İzmir'de mahalle baskısı
Yazar: Sabriye Mercan Bolulu
Saygıdeğer büyüğümüz Agah Agamemnon yazınca aklıma geldi. Son günlerde çokça tartışılan mahalle baskısı İzmir'de nasıl işliyor acaba?
Malum, medyada bir şey tartışılıyorsa o İstanbul üzerinden yapılır hep. Hava durumunda bile böyle. İstanbul günlük güneşlikse, bir sorun yoksa haberlerde de kolay kolay yer almaz. Çok büyük afet olmadıkça bırakın Siirt'i, Muş'u, İzmir bile yerini alamaz haber bültenlerinde, gazetelerde... Anımsıyor musunuz bilmem; iki yıl önce İzmir'i korku içinde bırakan depremler sırasında bile İstanbul basını İzmir'i değil İstanbul'un deprem olasılığını konuşuyordu. Sanki İzmir kırmızı kuşakta yer almıyormuş, daha önce depremler nedeniyle yerle bir olmamış gibi...
Aslında benimki Bizans düşmanlığı ya da kıskançlığı değil! Sadece İzmir gibi bir kentte, İstanbul kadar olmasa da ona yakın bir medya ağırlığının olmaması canımı sıkıyor.
Mahalle baskısına gelince; şimdi durum nasıl tam olarak bilmiyorum ama çocukken neredeyse bugün tartışılanın tam tersiydi.
Annem, evlendikten sonra köyden büyük kente göç etmiş, mahallenin etkisi, eşinin desteğiyle başını açmış, kısa sürede modern yaşama ayak uydurmuş bir kadındı. Çok çalışmışlar, kendilerine ruhsatlı bir ev yapmayı başarmışlar. Ardından da neredeyse sınıf atlayıp, bir apartman dairesine yerleşmişler.
Ben beş yaşındayken taşındığımız o apartmanın sakinleri annemi daha da geliştirdiler, modern bir ev kadını, çağdaş bir anne haline getirdiler. Ve bunu bir mahalle sıcaklığı içinde yaptılar.
Sonra ne olduysa oldu, yıllar sonra annem örtünmeye karar verdi. Hatta bir tarikata girdi. Başında büyük bir örtü, uzun mantolar, uzun giysiler... Aslında aileden hiçbirimizin hoşuna gitmemişti ama kararına saygı duyduk. Şimdi Alzheimer hastası olan annemin o günlerde elinden düşürmediği tespihleri bugün boynuna kolye diye takmasını şaşkınlıkla izliyoruz.
Biz annemin kararına saygı duyduk ama komşularımız için öyle olmadı. O sıcak apartman desteği, birden apartman baskısına dönüştü. Annemdeki bu değişikliği neredeyse şiddetle reddettiler. Sabah kahvelerine çağırmadılar, pasta-kek tariflerini paylaşmaz oldular, ellerini ayaklarını çektiler.
Komşularını çok seven annem kısa sürede orta yolu buldu. Özenerek seçtiği başörtülerini sadece dışarıda bağlar oldu. Komşu ziyaretlerinde dedikodu yapılmaya başlandığında işitme cihazının düğmesini kapatıyor, "pili bitti yine galiba" diyordu. Ramazanlarda ise her akşam evinin kapılarını komşularına açıyor, bütün apartman hep birlikte teravih namazı kılıyordu.
Annemin bu çizgi değişikliğini, rakısını keyifle içen babamın ona asla müdahale etmeyişini hala gülümseyerek anımsarım.
Bir de sınıf baskısı var tabii... Sosyal sınıflardan değil okullardaki sınıflardan söz ediyorum. Geçen ders yılında öğretmeni kızıma bir ödev vermişti: Bilinmeyen sözcüklerin anlamını sözlükten bulacak ve onlarla birer cümle kuracaktı. Bunlardan birisi de "Allah" sözcüğüydü ve kızım cümle olarak, "Ben Allah'a inanmıyorum." diye yazmıştı. Ne yazık ki eşim ve ben, babam gibi davranamadık. Çünkü o cümleyi sınıfta okuduğunda kızımızın nasıl tepki alacağını üç aşağı beş yukarı tahmin ediyorduk ve kızım daha ikinci sınıfa gidiyordu. Ona anlatmaya çalıştık dilimiz döndüğünce ve cümle biraz daha yumuşatılarak değiştirildi.
Böylece Öykü sayesinde biz de "mahalle baskısı"nı yıllar sonra hissetmiş olduk.