“Hatırlamanın ve unutmanın” ekseni etrafında Hamza Rüstem Fotoğraf Evi 2024-04-10 09:15:00
Yazar: Raşel Rakella Asal
20. Yüzyıl'ın ikinci yarısında tarihçileri, tarih eğitimcilerini ve tarih felsefecilerini her zaman düşündüren sorulardan birkaçını şöyle özetleyebiliriz: Tarih nedir? Tarih ne işe yarar? Neden tarih öğretiyor ve öğreniyoruz?
Özellikle tarih bir bilim olarak yerini sağlamlaştırdıkça geçmişin hikâyesine dair yaklaşımlar da farklılaştı. Günümüzün algısı klasik tarih anlayışından uzun zamandır uzaklaşmış görünüyor. Bugünün tarih anlatısında “sessiz”in, “görünmez”in, “öteki”nin yaşantı deneyimleri önem kazandı. Bugüne dek ihmal edilen, yok sayılan tarih yeniden okunmaya, yeni bir geçmiş algısı yapılandırılmaya çalışılıyor. Bugünün tarihçileri toplumların geçmişleriyle kurdukları bağı doğru anlamak ve değerlendirmek için bellek çalışmalarına yöneldiler.
Kültür kavramına giren her şey gibi, ulusların kolektif belleği de tarih boyunca bir miras olarak kuşaktan kuşağa aktarılır. Böylelikle oluşan toplumsal bellek bizim yazılı olmayan tarihimizdir. Tarih ikiye ayrılır; “yaşanılan” ve “yazılan” tarih. Türk edebiyat kuramcısı, eleştirmen ve edebiyat tarihçisi Prof. Dr. Mehmet Kaplan’a göre “yazılan tarih”, “yaşanılan tarih”in binde biri değildir.
Tarihi yeniden okumak, anlamaya çalışmak çağımıza ait bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor. Bu yeniden okuma, algılama ve anlama edimi içinde, dünyanın tarihselliğiyle kurduğumuz ilişki de zamanla büyük önem kazanıyor. Bu bağlamda fotoğraf sanatı var olan gerçekliği hızla kaydetmesi, yaygınlığı ve anonim yapısı ile süreç içerisinde görsel tarih ve belleğin, arşivlerin oluşmasını sağlayan en önemli araçlardan biri özelliğini taşıyor.
Ancak fotoğraf sanatından söz ederken o fotoğrafı çeken kimse önem kazanır. Fotoğrafı çeken kimsenin gerçekleştirdiği en önemli seçim, görüntü çerçevesi içine nelerin dâhil edildiği ile anlam kazanır. Çünkü fotoğraf “seçilerek” oluşturulmuş bir görüntüdür. Görüntü içindeki unsurların değişmesi anlamı da değiştirir. Çünkü bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir, dünyayla, insanla ilişki kurmaktır, çekilen mekânı, nesneyi, yaşanan olayı belgelemek, önem atfetmektir. Bu kapsamda fotoğraflara değer kazandıran etken, bilgi aktarıyor olmasıdır. Kaybolmakta olan şeylerin kaydını tutan bir cihazın önem kazanmasıdır söz konusu olan.
Çağımız “hatırlamanın ve unutmanın” ekseni etrafında yeni bir bellek oluşturmanın yanı sıra tarih, geçmiş ve gelecek inşasının derdine düşmüşken, Hamza Rüstem (1872-1971) fotoğrafları önem kazanıyor. Hamza Rüstem Girit’te seyyar satıcılık yaparken fotoğraf tarihçilerinin ilk Türk Müslüman fotoğrafçı olarak kabul ettiği Bahattin Rahmi Bediz tarafından fark edilmesiyle fotoğrafçılık yaşamı başlamış oluyor. Teknik bilgi ve becerisi sayesinde kısa sürede işi öğreniyor, önce kalfa sonra Rahmizade Bahaetttin’in Girit’ten ayrılmasıyla dükkanını devralarak usta oluyor. Cumhuriyetin ilanından sonra Yunanistan ile Türkiye arasında gerçekleşen mübadelede ailesi ve çalışanlarıyla beraber İzmir’e göç edip burada fotoğrafçılık faaliyetlerine devam ediyor.
Hamza Rüstem stüdyo açmak için aradığı mekânı bugün şirketin ticari hayatını sürdürdüğü eski adıyla Emirler Çarşısı'nda buluyor. O günlerde fotoğraf gün ışığında çekilirdi. Bol camlı aydınlık mekanlara ihtiyaç vardı. Çarşının çatı katı stüdyo kurmak için çok uygundu. Büyük camlı pencerelerin olduğu çatı katında Hamza Rüstem stüdyosunu kuruyor. Girit’ten gelen çalışanlar ve malzemelerle İzmir’i belgelemeye başlıyorlar.
Hamza Rüstem Fotoğrafhanesi bir okul gibi çalışıyor. İzmir fotoğraf yaşamına çok sayıda fotoğrafçı kazandırıyor. Böylece İzmir’in tarihsel belleği, çekilen fotoğraflarla zenginleştirilip ölümsüzleştiriliyor. Bu fotoğraflardan üretilen kartpostallarla İzmir’in tanıtımına önemli katkılar sağlanmış oluyor. Hamza Rüstem bunların yanı sıra reklam fotoğrafçılığı ve foto muhabirliği de yapıyor, İzmir kent yaşamında önemli olayları, dönemin önemli devlet adamlarını, sporcularını fotoğraflıyor.
Oğlu 1928 doğumlu Nuri Rüstem babası Hamza Rüstem’in yönlendirmesi ve teşvikiyle lise eğitiminden sonra aile mesleği ve özel ilgi alanı olan fotoğrafçılık tekniğini öğrenmek için genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tanıtımı için Atatürk’ün isteği ile hazırlanan "Fotoğraflarla Türkiye" albümünü çeken Avusturya asıllı ünlü fotoğrafçı Othmar Pferschy’den fotoğraf dersleri aldı. Ondan portre, manzara çekim teknikleri ve baskı tekniklerini öğrendi. 1948 yılında babası Hamza Rüstem’in fotoğrafhanesini devir aldı. Fotoğrafhanenin adı “Nuri Hamza Rüstem Fotoğrafhanesi” olarak tescil edildi. Nuri Rüstem babası Hamza Rüstem gibi fotoğraf sanatının gelişimini takip ederek işletmeye çağdaş bir görünüm kazandırdı. Othmar Pferschy’den aldığı fotoğraf tekniği ile çektiği siyah-beyaz İzmir kent görüntüleri, İzmir Fuarı, Efes-Meryem Ana ve Bergama fotoğraflarını foto-kart olarak basarak Türkiye ve yurt dışına dağıtımını sağladı.
Cumhuriyet sonrası İzmir’de faaliyet gösteren Hamza Rüstem fotoğraf stüdyosu, kentteki diğer fotoğraf stüdyoları gibi, portre, gelin, düğün, reklam çekimlerinin beraberinde kartpostal, takvim ve ajandalar için kent fotoğrafları üretiyordu. Hamza Rüstem’in ticari amaçla ürettiği bu fotoğraflar zaman içinde İzmir’in görsel arşivinin birer parçasını oluşturdu. Fotoğraflarının İzmir sokakları, manzaraları, tarihi mekanlar, Fuar’a ait görüntülerden hazırlanan foto-kartları tüm Türkiye ve yurt dışına dağıtımını sağlamış olması İzmir kent belleğinin korunmasına önemli bir katkı sağlamış oldu.
Karşıyaka Belediyesi’nin 2011 yılında hizmete açtığı Hamza Rüstem Fotoğraf Evi, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen Tarihe Saygı Yerel Koruma Yarışması’nda ‘Tarihi Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Dalı’nda ‘Katkı Ödülü’ne değer görüldü.
Türkiye’deki tek fotoğraf evi olma özelliğine sahip Hamza Rüstem Fotoğraf Evi, İzmir’in köklü fotoğraf stüdyolarından birine sahip Hamza Rüstem’in adını taşıyor. Mavişehir’deki mekân, Hamza Rüstem Fotoğrafhanesi’nin yaklaşık 100 yıllık geçmişe sahip arşiv ve koleksiyonunu da bünyesinde barındırıyor. Orijinal fotoğraf makineleri, fotoğraflar, çeşitli fotoğraf malzemeleri ve ekipmanlarla sergileniyor.
Hamza Rüstem İzmir’de ilk Müslüman Türk stüdyo fotoğrafçısı olarak tanındı. Cumhuriyet döneminin sosyo-kültürel haritasında gerçekleşen demografik dönüşümlere fotoğraflarıyla tanıklık etti. Fotoğrafları İzmir kent tarihi üzerine görsel bir envanter oluşturdu. Onun bugüne ulaşabilen fotoğrafları toplumsal belleğe ilişkin belgeler olarak değer taşıyor, gelecek kuşaklara o günlere ait görsel bir malzeme sunuyor.
Hamza Rüstem’in fotoğrafları yıllar geçtikçe anı fotoğrafı olmaktan çıkarak, bir dönemi, bir yeri, tarihi bir olayı simgeleyen fotoğraflar haline dönüşmüştü. Hamza Rüstem ve fotoğrafları, yalnızca İzmir’in görsel tarihi bağlamı içerisinde değil, aynı zamanda Türk fotoğraf tarihi içerisinde de önemli bir yer teşkil etmektedir.
Anahtar kelime hatırlamadır. Hatırlamak denince aklımıza belleğin içindeki bilgilere ulaşmak gelir; oysa dikkat etmemiz gereken husus, belleğin bir depo olmadığıdır. Hatırlanmak istenen kişi, depodan bir nesneyi almak gibi kolayca hatırlanmaz. Bellek deneyimlerden oluşur ve aynı zamanda onları anımsadıkça tekrar tekrar kurgulanmış olur. Hamza Rüstem’in fotoğrafları bir şehrin hikayesi olarak bize geçmiş yaşanmışlıkları anımsatıyor.
Anımsama bir kez başladı mı arkası gelir. Yeni şeyler hatırlanır, her konuda rastgele söylenen sözler gibi, anılar birbirine karışır. Anılar olmazsa yaşanmaz; onlarla yaşar, kâh mutlu kâh hüzünlü oluruz. Yüreğimize yerleşmişlerdir bir kere. İşte yüreğimize yerleşen bu duygu aidiyet duygusudur, bizi yaşadığımız yere bağlayan... Bu noktada Alman filolog ve filozof Friedrich Nietzsche’nin "Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Yararsızlığı Üzerine" adlı eserindeki şu sözleri açıklayıcı olacak:
“İnsan unutmayı bir türlü öğrenemeyip de hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendine de: İstediği kadar ileri ve çabuk yürüsün, zinciri ile birlikte yürür, hızla akıp geçen olaylara bağlıdır gene de. Şaşılacak bir şey: An, birden burada, bir yok, daha önce bir hiç, daha sonra bir hiç, yine de bir hayal gibi yeniden gelir ve daha sonraki bir an’ın rahatını kaçırır. Zaman tomarından boyuna bir yaprak çözülür, düşer, uçup gider-birden yeniden insanın kucağına geri döner. İşe o zaman insan ‘anımsıyorum’ der.”
Ne kadar kişisel olursa olsun, her hatırlama, başka birçok kimsenin de sahip olduğu bir düşünceler kümesiyle ilişki içinde olur; kişiler, yerler, tarih, sözcükler, dil biçimleri gibi şeylerle, yani parçası olduğumuz toplumla birlikte gerçekleşir. Fransız filozof ve sosyolog Maurice Halbwachs’a göre hafıza canlıdır ve her canlı organizma gibi sürekli devinim halinde varlığını sürdürür. Bu devinim durursa unutma ortaya çıkar. İnsan sadece kendi hafızasının çerçevesinde içine yerleştirdiği şeyleri hatırlar. Dolayısıyla hatırlamayı toplumsal bir inşa olarak görür.
İzmir'de, tarihi Kemeraltı Çarşısı'nın en eski dükkanlarından biri olan Hamza Rüstem Fotoğrafhanesi 125 yıldır hizmet veriyor. Girit'ten İzmir'e mübadele sonrası göç eden İzmir'in ilk Müslüman Türk fotoğrafçılarından Hamza Rüstem'in torunu Mert Rüstem, dede mirası mesleğini devam ettiriyor. Dedesinin, Mustafa Kemal Atatürk'ün İzmir ziyaretlerinde özel fotoğrafçılığını yaptığını dile getiren Mert Rüstem verdiği röportajda Isparta, Burdur, Aydın gibi yakın seyahatlerinde de dedesinin Mustafa Kemal'in özel fotoğraflarını çektiğini söylerken dedesinden gururla söz ediyor.
Hamza Rüstem’in torunu Selma Rüstem Aysu da bu konuda görüşlerini şöyle açıklıyor:
“Büyükbabamın her bir stüdyo arşivi, İzmir kent kültürü alanına ilişkin ciddi bir külliyat demekti. Bu arşivlere yıllar sonra baktığımızda, yalnızca o günün şartlarına özel değil, bugünün İzmir kentinin toplumsal karakterini de oluşturan sayısız analize ulaşabiliriz. Fotoğraf sanatının gündelik yaşamla kurduğu ilişkiyi de görebiliriz. Böyle bir ortamda stüdyoda çekilen fotoğraflarla büyüdüm. Zamanla fotoğrafın belleğe katkısının önemini kavradım. Onlar üzerine düşünmenin her zaman cezbedici bir yanı vardı. Babamın İstanbul ve İzmir’ de kartpostal için çektiği kent fotoğrafları bunun en iyi örneğiydi benim için.”
Günümüzde fotoğraf çekmek saniyeler alıyor, fotoğraf banyosu kolaylıkla yapılıyor, hatta hızlıca boyutu büyütülüp elimize çıktısı alınıyor. Tüm bu imkanları bize sağlayan fotoğraf makinesinin diğer büyük icatlar gibi uzun bir geçmişi olduğunu ve çoğu icatlar gibi birçok kişinin emeği ve uzun süreli araştırmaların sonucu olduğunu biliyoruz.
Hamza Rüstem Fotoğrafhanesi’ni gezerken yüzyıllık bir yolculuğa çıkmaya hazır olun. Müzedeki eserlerin 100 yıllık bir geçmişi olduğunu aklınızda tutarak fotoğraf makinelerin zaman içerisindeki değişimini yaşayacaksınız. Ayrıca eski fotoğraf karelerinin bulunduğu bu müzede, o zamanın ruhunu yansıtma, müzenin geçmiş ruhunu yaşatma amacına uygun olarak stüdyo sahibi Hamza Rüstem Bey’in kişisel eşyalarına yer veriliyor.
Cumhuriyeti ikinci yüzyıla taşıyan kuşak olarak bizlerin hafızasını tazeleyen bu yolculukta Cumhuriyet tarihini fotoğrafları üzerinden anlatan ve kent bilinci-kent kültürü açısından değer taşıyan bu fotoğraflar gelecek kuşaklar için geçmiş İzmir yaşantısını tanımak için bir pusula niteliği taşıyor.