Sosyal Mesafe Kuralına Uyalım; Peki Hangi İzmir’de? 2020-08-25 22:15:24
Yazar: Emel Kayın
Sosyal mesafe kuralına uyalım; peki hangi İzmir’de? Yaya akışının da tıpkı trafik akışı gibi sağdan olduğunun, yaya geçitleri ve kaldırımlarda sağdan yürünmesi şeklinde bir kural bulunduğunun; eğer bir grup olarak yürünmekteyse daracık kaldırımlarda yan yana yürünüp tüm kaldırımın işgal edilemeyeceğinin, diğer yönden yürümekte olanlara ve arkadan gelip hızlı yürümek isteyenlere geçiş alanı bırakılmasına ihtiyaç olduğunun; ters yönde yürümekteysek dümdüz yürümeyi sürdürdüğümüzde karşıdan gelene çarpacağımızın kesin olduğunun henüz öğrenilememiş olduğu İzmir’de mi? Kişilerin yüz yüze gelebilecekleri ya da yakın temasta bulunabilecekleri alanlarda, kalabalık caddelerde, sokaklarda, marketlerde, bekleme salonlarında, dolmuşlarda, kafelerde, tuvaletlerde, maskeleri çenelerinde ya da kollarında olduğu halde şen şakrak dolaşanlara maske takılmasını hatırlatmanın sürekli gerektiği; üstelik de bu ikazı yapanların sözlü ya da başka tür saldırılara maruz kaldığı İzmir’de mi? Maskesini takmak şöyle dursun, kaldırımda mesafe varken bile yana doğru bir adım kaymayıp dibinizden geçen; arkanızdan sessizce gelip soluğunu ensenize üfleyenlerin sayısının hiç de az olmadığı İzmir’de mi?
Kentin kaldırımları ve yayaların yürümesine tahsis edilmiş alanlarının baştan başa işgal altında olmasından dolayı birilerine çarpmadan yürümenin imkânsız hale geldiği İzmir’de mi? Kafeler, restoranlar, dükkânlar, işportacılar vb. kesimlerin kendilerine tahsisli alanların dışına taştığı, servis masaları, şemsiyeler hatta mangalların yayaların yürümesine bırakılmış alanlara yığıldığı İzmir’de mi? Yarı açık alanı aşama aşama kapalı mekâna dönüştüren çeşit çeşit işletmenin yeniden ihtiyaç duyduğu açık alan kullanımı için masaları, sandalyeleri, şemsiyeleri yayalara kalan sınırlı bölüme çıkarıp onları trafik yolunda yürümeye mecbur bıraktığı İzmir’de mi? 2000’li yılların başında kent halkı içinde nefes alsın, yürüyüş yapsın, bisiklet sürsün diye körfezi boydan boya çevreleyecek biçimde tasarlanan yeşil kuşağın canına okunmuş İzmir’de mi? Yeşil kuşak içindeki kimi yeşil alanların üzerine önce masa sandalye atılıp ardından da beton döküldüğü sonrasında ise beton üzerinde kafeden meyhaneye meyhaneden de müzikhole dönen kapalı mekânlar inşa edildiği; yalnızca ağaçların değil alanları yoldan ayrılan çalı bitkilerinin bile tahrip edildiği İzmir’de mi? İnciraltı Kent Ormanı'nın yeşile hasret kalmış kent halkının piknik yapmaktan denize girmeye, hamakta yatmaktan sürpriz olduğu kuşkulu evlilik teklifi törenlerine kadar her türlü arzusunu karşılamaya çalışırken; Kültürpark’ın ise her ihtiyacı yüklenmek zorunda bırakılırken yorgun düştüğü İzmir’de mi? Kıyı bandında, oltalarını gelip geçenlerin başına doğru savuran ve sayıları her geçen gün artan balıkçılar ile elektrikli bisikletlere devasa kasalar takarak boyutlarını büyüttükçe büyüten seyyar satıcılar yüzünden yürümenin imkânsız hale geldiği İzmir’de mi? Kordonboyu’nun herkesin gözü önünde, çimlerin üzerine yerleştirilen masa sandalyelerle nargile servisi yapılan bir açık hava kıraathanesine dönüştürüldüğü İzmir’de mi?
Kamusal alanda her bireyin kaplayacağı yerin sınırlı olduğunu; kamusal alanın kendi tasarımı çerçevesinde kullanılması gerektiğini; herkesin arzusuna göre kıyı bandına rejisör koltuğu, şezlong, kanepe, masa yerleştirip sofra kuramayacağını; biri fazladan alan kullandığında diğer bireylere düşen kullanım payının azaldığını; bir başka anlatımla kamusal alanda tasarlanmış oturma kapasitesi kadar oturmanın mümkün olabileceğini; yürümeye ayrılmış alanda ancak yürünebileceğini, bisiklet vb. araçların da bisiklet yolunda hareket etmesi gerektiğini kavrayamamış İzmir’de mi? Sesin de sosyal mesafeye dahil olduğuna; sevdiğimiz müzik, film, videodan yükselen elektronik atık seslere başkalarının katlanmak zorunda bulunmadığına, bağıra bağıra anlattığımız hayat hikâyemizi duymanın herkesi memnun etmediğine dair kentlilik bilincinin gelişmediği; kafelerin, barların, restoranların konut alanlarındaki dış mekânlarında sonuna kadar açtıkları müzik cihazlarını bağırtmakta mahzur görmediği; gürültü kirliliği kavramının akıllarda yer etmediği İzmir’de mi?
Yanlış yapılaşma kararları yüzünden 20. Yüzyıl’ın ortasından itibaren bitişik nizam binalarla nefes alamaz hale getirilmiş; narenciye bahçeleri, zeytinlikleri imara açılmış; orman alanlarının dibine kadar konut siteleri inşa edilmiş İzmir’de mi? Yeşil alan olarak tanımlanmış; içinde ağaçlar, çiçekler, otlar, banklar, süs havuzları, yürüyüş parkurları gibi öğelerden başkası olmaması gereken parklarında, marketler, muhtarlık binaları, depo kulübeleri, beton oyun sahaları inşa edilmiş İzmir’de mi? Denizin bir türlü temizlenemediği, kıyının baştan başa kirli olduğu İzmir’de mi? Kentsel aklı inşa etmeye dair soruların, kente dair işler üzerine hayat harcamışlara değil eşe dosta sorulduğu İzmir’de mi?
Nesiller boyu kentsel erkler, sosyo-ekonomik ilişkiler, köken, toplumsal aidiyet gibi parametreler çerçevesinde şekillendirildiği halde ortaya çıkmış her sorunu kendinden uzaklaştıran özeleştiriden yoksun bir ruh halinin ve ötekileştirmeci bir dilin egemen olduğu İzmir’de mi? 20. Yüzyıl’dan 21. Yüzyıl’a uzanan ve tüketim kavramıyla işaretlenen dinamiklerin tüm kentlerle birlikte bu kentte de yaratmış ve yaratmakta olduğu dönüşümü çözümleyip bu çerçevede refleks oluşturmak yerine kendisine sahte bir soyluluk yükleyerek yersiz yere övündükçe övünen üstelik de başka kentleri küçümsemeye kalkışan İzmir’de mi? Geçen yüzyılın ortasından itibaren yıkılıp yok edilmiş kültürel mirasın tozlarının üzerinde yükselmiş yapılar, kaldırımların ve yeşil kuşağın üzerine çökmüş restoranlar, kafeler, barlar, kıyının dibine inşa edilmiş sayfiye evleri, tarım alanlarının ortasında yükselmiş müstakil konutlar ve buna benzer çeşit çeşit tartışmalı uygulama çerçevesinde şekillenen bir gelişme çizgisinin yarattığı sorunlu kentin bu hale gelmesindeki öznel payını sorgulayamayan, dönüşüm sürecindeki rolünü irdeleyemeyen, sürekli uzak odakları ya da ötekileştirdiklerini suçlayıp ortaya çıkan sonuçtaki sorumluluğuyla yüzleşemeyen, herkesin kenti düzeltmeye öncelikle kendinden ve çevresinden başlayamadığı İzmir’de mi?
Kaldırımlar bitti. Yaya yolları bitti. Bahçeler bitti. Parklar bitti. Deniz bitti. Kentsel belleğin birbirinden değerli mekânsal ve yaşamsal öğeleri bitti. Kendisine her türlü kentsel erkin ötesinde konum biçip gerektiğinde tek başına kalmaya cesaret ederek kentin hakikatini dile getirmeye kalkışan herkes ötekileştirmenin, yalnızlaştırmanın ve yok saymanın yıpratıcı girdaplarına sürüldü; kentsel akılların birbirine eklemlenme imkânı bitti; peki hangi İzmir’de?