Korkuları yenmek...
Yazar: Mustafa Kirman
Öncelikle okurlarımızdan özür dilemek istiyorum. Birbuçuk aya yakın bir zamandır yazıları aksattım. Saha çalışması da içeren bir kitap hazırlığı nedeniyle bir süre Anadolu'da çeşitli kentlere gitmek durumunda kaldım. Çalışma mahalle baskısını içeriyor. Yakın tarih itibariyle gündelik yaşantıda meydana gelen değişiklikler... Selamlaşmadan tutun da giyim kuşama, alışveriş kültürüne, sosyal hayattan yeme içme alışkanlıklarına kadar geniş bir yelpazede son 10 yılda ne gibi değişiklikler yaşandığını saha çalışması yaparak yerinde tesbit etmek istedik. Bu zaman içinde de ne yazık ki; yazamadım. Her gittiğim kentte onlarca yazı malzemesi ortaya çıkıyordu ancak, yolculuklar nedeniyle oturup kaleme alamadım. Anlayışla karşılayacağınız umuduyla, özür diliyorum.
Sizlerle özürümü paylaşırken dile getirdiğim mahalle baskısına değinmek istiyorum bu yazıda. Anadolu'da pek çok kentte mahalle baskısından ziyade artık gündelik yaşamın bir parçası haline gelen baskılar; bazı yerler özellikle yerel yönetimler ve iktidar yanlısı mülki idareler tarafından "devlet baskısı"na dönüşmüş. Öyle ki; itiraz eden, karşı koyan, aynılaştırılmayı kabul etmeyen kim ve hangi kesim varsa; sindirilmeye çalışılmış. Kimi zaman belediye tedbirleri ile kimi zaman cezalarla kimi zaman ekonomik ambargolarla... Tespih tanesi halindeki insanlar; örgütsüz; bireysel tepkileri sınırlı biçimde karşı koymaya çalışırken; ne kadar yalnız olunduğunun da önemli bir göstergesi...
Parlamento içi siyasetin her geçen daha da kirlendiği günümüzde ne yazık ki insanlar içlerinde giderek büyüyen itiraz haklarını kullanamamanın burukluğunu daha fazla yaşıyorlar. Muhalefeti örgütleyip, giderek daha da totaliter hale gelen iktidara karşı ses haline getirmesi gereken yapılar; bu burukluğu daha da acı hale getiriyorlar. Bir çok yerde görüşme yaptığımız "muhalif" insanlar, gitmekten söz ediyordu. "Nereye?" sorusunun tam bir karşılığı yok. "Nereye" diye düşünmeden; "Gitmeli"nin üzerinde duruluyordu. Giderek daha da içe kapanmak zorunda kalan insanlar, soluk alabildikleri bir iki sendika binası, bir iki lokal ya da ev ziyaretlerinin yetmediğinin de farkında olduklarının altını çiziyorlardı. Özel sektöründen kamusuna dalga dalga yayılan kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan anlayış, kendi sayısal gücünü her geçen gün "öteki"nin üzerinde arttırıyor. Ve biliyor musunuz; tüm bunların üzerine o insanları daha da mutsuz kılan ise sırça köşklerde, medya plazalarda, seçkin lokantalarda, cafe-barlarda, holding binasını andıran parti genel merkezlerinde, hasbelkader parlamentoya girip cılız seslerin ötesinde varlık gösteremeyenlerin üretemedikleri, üretmek istemedikleri siyaset eklenince; bu insanları anlamak daha da kolay oluyor. Ne denli geniş biçimde kuşatıldığınızı daha iyi anlıyorsunuz. İktidarın istediği biçimde giderek yalnızlaşıyorsunuz...Zaten tespih tanesi biçimindeki bu insanlar giderek dağılıyor, içine kapanıyor. bir araya gelişlerdeki "iç dökmeler"in dışında ellerinden bir şey de gelmiyor.
Yazının başlığını "korkuları yenmek" diye koydum. Zabıtanın getirdiği posteri asmadığı için birkaç gün sonra dükkanına gelen belediyecilerce tabelası yeniden ölçülen ve para cezası ödemek zorunda olan kitapçının; korkuları yenmesi için kimin ne yapması gerektiği karşımızda devasa bir soru... Tarikat evlerine gitmek yerine motorsiklete binmeyi tercih eden gencin polisten yediği cezalardan nasıl kurtulabileceği; sadece onun ve yaşadığı yerin sorunu olmadığı açık... İçki sattığı için dükkanında dövülen Keçiörenli, Çankayalı esnaf da bireysel bir sorun yaşamıyor. Cambaza bak oyunlarıyla sindire sindire bizzat sistemin ürettiği anlayış; belki şimdilik "kurtarılmış bölgeler"de sorun olmuyor ama; bir dalga var ki; bir elinde tamamen politize edilmiş dinsel anlayış öte elinde yoksullaştırıp "sadaka ekonomisi"ne muhtaçlığı sağlayan ekonomik gücüyle adım adım ilerliyor. Kendinden olmaya hayat hakkı tanımamak için var gücüyle çalışan bu kesimler karşısında; korkuların yenilmesi adına parlamento içindeki ister parlamento dışındaki sola büyük görevler düşüyor.
Ve biliyoruz ki, özellikle parlamento içindeki "sol muhalefet" bizler istemezsek harekete geçmeye niyetli değil. Statükocu anlayışa sıkı sıkıya sarılan; bunun dışındakilerin ise bir iki göstermelik araştırma önergesi, basına demeç, kürsü,/tokalaşma şovlarıyla zevahiri kurtardığını biliyoruz. Hannibal'i bilir misiniz; Kartacalı asker... Roma'yı perişan eden bir stratejist. Filleriyle çıktığı seferlerin öyküleri; Milattan Önce 247-182 tarihini kapsayan yaşamından günümüze ulaşagelmiştir. Ve korkuları yenmek için Hannibal'ın sözüne kulak verelim: "Ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız..."
"İslamcı liboşlar"a, İkinci Cumhuriyetçilere, yağdanlık kalemlere, "ya AKP'lisin ya Ergenekoncu" dayatmacılarına, Hisar Camii'nden emekli vaizin elini eteğini öpmek için okyanus ötesine koşanlara, "Fenerciler"e, politika çıtasını Türkiye'ye çeviremeyenlere, aşiret kalıntılarına, "haham yamakları"ndan temiz toplum bekleyenlere, dönekliği ayyuka çıkmışlara, "Kayıp Trilyoncu"lara, "mısırcılar"a, iş takipçilerine, "çifte faturacılar"a, "Hiltoncular"a, "rafineciler"e, rengi olmayan hırsızlara, darbe meraklısı mütekait askerlere, sabık/düşük politikacılara; topuna karşı bir yol bulmanın ya da yol açmanın zamanının geldiği o kadar acıtıcı ve yakıcı biçimde karşımızdaki... Korkuları yenmek için, belki şimdilik bize ulaşmayan ama; ayak sesleri her geçen gün daha da yakınlaşan dalganın bir yerlerde nasıl tahribatlar yarattığını unutmadan hepimize görev düşüyor. Ve son söz Nazım'a... "Beş Satırla" deyip bize yıllar öncesinden söylediğine kulak verelim:
"Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduÄŸu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı"