Her seçim öncesi ve her seçim sonrası ışıkların döndüğü, bakışların yöneldiği, kalemlerin kılıca bürünüp üzerinde sallanmaya başlandığı kent oldu İzmir. İzmir ve onun içinde hayatı yaşayan kentlileri; İzmirliler...
Referandum sonuçları kadar ve hatta o sonuçların istatistik tabelasına yansıyan sosyal açılımları kadar tartışılan tek şey İzmir insanın tepkileriydi...
Başka hiç bir kent, hiç bir şehirli, kasabalı, köylü tartışılmadı, yazılmadı, kıyasıya eleştirilmedi İzmir ve İzmirli kadar. Televizyon kanallarında bize özel tartışma programları yapıldı, haberlerde özel bölümler açıldı, köşe yazarları İzmir’i ve bizi yazdı...
Neo faşistliğimizden, faşizan tavırlarımıza, anti demokratik oluşumuzdan, kendimizden başka hiç kimseyi beğenmeyen haylaz ve şımarık çocuk oluşumuza kadar akla ziyan ne varsa söylendi, çizildi.
Biz dinledik, okuduk, kafamızı salladık, yutkunduk...
"Tek isteğimiz adil yargılanma hâkim bey, ilk taşı günahsız olan atsın" dahi diyemedik...
Bizim çocuklar Sezen Aksu’ya kızdılar, en büyük günahlarından biriydi bu... Bir anda ellerinin tersiyle itiverdiler ya Minik Serçe'lerini, o yüzden kötü oldular. Oysa severlerdi o küçük kadını... Kaç kuşak İzmirli; kadını, erkeği onun şarkıları ile büyüttü aşklarını ve onun şarkıları ile ağlayıp, temizledi yüreklerini... Açıkhava konserlerinde, hınca hınç bir kalabalık hep bir ağızdan bağırdı; "Kalbim Ege’de kaldı" diye... Ve en çok isyan edip gitme isteği dolunca yüreklerine fısıldadı çığlık çığlığa; "Alırım başımı giderim efeler gibi" diye...
Çünkü Sezen Aksu, İzmir’in kızıydı... Asi, başına buyruk, dediğini yapan, istediğini söyleyen... İzmirli onu kendisine benzediği için sevdi... Yıllar boyunca Sezen hep Sezen olarak kaldı, ta ki referandum rengini belli edene kadar.
İzmirli'nin tepkisi öncelikle yaşadığı derin hayal kırıklığıdır. Bu büyük aşkınızın sizi hiç sevmediğiniz biriyle aldatması gibidir. İzmirli'nin Sezen Aksu’ya verdiği tepkinin altında yatan tek gerçek budur. Onlar aşkları tarafından ihanete uğradılar, böyle düşündüler.
Çünkü yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine pek çok İzmirli için Sezen Aksu büyük bir aşktı... Şarkılarının sözlerinde, hayata bakışında, ilişkilerinde kendilerinden o kadar çok şey vardı ki o, kendilerinin sahneden yansıyan yüzüydü.
Doğrudur, yanlıştır; bu bir başka yazının konusu olur ama temelde yatan tek gerçek budur! Bu kadar basit; İzmirli aldatıldığını düşündü. Her aldatılan kişinin vereceği en doğal tepkiyi verip, öfkelendi...
Öfkelenince ne yaptı peki?
Sezen’in evinin önünde pusu kurup onu taşladı mı, arabasına yumurta mı attı, tehdit mi etti, sokak ortasında evire çevire dövüp, kurşun yağmuruna mı tuttu?
Sokağın isminin değiştirilmesi için imza topladı; son derece demokratik olarak... Bir gece kimliği belirsiz birileri söküverdiler, "Sezen Aksu" yazılı tabelayı...
Çünkü ihanetle biten tüm aşklarda olduğu gibi verilen hediyeler geri alınmak istendi. Dün sevdiğini bugün sevmemek bir tek İzmirliler'e özgü değil ki? Her büyük aşkta yaşanır bu tür şeyler.
İzmirli Sezen Aksu’yu herhangi bir sanatçıyı sever gibi sevmedi. O nedenle büyük oldu tepkisi. İzmirli Sezen’e âşıktı. İhanete uğradığını düşündü ve öfkeli bir âşık gibi gösterdi bunu... Sadece hayal kırıklığı! Sizin âşık olup da sonrasında büyük öfke duyduğunuz birileri hiç olmadı mı?
Bu şehirde de gereksiz çıkışları olan, şehrin genel kültürüne, bakış açısına aykırı olan insanlar bulunabilir; her yerde vardır bunlardan. Ama söz konusu İzmir ve insanı olunca bir başka ele alınıyor konular.
Şimdi ortada şöyle bir tablo var; İzmirli Kürt insanını sevmezmiş gibi, başı kapalı insan gördüğünde tüyleri diken diken olurmuş gibi... Yapmayın!
Bu kent yüzyıllardır bambaşka kültürden, bambaşka dinden, bambaşka örften gelen insanların bir arada yaşadığı, birlikte ağlayıp, güldüğü topraklar. Münferit olarak nitelendirebileceğiniz bir kaç olay dışında bu şehrin insanları kimin nereli olduğunu fark etmeden yaşarlar... İyi insan olması, genel ahlak kuralları içerisinde yaşaması yeterlidir. Çok merak ediyorsanız,
"Ben bir faşistim..." başlıklı yazımı bir kez daha gözden geçirebilirsiniz...
Şimdi bir iki lafım var İzmirli'ye acımadan vuranlara...
Bizim üzerimize abanmadan önce bir bakın etrafınıza... Mesela; İç Anadolu’da Karadeniz’in pek çok şehrinde, kasabasında rahat rahat içki içilememesini yarı açık gezen kadınlara sözlü tacizi marifet sayan insanları, ramazanda sigara içtiği için dövülenleri, genç kız ve erkeklerin el ele gezmelerinin hoş karşılanmadığı yerleri, otelde aynı odada kalmak isteyen çiftlerden zorla evlilik cüzdanı istenmesini, öğrenci evlerinde kız veya erkek arkadaşları geldi diye kapı önüne konan üniversitelileri görün... Ondan sonra gelip, "faşist" etiketini yapıştırın boynumuza...
Bu şehrin insanlarının da hataları vardır, ama günahları diğerlerinden daha fazla değildir.
Ha, tabii işin en komik tarafı; İzmirli'ye faşist diyenlerin; Dünya Basketbol Turnuvası’nın madalya töreninde yuhalanan Başbakan'ın adeta zamanın komünist avcıları gibi yuhalayanları fişleme çabalarını görmezden gelmesi...
Tüm bunların ötesinde aradığımız tek şey huzur kardeşim... Ne daha fazla zengin olalım, ne daha fazla ünlü olalım diye bir derdimiz yok, anlayabiliyor musunuz? Anlayamıyorsunuz biliyorum...
Huzurumuzu bozana tepki gösteririz, huzuru arayıp bizim gibi sessiz sedası hayatın kollarında usul usul yaşamak istiyorsan, ne olursan gel kardeşim, bizim için mühim değil. Yeter ki gölge etme, yeter ki huzurumuzu bozma...