Yasak, yasak, yasak...
Yazar: Ümit Yaldız
O gazeteleri almak ya da okumak yasak.
O gazetecinin Başbakanı izlemesi yasak...
O gazetecinin çalışması, evine ekmek götürmesi, kendini bildiği gibi ifade etmesi yasak...
O gazeteci, “Obama gibi geldi, Bush gibi oldu" derse,
"Sevsinler seni, yazıklar olsun"...
Tarih 2002 Kasım öncesi... BaÅŸbakan ErdoÄŸan Ä°zmir GündoÄŸdu Meydanı'nda halka hitap ediyor. “Yolsuzluk, Yasaklar ve Yoksulluk'la mücadele edeceÄŸiz" diyor özetle.
Yolsuzlukla ne kadar mücadele edildiği ortada. Genel Başkan Yardımcılarının karıştığı, belediyelerin arka bahçe gibi kullanıldığı bir dönem...
Deniz Feneri de cabası...
Ya yoksulluk?
Devletin resmi rakamlarına bakarsak her şey güllük gülistanlık... Kişi başı milli gelirimiz 10 bin doların üzerinde. İhracat 100 milyar doları çoktan aştı.
Ama resmi rakamların pembeleştirdiği yoksulluğumuz her geçen gün tırmanıyor. Devlet eliyle kömür ve gıda yardımı yapılan bir anlamda dilenciye dönüştürülen 5 milyonun üzerinde aile var. Yani Türkiye koşullarında en az 25 milyon kişi.
11 milyon işsiz yine devletin resmi rakamlarında yazıyor.
Esnaf kepenk indiriyor, çiftçi tarlasını ekmekten vazgeçiyor. Sanayici dünyanın en pahalı enerjisi ve en büyük vergi yüküyle başa çıkmak zorunda.
Peki hükümetimizin bütün bunları tersine çevirmek için ne gibi mazereti var?
Eskiler gibi koalisyon ortakları istediği kararları almasına engel mi oluyor?
Hayır. İki dönemdir tek başına iktidar...
Peki devletin kurumları hükümetimizin Türkiye'yi kurtarma planına engel mi oluyor?
Hiç sanmıyorum.
Köşk de, YÖK de, asker de arkasında dimdik...
Ama gün geçtikçe yoksullaşan, gün geçtikçe çaresizleşen bir Türkiye ve de dilencileştirilen, onuru ayaklar altına alınan bir Türk insanı.
Küresel krizlere sığınarak açıklanamayacak kadar çıplak bir gerçek bu.
Sayın Başbakan'ın "Neredeen nereye" hikâyelerini çok dinledik 6 yıl boyunca.
“2001'de üç yumurta alıyordunuz; ÅŸimdi kaç yumurta alıyorsunuz, 2002'de iki kilo makarna alıyordunuz ÅŸimdi hangi noktaya geldik. Neredeeen nereye..."
Nereden nereye geldiğimiz herkesin malumudur Sayın Başbakan.
Terörün her geçen gün tırmanıp, ülkenin Başbakan'ının taşlı, sopalı saldırılarla ülkesinin doğusuna girebildiği, yan gelip yatmayan vatan evlatlarının, al kanlar içinde vatan toprağına düşüp, şahadet şerbeti içtiği bir noktaya geldik.
Ve daha neleeer neler...
Hükümetimizin başarılı olduğu tek konu varsa o da yasaklar.
Türban yasağını kaldırmak için kelleyi ortaya koyup, kapatma davasını göze aldılar.
Baktılar ki kendi tabanımızın yasaklarını kaldıramıyoruz. O zaman biz de yeni yasaklar koyalım.
O gazeteci çalışmasın. O gazeteci eleştirmesin, o gazeteler alınmasın, okunmasın...
Özgür basında bir avuç cesur kaleminin bu gerçekle yüzleşip, bu yapıyla sonuna kadar hesaplaşacağından eminim.
En azından ben sonuna kadar savaşmaya ant içtim.
Yakında daha yüksek bir sesle İzmir ve Ege'de sesimi, benim gibi düşünen arkadaşların sesini duyurmaya devam edeceğim.
Çünkü bütün bu olanlar ancak benim gibilerin sakalını tıraş edebilir. Kökünden koparmaya, epilasyon yapmaya kimsenin yüreği ve de bileği yetmez.
Not 1: Öküz benzetmesinden Yenigün Gazetesi'ndeki çalışma arkadaşlarım alınmış. Hatta İzmir'in en derin ve de algılama düzeyi en yüksek kalemi Serdar Öztürk ne kadar alındığına ilişkin bir de yazı kaleme almış.
Öküz benzetmesi yaşadığım süreci isim vermeden anlatabileceğim tek hikayeydi.
Başıma gelenlere üzülen, çalıştığım süre içinde her daim arkamda duran çalışma arkadaşlarımı üzmek, kırmak değildi niyetim.
Bütün olanları sessizce içine sindirip, kaldığı yerden hayat mücadelesine devam etmek isterken, eski gazetemin siyasi baskıyla almak zorunda kaldığı "Yazar Ümit'i kovma" davranışını başka türlü ifade edemezdim.
Kimseye hatta gazete yönetimine bile kırgın, kızgın değilim. Ama arkadaşlarımın basit bir benzetmeden alınmalarına üzüldüm sadece.
Alınan dostlarımdan özür dilerim.
Not 2: Halkapınar Spor Salonu'nda Atatürk'ü anma konserine ev sahipliği yapan İZSİAD yönetimi başta olmak üzere 20 bine yakın kişiye nefis ve anlamlı bir gece yaşatanların tamamını yürekten kutluyorum.