Tamamen mesleki!..
Yazar: Sabriye Mercan Bolulu
Son yazımın üstünden 15 gün geçti neredeyse. Gıda zehirlenmesi yüzünden bir haftadır yerimden kıpırdayamadığım, sanal dünyayla bir araya gelemediğim için Sevgili Saadet ve Hüseyin’in büyük emekleriyle dört yılı geride bırakan Kent - Yaşam’ın yeni yaşını da kutlayamadım. Ama gördüm; sevgili okurlar yalnız bırakmamışlar bu güzel insanları! Hüseyin’e her fırsatta söylüyorum: Böyle bir platformu kurmak, yaşatmak büyük bir başarı… Emeği geçen herkesi bir kez daha kutluyorum. Rengarenk bir balon da benden Kent - Yaşam’a…
Herkes aynı şeyi demiş; zaman ne kadar çabuk geçiyor. Öyle gerçekten! Ben hasta yatağımda yazımı güncelleyemediğim için huzursuzlanırken bazılarının ne kadar rahat olduğunu görmek canımı çok sıktı. Haberci alışkanlığıyla, şu dereleri kızıla boyayan vicdansızlar bulunur da, yazım yayında kalırsa diye endişelenirken, şu yazıyı yazdığım saatlerde bir adım dahi ilerlenememiş olması, sorumlu kuruluşların aynı endişeyi taşımadığını gösterdi. Belediye ve Çevre Müdürlüğü teknolojik olanaklarıyla sorumluyu bulamamış, ilgili meslek kuruluşları da meslektaşlarına bağırlarına basmaya devam etmişler anlaşılan!
Önümüzdeki günlerde yeni bir ihanetle karşılaşırsak kimse şaşırmasın! Yapanın yanına kar kaldıkça daha çok lekeler görürüz!
Şimdi Hasan Tahsin kardeşime sormak istiyorum? Bunun da mı sorumlusu kapasitesi düşük İzmirli gazeteciler? Hani kızıl lekeyi haber yapan, sayfalarına taşıyan, suçlu bulunmayınca yine haber yapan –basın açıklamasını sayfasına taşıyan demiyorum, haber yapan diyorum!- yazan, çizen kapasitesi düşük gazeteciler mi? Yani bu haberi Cumhuriyet’ten Leyla Tavşanoğlu yapsaydı suçlu bulunur muydu dersin Sevgili Hasan? Ya da ilgili kurumlar o zaman basın açıklaması yapıp “Bulduk ya da bulamadık” mı derlerdi? Böylece Başkan kendisini İzmirlilere daha mı iyi anlatmış olurdu?
Altı yıldır basın danışmanlığı yapıyorum. Her gün gazeteleri okuyorum, neredeyse küçük ilanlarına kadar. Pek çok gazeteci arkadaşı şahsen tanımıyorum ama kimin hangi alana baktığını, ne yazıp çizdiğini, ilişkilerini gayet iyi biliyorum. Mesleğim gereği ve geçmişteki gazetecilik yıllarımdan ötürü gazetelerin iç işlerini ve işleyişlerini de az çok bilirim. Gazetede de çalıştım, dergide de, televizyonda da, radyoda da…
Belki de geçmişte yaşadığım zorlu ama mesleğimi yaptığım her andan aldığım keyfin hatırından olsa gerek Hasan Tahsin’in Bosna’ya gitmeden önce yazdığı yazıya çok üzüldüm. Hasan, geçen hafta yaptığı röportajdan sonra, Başkan Aziz Kocaoğlu’nun kendisini İzmirlilere anlatamamasının faturasını gazetecilere ve bürokratlarına çıkarmış. Bürokratları anladım da, gazetecilerin bir belediye başkanını, icraatlarını halka anlatmak gibi bir görevi olması gerektiğini anlamakta güçlük çektim doğrusu. Hasan, basın danışmanlarıyla gazetecileri karıştırmayacak kadar meslek deneyimi olan bir arkadaşımız oysa!
Ama en çok Kocaoğlu’nun Cumhuriyet’te yer alan röportajından yola çıkarak yaptığı saptama üzdü beni. Hasan, Başkan’ın karşısındakine göre iletişim taktiği kullandığını, İzmir basınının daha kapasiteli gazeteciler çıkarırsa, İzmirlilerin Başkan’ı çözebileceğini yazmış ve gazetesi de bu ifadelere aynen yer vermiş, kendi çalışanlarını da dahil etme pahasına.
Her fırsatta kelle koltukta yazdığını yazan Hasan Tahsin, yıllardır birlikte çalıştığı meslektaşlarına karşı niçin böyle bir tavır aldı, anlamıyorum doğrusu. Bu hakareti ben hiçbir gazeteci arkadaşıma, onların yöneticilerine, her şeye rağmen konduramam doğrusu!
Umarım Hasan Tahsin başka bir şey söylemek istemiştir de biz yanlış anlamışızdır! Ayrıca bu yazı hiçbir meslektaşım kayırılarak yazılmamıştır. Duygusal değil tamamen mesleki bir yazıdır!