Türkiye’nin genel ruh halini tek kelime ile nasıl açıklarsınız? Sağlıklı bir toplum olmadığımız kesin, okuyan ve okuduklarını analiz edebilme yeteneğimiz yetersiz, dedikoduyu severiz, bilgi edinmeyi bir başkasındasn dinleyerek yaparız.
Hele ki günümüzde teknolojinin ele avuca sığmaz yükselişi nedeniyle Google’a sorup cevap alamayı, alınan veriler ile bir fikir sahibi olmayı da pek iyi becerir olduk, bu da bize şunu gösteriyor ki entellektül birikime sahip cahilleriz.
Mutlu değiliz ama mutlu gibi görünüyoruz, korkuyoruz ama cesurmuş gibi davranıp vurdumduymaz oluyoruz, demokratikmiş gibi yapıp karşıt görüşlere karşı içten içe müthiş şekilde kin güdüyoruz. Tüm bunların dışında hayati sorunları konuşup çözüm üretmek yerine servis edilen sorunlar üzerinden tartışmaya devam ediyoruz. Yani tek kelime ile özetlersek en hafifinden ‘acayip’ bir toplum görünümü veriyoruz. Neresinden bakarsanız bakın hastalıklıyız...
Birilerinin değer verdiği, önemsediği, saygı duyduğu ve kutsal saydığına rahatlıkla dil uzatmaya, hakaret etmeye, ne pahasına olursa olsun o değeri yok etmeye yönelik eylemlerde bulunmaya açığız ve işin acı olan tarafı bunu demokrasi adına yapıyoruz.
Sözgelimi Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret etmek, tarihi bugünden okuyarak yargılamaya çalışmak bir acayip aydınlık oldu. Kemalist düşüncede olmak, ulusalcı bir çizgiyi kendine uygun bulmak ise neredeyse faşizmle aynı kefeye konulacak.
Herkesin ve her düşüncenin elbette eleştirimesi gerekir, bu her aklı başında insanın tartışmasız kabul edeceği bir gerçektir ama Allah aşkına el insaf dedirtecek örnekler olmasın.
Mesela Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik eleştiriler...Kimi çevreler tarafından neredeyse bir çeşit orgazm tadında dile getirilen bu eleştirler haddini aşıyor demeyeceğim söylenenlerin, yazılanların öylesine elle tutulurluğu yok ki sadece komik olmakla kalmıyor, yapanı son derece cahil duruma da düşürüyor. Ama bu durum Atatürk konusunda hassas duyarlılığa sahip ve sayıları bana kalırsa yüzde ellinin çok üstünde olan insanları yaralıyor. Eleştirinin komik olması, eleştiriyi yapanın cahil duruma düşmesi veya bu eleştiri karşısında bir başkasının üzülüp, zedelenmesinden öte akıllara şöyle bir soru düşüyor: Neden?
Neden bir insan milli kurtuluşun kumandanına, ülkenin kurucusuna karşı bu derece kin ve öfke dolu olabilir? Devrimleri neredeyse ağzından salyalar saçarak, engel olamadığı kinini gözlerinden akıtarak saçma sapan bir şekilde aşağılayabilir? Cumhuriyetin ilk dönemleri ve Mustafa Kemal’e karşı neden sistematik bir karalama kampanyası başlatıldı? Bunlar üzerinde düşünülmeye değer sorulardır...
Geçenlerde bir kadın yazar başından geçen bir olayı anlatıyordu: Bir arkadaşının anaokuluna giden kızının su içmek istememesi nedeniyle psikologa başvurmalarını, sonunda çocuğun okulda öğrendiği “Atatürk ölmedi, içimizde yaşıyor” sözünden yola çıkarak “Su içersem, Atatürk boğulabilir” düşüncesinin ne kadar dehşet verici olduğunu... Yazar psikologun “Bu tarz olaylarla sık karşılaştıklarını” da sözlerine ekleyip, çocuklar üzerinde bir baskı yaratıldığını söylüyor bu bir çeşit beyin yıkama yöntemidir demeye getiriyordu. Cahillik böyle bir şeydir işte; cehalet aynı zamanda sizi alay konusu haline getirir.
Çünkü herkes bilir ki çocuk algısı hepimizden farklı çalışır. Çocuk olmak büyülü bir yaratıcılıktır aynı zamanda... Çocuklar güneş resmi çizerken ona kurdele takabilir, kedilerin onlarla konuştuğunu düşünebilir. Tanrıya mektup yazıp, arkadaşlarını ona şikayet edebilir, insanların ölmemesi için bir çare bulmasını isteyebilir, kendisine bir midilli göndermesini dileyebilir...
Zannediyorlar ki Mustafa Kemal Atatürk’e duyulan sevgi ve saygı kimi kötü niyetli kişiler tarafından insanların beyinlerine enjekte edilmiş bir zehir; acilen ve derhal ortadan kaldırılması gerekir... Bugün bu ülkede yaşı doksanlara dayanmış büyüklerimizden tutun da henüz okula başlamışlara kadar ona karşı duyulan sevgi ve saygı; anne ve babaya duyulandan farksızdır. Ve o derece doğaldır. Kimileri bundan hoşnut olmasa da bu böyle devam edecektir çünkü kimilerimiz minnet duygusu ile doğar.
Öte yandan beyin yıkama ve zorla sevdirme, benimsetme savının doğru olduğunu bir süreliğine kabul edelim... Bu beyin yıkayıcılar sadece Türkiye ile sınırlı kalmamış demek Avrupa’ya Amerika’ya kadar yayılmışlar ve oradaki insanları da zehirlemişler...
Yaklaşık bir yıl önce eğitim için İtalya’ya giden kız kardeşim orada Fransız, İspanyol, Hırvat ve Sloven dört genç ile aynı evi paylaşıyor. Tanıştıklarının ilk günlerinde Fransız Leo, Burcu’ya “Mustafa Kemal’i tanıyorum,” diyor ve onunla ilgili okuduğu kitapları, kendisine olan hayranlığını dile getiriyor. Bu sırada İspanyol Marta Atatürk’ten “büyük devrimci, İspanya’da herkes bilir...” derken, Hırvat Maria, yüksek öğrenim yaparken hazırladığı bir ödev sırasında Mustafa Kemal’i tanıdığını döneminin en önemli ismi olduğunu, siyasi ve askeri dehasına hayran kaldığını söylüyor. Sloven Marjeta’ya göre ise çok şanslıyız, çünkü bir dehanın kurduğu ülkenin çocuklarıyız.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün çünkü İtalya’nın kuzeyinde Burcu’nun Türk olduğunu öğrenen pek çok kişi, “Mustafa Kemal’in ülkesi, büyük adam...” şeklinde tepki veriyor. Bu da gösteriyor ki bu ulusalcı, Kemalist çete iyi çalışmış... Türkiye sınırları ile kalmayıp Avrupa’ya kadar yayılıp küçücük çocukların genç beyinlerine “Atatürk ölmedi, içimizde yaşıyor” sözünü benimsetmişer.
Valla şaşılacak şey...
Tüm bunların dışında 30 kasım 2011 tarihinde gazeteci Mustafa Balbay, tutukluluğunun 1000. gününü yaşıyor. Tutuklu olarak yargılanıyor; hüküm giymeden, dava sonuçlanmadan 1000 gündür içeride ve çok uzun süredir de tek başına hücrede... Atatürk’e hakaret etmeyi, ona diktatör demeyi hak gören ulu aydınlarımıza soruyorum 1000 gün kaç saat eder? Ve geçmişin üzerini karalarken bugünlerin gelecekte nasıl yazılacağını hiç düşünüyor musunuz?
Peki 1000 gün kaç dakika eder?