Meclis'te dördüncü yasama yılının ardından
Yazar: Hakkı Ülkü
Ülkemiz açısından oldukça önemli bir yasama yılını daha geride bıraktık. Bu yasama yılı sonuna doğru ortaya çıkan siyasi ve ekonomik kriz belirtileri, hükümetin nasıl bir “halkı uyutma” ve bildiğini okuma politikası izlediğini bir kez daha gösterirken, CHP’nin Türkiye için önemini de gözler önüne serdi.
Yasama yılı sonuna doğru ekonomik büyüme masalının büyük bir balon olduğu ortaya çıktı. Türk Lirası 3 ay içinde % 30 değer kaybetti. Bu tüm zamanların rekoru. Büyüme masalına gelince, AKP göreve gelindiğinde iç borçlar ortalama 60 milyar dolarlar iken, 180 milyar doların üstüne çıkmış durumda. Dış borçlarımız ise, 2002 yılında 115 milyar dolarlarda iken son 4 yılda 165 milyar doları aşmış. Öte yandan 1999-2002 arasına % 6 civarında seyreden işsizlik ise, 2006’da % 11,2’ye yükselmiş durumda.
Ayrıca türban ve cumhurbaşkanlığı konularında hükümetin izlediği politikaların yarattığı gerginlik ve kriz tehdidi de ekonomiye olumsuz etkilerken, halkta, “yolsuzluk ve yoksulluğa karşı” AKP’ye verilen %35’lik desteğin, çatışmacı ve despot bir şekilde dinci amaçlara alet edilmesi nedeniyle büyük bir kandırılmışlık duygusunun yerleşmesine neden oldu.
Bu tablo içinde 22. dönem 4. yasama yılında CHP İzmir Milletvekili olarak partimin çalışmalarına TBMM İçişleri Komisyonu’nda ve Genel Kurul’da ciddi katkılarda bulunurken, verdiğim 7 kanun teklifi ve 55 soru önergesiyle de bir yandan kimi önemli konularda yasal bir çözüm üretmeye çalışırken diğer yandan da hükümeti denetleme yetkimi kullanarak başta İzmir’dekiler olmak üzere ülkemizi ilgilendiren önemli konuların soru önergeleriyle aydınlatılmasını sağlama çalıştım.
Hükümet tarafından verilen cevaplar itibariyle her ne kadar sulandırılmış ve işlevsiz hale getirilmiş olsa da verdiğim yazılı soru önergelerine gelen cevaplar, bu denetim yönteminin doğru şekilde işlediğinde ne kadar etkili olduğunu gözler önüne serdi. İzmir’de bir İngiliz firmasının kurmaya çalıştığı Çinko geri kazanım tesisiyle ilgili olarak Sağlık ve Çevre bakanlarına yönelttiğim soru önergelerine gelen yanıtlar bunun en güze kanıtıdır. Bölgemizde bir oldu bitti yaşanmak üzereyken Çevre Bakanı, daha önce böyle bir tesise izin verilmediğini ve işleyeceği maddelerin tehlikeli atık sınıfında olduğunu belirtirken ÇED Raporu değerlendirme sürecinin henüz sona ermediğini kaydetti.
Sağlık Bakanı ise konunun başka bir boyutuna ilişkin soru önergeme verdiği cevapta son 10 yılda Aliağa’da her 7 kişiden birinin kanser nedeniyle öldüğünü ifade ederek bölgemizde çevre kirliliğinin yarattığı tehlikeleri ortaya koydu. Böylece İngiliz firmasının Aliağa Belediye Meclisinde ilgili komisyona gönderilmeden verilen izinle halkın yaşadığı bölgenin tam ortasında tehlikeli atık işleyen bir tesis kurmasına yönelik oldu bitti, net bir şekilde göz önüne serilmiş oldu.
Diğer soru önergelerimi ve meclis çalışmalarımın tümünü www.tbmm.info/hakkiulku sitesinde görebileceğinizi belirterek bu yıl içinde verdiğim kanun tekliflerinden söz etmek istiyorum.
Bu yasama yılında AKP’nin “Dokunulmazlıkların” kaldırılması konusunda ne kadar büyük bir samimiyetsizlik içinde olduğu, halka yalan söylediği resmen belgelenmiş oldu. Soru önergelerime kaçamak cevap vermeleri bir yana, bu yasma yılının başında hiç olmazsa “İsteyen milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması” için verdiğim içtüzük değişiklik teklifi, Meclis Başkanı Bülent Arınç tarafından hazırlatılan kapsamlı iç tüzük değişiklik paketi içinde önce yer almasına rağmen sonradan çıkarıldı. Öte yandan TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu ise “dokunulmazlık kaldırılırsa milletvekilliği çekilmez olur” şarkısını söylemeye devam ediyor.
Bu yasama yılında vermiş olduğum bir diğer kanun teklifim ise “Büyükşehir belediyelerine bağlı hastanelerinde döner sermaye işletmeleri kurulabilmesi”ne yönelikti. Başvurum üzerine meclis gündeminde, AKP’lilerin de desteğiyle öne alınan kanun teklifim büyük bir ihtimalle önümüzdeki yasama yılında yasalaşacak ve böylece devlet hastanelerinde çalışan personel ile belediye hastanelerinde çalışan personel arazsındaki adaletsizlik sona erecek.
İzmir’de Ege Üniversitesine bağlı olarak bir “Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü” kurulmasına yönelik kanun teklifim ise Türkiye’nin Akdenizli kimliğini ve kültürünü araştırmak, yaşatmak ve bölge ülkeleri arasında kalıcı, yakın dostluklar kurmayı amaçlıyordu. Nerdeyse her üniversitemizde bir Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümü varken bir Akdeniz çalışmaları kürsüsü bile olmamasına da tepki niteliğindeki bu kanun teklifim akademisyen, gazeteci, yazar, sanatçı gibi kültür insanından destek gördü. Umarım en kısa zamanda Akdeniz’in en güzel en eski kentlerinden birisi olan İzmirimizde böylesi bir enstitü faaliyete geçer ve kentimizin kültürel etkinliklere daha fazla sahne olur.
Bu kısıtlı köşede değinmek istediğim başka bir kanun teklifim ise Çocuk Emeğiyle Üretilen Malların İthalatının Yasaklanmasına Dair olanıdır. Bilindiği gibi özellikle Uzakdoğu ülkelerinde çocuk emeği üzerinde çok ciddi bir sömürü yaşanmakta, bu sömürünün yarattığı maliyet avantajları ise Türkiye gibi ülkelerde yerli üretimin krize girmesine yol açmaktadır. Yani meselenin hem insanlık dışı bir yönü hem de ulusal ekonomimizi olumsuz etkileyen bir yönü bulunmaktadır. Nitekim geçtiğimiz aylarda özellikle tekstil sektörümüzün yaşadığı kriz bunun bir örneğidir. Bu nedenlerle verdiğim kanun teklifi ile 15 yaşın altındaki çocukların emeğiyle üretilen malların Türkiye’ye girmesinin yasaklanmasını amaçladım. Bugün dünyada yaklaşık 300 milyon çocuğun (Türkiye’de ise yaklaşık 600 bin çocuk) okula gitmek yerine çok ağır koşullarda karın tokluğuna çalıştırılması karşısında tepkisiz kalınacak bir durum değildir.
Burada yer vermediğim bir çok çalışma, konuşma, araştırma yukarıda sözünü ettiğim sitede görülebilir. Geçtiğimiz yasama yılına dönüp baktığımızda ne yazık ki iktidar partisinin, kişilere özel kanunlar çıkarmaya, kendi zenginini yaratmaya dönük girişimlerine devam ederken dokunulmazlıktan ısrarla kaçtığını bir kez daha görüyoruz. Bir yandan halkımızın yaşadığı kandırılmışlık duygusunu aynen hissederken bir yandan da üzerimize düşen muhalefet görevini bütün engellemelere, rağmen yerine getirmeye çalıştık. Meclisin gündeminin son anda bildirilerek hazırlık yapmamızın engellenmesinden tutun da, genel kurulda görüşülmeyi bekleyen kanun tasarılarının parça parça, AKP’li vekillerin kanun teklifi olarak getirilmesine kadar bir çok kepazelik yaşanıyor. Ve bunları yapanlar kendileriyle ilgili olarak verdiğimiz gensoruları geçiştirmek için her fırsatta “Meclisin bir günü halka 3 trilyona mal oluyor” diyen AKP’lilerdir.