Büyülü Gölyazı 2024-04-11 09:30:00
Yazar: Nur Uzakgören
Çelik gibi soğuk bir sabah, ezan vakti tanışmıştım Gölyazı ile. Uluslararası fotoğraf sitelerinde Türk fotoğrafçıların paylaştığı göl içindeki ağaçların fotoğraflarını görüp hayran olmuştum bu köye. Benim gibi meraklı bir minibüs dolusu fotoğrafçı arkadaşla, özellikle suyun yükseldiği Mart ayında bir fırsat yaratıp İzmir’den gece yarısı yolculuğumuza başladık. Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı Gölyazı’ya gittik. Az mola vererek uzun bir yol yapmıştık, hedefimiz gün doğumunu yakalamaktı.
Aracımızı köyün girişinde bırakıp içimize işleyen çelik gibi soğukta, köprüyü geçerek ışıkları yanan köy kahvesine attık kendimizi. Çaylarımızı yudumlarken kahvehanede bizim gibi ısınan balıkçılara güneşin doğduğu yönü sorarak bir çekim planı yaptık. Ve ver elini Gölyazı kıyıları.
Sahildeki kayıkların motorlarının sesi karanlığı yırtıp göğü yararak lacivertten pembeye günü doğuruyordu adeta. Balıkçılların çığlıkları, uyanan doğanın sesi, kızaran güneşi selamlarken kadınlı erkekli onlarca balıkçı sandallarında nasiplerine çıkıyordu. Bu nefis görsel şöleni ilk izlediğimde 2014 yılıydı sonraki yıllarda ikisi yine gün doğumu biri gün batımı olmak üzere üç kez daha bu köye geldim.
Hava aydınlandıkça küçük Gölyazı'yı, bu güzel adayı iyice görmeye başladık. Kahvehanenin yanındaki fırından yeni çıkmış sıcacık gevreklerimizi alıp yanımızda getirdiğimiz zeytin ve peynir eşliğinde koca çınarın altında kahvaltımızı yaptık, hem de çınarda konaklayan baykuşu fotoğraflamaya çalıştık.
O yıllarda köyün girişindeki bu 700 yıllık ulu çınar henüz koruma altında değildi. Sonradan ülkenin anıt ağaç listesine giren çınar "Ağlayan Çınar" olarak da tanınıyor. Ağacın kovuğundan bazı zamanlar su aktığı görülüyormuş. Dolayısıyla ağladığı rivayet edilen çınarın bir de hikâyeye ihtiyacı vardır. Rum köyü olan Gölyazı da mübadele zamanı köyün güzel kızı Eleni ile delikanlısı Mehmet’in ayrılmak istemediklerinden dolayı bu ağacın altında canlarına kıydıkları, ağacın da bu acıya dayanamayıp ağladığı anlatıla geliyor.
Martılar, balıkçıllar göl sularında nasiplerini ararken biz de gruplara ayrılıp fotoğrafta nasibimizi kovalamaya devam ettik. Köyün dar sokaklarını dolaşmaya başladık.
Antik bir yerleşim yeri olan Gölyazı'nın eski adı Apollonia imiş. Burası Roma Dönemi'nde tanrı Apollon'a ithaf edilen bir yerleşim yeriymiş. O zamanlardan kalma çok fazla bir eser olmasa da kalenin kalıntılarını, su kemerini ve bugün kültür merkezi olarak kullanılan kiliseyi görebiliyoruz.
Birbirine yaslanan pek çok eski ve yeni evin olduğu sokakların arasından gölü izleyebiliyorsunuz. En ilginci de kimi sokağın direk göle açılması. Düşünsenize, koşturup giderken hızınızı alamayıp "cup" diye suya düştüğünüzü... Burada büyüyenler çok ilginç bir çocukluk geçirmiş olmalı.
Yavaş yavaş ısınan hava köyü uyandırıyor, leylekler havalanıyor, kapılar açılıyor, tonton nineler, dedeler evlerinin önünde balık ağlarını onarıyor, çocuklar sokağa koşuyordu. Ebeveynleri avdan geri dönerken ağaçların arasından geçip sandallarını suyun içindeki eve en yakın ağaca bağlıyorlar. Böyle masalsı görüntülerden sonra yakalanan turna ve sazan balıkları mezata yetiştiriliyordu.
M.Ö. 1 Yüzyıl'dan kalma bolca kerevit figürlü sikke bulunmuş burada. Kerevit şimdi ara sıra yakalansa da bir zamanlar gölde bol olduğu hatta önemli bir ticari unsur olduğu anlaşılıyor.
Mezatta işini bitiren iki balıkçı arkadaşla anlaşıp şimdilerde mahalle olan masmavi suların içindeki bu köyü bir de çevresinden görelim dedik. İçinde pek çok adacık barındıran Uluabat Gölü'nün sular yükselince karayla bağını sağlayan köprüyü suların daha az olduğu dönemde geldiğimde altına sandalların oturtulduğuna şahit olacaktım.
Göle sıfır evlerin çoğunda, hatta sandallarda Atatürk baskılı Türk bayrakları asılıydı. Mevsiminde gölde nilüfer çiçekleri de açıyormuş. Elektrik direklerinin, evlerin bacalarının üzerinde pek çok leylek yuvası gördük. Köy leylek dostu unvanına sahipmiş. Aynı zamanda pek çok kuş türünün de göç yolu üzerindeymiş. Tamamı sit alanı olan yöreyi bolca fotoğrafladıktan sonra turumuz tamamlandı ve öğle yemeği için köye döndük. O zamanlar kıyıda tek tük olan gözlemeci teyzelere gözleme yaptırdık.
Bu masalsı köyden benim gibi ünlü yönetmen Derviş Zaim de etkilenmiş olmalı ki "Balık" adlı filmini burada çekmiş. Daha sonra burada bir de dizi çekilmiş. Dolayısıyla çok ilgi gören köy zaman içinde oldukça gelişmiş. Farklı yıllarda buraya geldiğim için köyün gelişimini yakından takip etmiş oldum. Göl kenarındaki evlerin bahçe ve teraslarının kafeye dönüştürüldüğünü, daha büyük evlerin pansiyonculuğa başladığını gördüm. Köy balıkçılığın, zeytinciliğin yanı sıra turizmden de gelir elde ediyordu artık.
Ayrıca bizim ilk zamanlar balıkçılardan kiraladığımız sandallar yerine şimdilerde gölde saltanat kayıkları salınıyor. Kooperatifleşen balıkçılar yarım saatlik turlar halinde uygun fiyatlı gezdiriyorlar sizi. Sahilde pek çok çok kafe ve restoranlar yemek, içmek için uygun fiyatlı hizmet veriyor.
Siz de burayı görmek isterseniz kendi aracınızla gelebileceğiniz gibi Bursa'dan üniversite durağından kalkan 5G numaralı belediye otobüsü ile otuz dakikada gelebilirsiniz.
Şayet uzaktan geliyorsanız yarım günde rahat rahat gezip bitirebileceğiniz köyden sonra siz de bizim gibi yapıp buradan Cumalıkızık'a ya da Mustafa Kemal Paşa'daki Suuçtu Şelalesi'ne de gidebilirsiniz.
Diğer rotaya doğru Gölyazı'dan ayrılırken dört kez geldiğim bu köye tekrar gelmek üzere gezilip görülecek yerler listesinden adını yine silmedim.