Ahmet Tuna Tekin'e ne oldu?
Yazar: AyÅŸe BaÅŸak Kaban
Yazacak, söyleyecek çok şey var bu günlerde. Mesela; uranyum takasından başlayıp, Kılıçdaroğlu ile yeni CHP’ye doğru yelken açıp, süper lig geyiklerinden bahsedebiliriz. Yeni anayasa ile ilgili görüş bildirip, kim kiminle ne yapmış oynayıp üzerine biraz kadın erkek ilişkileri üzerinden gidip tatlı yiyerek tatlı tatlı konuşabiliriz. Deli gibi?
Deliler gibi konuşabiliriz. Bilirsiniz, delilerin ne konuştuğunu kimse dinlemez kendileri bile. Tıpkı bizim ülkemizde olduğu gibi, tıpkı bizim köşeci insanlarımızın, büyük gazetecilerimizin yaptığı gibi yapabiliriz. Konuşuruz, yazarız, kendi kendimize ağlayıp, güleriz. Tıpkı deliler gibi...
Oysa ben hiçbir şey yazmak istemiyorum bugünlerde. Yazmaya her oturduğumda her yazdığım anlamsız geliyor. Uzakta duran ve hiç tanımadığım birileri kulağıma acı dolu ağıtlar yakıyor, kalbimi sıkıştırıyor, canımı acıtıyor.
Ahmet Tuna Tekin adını hatırlayan var mı aranızda? 9 yaşında; yazı ile sadece dokuz yaşında Ahmet. Küçücük bir çocuk. Bir bayram sabahı, 21 Eylül’de kendisinden üç yaş küçük kız kardeşi Dilruba ve 10 yaşında ki Türkan ile beraber şeker toplamak için çıktılar evlerinden, çıkış o çıkış... 21 Mayıs’ta tam dokuz ay olacak onlardan haber alınmayalı...
Onların anneleri, dokuz aydır uykusuz. Gülmeyi unutmuşlardır ve boş bakıyorlardır evlerinin duvarlarına. O duvarlarda o küçük çocukların gülüşleri asılı kalmıştır. Ve belki anaları duyuyordur arada bir olmayan sesleri. Karanlığın içinden, “anne“ diyen Ahmet’i arıyordur annesi... Babaları her sabah ilk iş karakola koşuyordur, haber var mı diye?
Bir çocuğu kaybetmek nasıl bir şeydir? “Evlat acısı ağır” derler de evladının ne dirisine ne de ölüsüne kavuşamamak nasıl bir duygudur? Sadece Ahmet Tuna Tekin ve Dilruba ve Türkan değil ki kayıp olanlar. Binlerce çocuk kayıp... Ocak ayında yapılan resmi açıklamaya göre, 1657 çocuk... Hiç biri bulunamadı. 1657 çocuk eder sana 3314 anne ve baba. Kardeşleri, dedeleri, nineleri ve diğer yakınları saymıyorum.
Kayıp çocuklar ile beraber yaklaşık beş bin kişinin içi kan ağlıyor bugün... Dün olduğu gibi, yarın olacağı gibi. Şunu merak ediyorum; bu ailelerin kapısı devlet tarafından çalınıyor mu? Hatırları soruluyor mu? Ve ne yapılıyor, çalışmalar nasıl sürdürülüyor? Neden hala bir haber yok hiçbirinden veya bir haber var da bizim mi haberimiz yok.
Merak ediyorum... Çünkü aklıma geliveriyor o çocuklar gecenin bir yarısı. Üzüm gözleri ile bakıyorlar bana. Ve analarının ağıtları kulaklarımı parçalıyor.
Merak ediyorum. Kayıp çocuklar ile ilgili kurulan komisyon kaç günde bir toplanıyor mesela? Çay kahve eşliğinde ne gibi önlemler alınıyor, ne gibi ipuçları üzerinde duruluyor, kafalarını mı sallıyorlar veya acıyor mu içleri en az benimki kadar?
Ne bileyim, sadece benim gibi yüreğinde bir yerler inceden kanayan var mı diye merak ediyorum.
Çünkü biliyorum ki, yeni bir olaya kadar kimsenin sesi çıkmayacak. Kimse dönüp arkasında bıraktıkları ile ilgilenmeyecek. Ne zaman ki bir başka ailenin canı yanacak yüreği yangın yerine dönecek o zaman yeniden gündeme gelecek bu konu. Tıpkı deliler gibi, memlekette herkes birkaç gün bunu konuşacak, haber bültenlerine mühim konuklar ve pek büyük devlet insanları çıkacak bıdı bıdı anlatacaklar. Bizde boğazımızda bir düğüm, gözlerimizde birkaç damla yaş kafamızı iki yana sallayıp dinleyeceğiz. Belki yan odada oyun oynayan çocuklarımıza koşup sarılacağız. “Allah’ım sen benim yavrumu koru... Yüce rabbime şükürler olsun ki bizim başımızda böyle bir dert yok...”
Sonra aynı olacak her şey...
Ta ki bizim başımıza gelene kadar...
Şimdilerde tek dileğim 1657 çocuğun yuvalarına kavuşması. Analarının dualarının kabul olması. Şimdilerde tek dileğim, Ahmet’in, Dilruba’nın ve Türkan’ın kucak dolusu şeker ile evlerinin kapısını çalması yüzlerinde çocuk gülüşleri ile...