sözcüğün anlamını bilmem gerektiğini, yoksa o sözcüğü yazıp doğru söyleyebilmenin hiçbir önemi olmadığını anlattı.
Enternasyonal, “uluslararası” demekmiş; Uluslararası İzmir Fuarı... Her yıl, okullar açılmadan önce Kültürpark’ı rengarenk, cıvıl cıvıl bir yaşam alanına dönüştüren fuarımızın kapılarının bütün dünyaya açık olduğunu belirten bir sözcük...
Emekli öğretmen olan dedem, elbette sadece sözcüğün anlamını öğretip gitmedi yanımdan. Duvarlardaki bütün rafların kitaplarla dolu olduğu çalışma odasına götürdü beni elimden tutarak. Büyükçe bir kitap açtı, içinde eski fotoğraflar vardı. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın fotoğrafları... Sabırla anlattı, her fotoğrafı tek tek inceleyerek.
Kentimizin Fuarı, Cumhuriyetimizin kuruluşundan da eskiymiş meğer. Tabii ki bu önemli fuarın da ilk temellerini Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk atmış. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın doğuşu, 17 Şubat 1923’te, henüz Cumhuriyet ilan edilmemişken Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle İzmir’de toplanan İzmir İktisat Kongresi’ne uzanıyormuş. İktisat Kongresi ile aynı zamanda bir ticari ürünler sergisi düzenlenmiş. Burada, el tezgahı ve küçük sanayi ürünleri; Isparta, Kula, Gördes, Uşak kilim ve halıları, yağ ürünleri, sabunlar, makarna ve unlu yiyecekler, kolonyalar, helvalar, ihraçlık pamuklar, ayakkabı, mobilyalar, deri ürünleri, tarım araçları, kiremit, tuğla, maden örnekleri, tütün, sigara, şarap örnekleri, kereste çeşitleri sergilenmiş. Siyah-beyaz fotoğraflarda o günlerin sade güzelliğini görmek çok heyecan vericiydi.
Benim ilgimi en çok, fuarın Kültürpark’taki bugünkü yerine taşınması ilgimi çekti. Bir keresinde İstanbul’dan uçakla dönerken, binaların ortasında yemyeşil görünen Kültürpark’ın eski fotoğraflarını görünce çok şaşırdım. 1922 İzmir Yangını’nda kül olmuş mahallelerin bulunduğu ve sonraki yıllarda şehrin ortasında bir pislik ve derbederlik yuvası haline gelmiş bu alana, bugünkü fuarın temelleri 1 Ocak 1936’da törenle atılmış. 360 bin metrekarelik alan kentin ortasında bir cennet vahaya dönüştürülmüş.
Dedem anlattıkça daha iyi anlamaya başlamıştım Fuarımızın ülkemiz ve kentimiz için neden bu kadar önemli olduğunu. Bu yüzden kentimizin kurtuluş günü olan 9 Eylül’e denk getiriliyordu demek ki fuar günleri... Eskiden bir ay sürermiş fuar. Gözlerinde o günlere özlemi kolaylıkla hissediliyordu dedemin. İzmir dışından gelen konuklarla dolup taşarmış dedemlerin evi. Bilgisayar, televizyon olmadığı için ilk kez fuardaki ülke pavyonlarında görürlermiş dünyada neler olup bittiğini, gelişmeleri, fuar ziyaretçilerinin ayağına getirirmiş dünyanın dört bir yanındaki yenilikleri. Lunaparkta bugünkü kadar çok oyuncak yokmuş ama dönmedolaba binip tepede kalmak en büyük korkuları ama aynı zamanda en büyük istekleriymiş... Kadrolarıyla birbiriyle yarışan gazinoların kapılarında beklerlermiş ünlü bir yüz görmek için. Dedem, “Ama ben en çok sihirli aynaları severdim, karnımızı tuta tuta gülerdik şekilden şekle girerken...” dedi keyifle gülerek.
Dedemle birlikte gülmeye başlamıştık ki babam girdi odaya, kulak misafiri olmuş söyleşimize. “Hadi bakalım, baba-kız birlikte gidelim dedenin şu meşhur fuarına, sihirli aynalarına” dedi. Sevinçle fırladım dedemin kucağından. Yol boyunca aklımda hep dedemin anlattıkları vardı. İlk olarak sihirli aynalara girmek istedim. Şişman, zayıf, upuzun, cüce halime gülerken birden babamın yok olduğunu gördüm, başka bir yerdeydim ama tanıdık geliyordu her şey. Dedemin gösterdiği fotoğraflardaki gibiydi çevremdeki her şey. Gazino kapılarında rengarenk ışıklarla isimler yazıyordu. Arkamda, ağaçların arasından minik bir tren geçiyordu. Çocuklar, ellerindeki balonları sıkı sıkıya tutuyorlardı, gökyüzüne doğru uçup giden diğerlerinin arasına karışmasın diye. Bir yandan merakla çevreme bakarken bir yandan da endişeyle babamı arıyordu gözlerim. Ama korkmuyordum, sanki çevremdeki herkesi tanıyor gibiydim. Kendimi bir gazinonun içinde buldum sonra. Tonton bir amcanın kucağında sahnedeydim, “Kim bu güzel kızın anne-babası?” diye soruyordu elindeki kocaman mikrofonla. Babamın telaşla bize doğru yürüdüğünü gördüm. Ağlamaya başladım, babam biraz mahcup, gülümseyerek gelirken.
Babam sarıldı, güven dolu yumuşacık sesiyle kulağıma fısıldadı:
“Tamam kızım, geldik bak fuara, hadi uyan artık! Ne de güzel uyudun yol boyunca! Fuarı gezmek için iyi enerji depoladın doğrusu. Hadi bakalım, eğlence bizi bekliyor!”
Aklımın ve kalbimin fuarda kaldığı o güzel günün üzerinden koskoca sekiz yıl geçti göz açıp kapatıncaya kadar. Kim bilir, belki yıllar sonra ben de çocuğumun elinden tutup renkli düşlerle dolu bir eğlenceye götüreceğim, güzel İzmir’i ziyaretçilerine daha da sevdiren, Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi olan fuarımıza.