Hala Bir Çiçek Yeter
Yazar: Saadet Erciyas
O yalnızca kendi çocuklarının "süt annesi". Sözde değil, gerçekten de süt annelik yapmış. İki eltisiyle aynı zamanda doğum yapan "Sütanne", eltilerinin sütü az gelince minik kızları da emzirmiş kendi evlatlarıyla birlikte. Ondan sonra yenge adı, yerini "Sütanne"ye bırakmış. Bu söz öyle yakışmış ki ona, zaman içinde "beni Sütanne emzirdi, onun huyundan almam normal" demek bir gurur ifadesi olmuş yeğenlerinde.
Sütanne'nin İstanbullu bir gayrimüslim olan annesi, İzmirli hacı ailenin biricik terzi oğluna gönlüne kaptırınca, Müslüman olmuş. Evlenip, İstanbul'a yerleşmişler. Sütanne, İstanbul'da doğup büyümüş. Günümüzden 70 yıl öncesinin İstanbul'unda Rumlar, Ermeniler ve Musevilerin içinde, evin biricik kızı olarak büyümüş Sütanne. Apartmanlarındaki Rum hanımdan piyano çalmayı, Musevi hanımdan İspanyolca ve İbranice'yi, Rus hanımdan da güzel yemekler yapmayı öğrenmiş. Büyümüş yetişmiş, güzel bir genç kız olduğunda ise yakışıklı bir İzmirli akraba oğluna gönlünü kaptırmış ve gelmiş İzmir'e.
Genç kızlık günlerini özlemle ve hasretle anarken, 17 yaşında bir sevginin peşine takılıp geldiği bu kentte, yetiştiği ortama taban tabana zıt bir yapının içinde de olsa, mutlu olmayı becermiş Sütanne.
O yıllarda pek çok evde olduğu gibi, gaz ocağında yapmış yemeklerini. Anneler Günü nedeniyle "şunu al, bunu al" diye burnumuza dayatılan küçük ev aletlerinden hiç biri yokmuş evlerinde. Çamaşırı, sabahın köründe, gaz ocağı üstüne konulan kazanda ısıtılan suda elde yıkarmış saatlerce. Otomatik makine bir yana, "şanzımanlı" makineler bile yeni girmeye başlamıştır evlere. Siz evinize ilk tüp ne zaman alındı hatırlamazsınız belki ama, Sütanne ve onun çağındakilerin kendilerini "gaz ocağı pompalamaktan ve gaz ocağı iğnesi aramaktan" kurtaran küçük tüpün geliş tarihini belleklerine kazımışlardır adeta.
Çoğu kez Pollyannacılık oynadığını düşünürüm Sütanne'nin. Anneler Günü'nde telefonu hiç susmaz. Sürekli arar birileri. Hepsine neşeyle yanıt verir. Klasik sözlerini sıralar, duasını eder: "Aranmak ne güzel. Allah kimseyi elden, ayaktan, itibardan düşürmesin..."
Sadece Anneler Günü'nde arayanlara, "Çok meşgulüm, gelemedim, seni arayamadım, kusura bakma" diye kıvıranlara bile sitem etmez. Evlatlarına, ertesi gün ödeyeceği faturaları, üç kuruşluk Bağkur aylığının yetmediğini, şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribatı anlatmaz. Güzellikleri hatırlar her zaman.
Eskiden Hıdrellez'de güllere nasıl dilekler astıklarını, ertesi gün sabah erken Konak Meydanı'na inip kayıklarla açıldıkları denize dileklerini attıklarını anlatır. Bir de İstanbul'dan annesiyle misafirliğe geldikleri bu kentte, Sarıkışla'nın Konak Meydanı'nda olduğu yıllarda faytonla gittikleri Kemeraltı'nda, yedikleri lezzetli yemeklerden söz eder.
Eşini, anne babasını, kardeşlerini ve hayatta sevdiği pek çok kişiyi yitirmiştir Sütanne. Artık ne İstanbul onun doğup büyüdüğü kent, ne de İzmir gelin geldiği gibi. Ama o her yeri sever kendi gönül gözünün gördüğünce.
Vitrinlerde, Anneler Günü nedeniyle asılmış afişler, pankartlar, hediye seçenekleri Sütanne'yi hiç ilgilendirmez. "Zamanınızı niye vitrinleri dolaşarak geçiriyorsunuz? Bir çiçek ve bir öpücük" yeter" der ısrarla Sütanne.
Tüketim toplumunda yetişmiş, bir tek gül arkasında tek taş pırlanta kutusu arayan kimi genç annelerin de, Sütanne gibi eski zaman kadını annelerin de bu söyleme katıldığına eminim.
İçten bir öpücük ve bir çiçek bütün annelere yeter.
Tüm annelerin ve can annemin bu güzel günü kutlu olsun. Tanrı onları yanı başımızdan eksik etmesin...