Vourla "Öteki Kıyı" - Figen Koşar 2024-03-12 11:20:48
Yazar: Osman Akbaşak
Bir kitap yazısını belki de ilk kez müzik eşliğinde yazıyorum. Nedeni az önce bitirdiğim bu romanın son birkaç satırında daha önce sözü edilen bir şiirin sonradan bestelendiğini öğrenmiş olmam... Romanı bitirir bitirmez hemen bilgisayarımın başına geçtim, önce adını yazımın sonunda yazacağım müziği açtım, tekrar tekrar dinlerken klavyemin tuşlarına basıyorum. Eskiden olsa kalemimden söz ederdim, artık kalemler tarih olunca...
Bugünlerde elime gelen romanlar nasıl olduysa İzmir Yarımada’da geçiyor. Elimdeki romanı Emine Bekdemir arkadaşım önerip armağan edince başlamamak olmazdı. Belki hatır için başlamış gibi oldum ama okudukça elimden bırakamadım. Elbette siz dostlarımla paylaşmayı gerçekten çok istedim. Kendi kitaplarım için Şeyh Bedrettin araştırması yaptığım günlerden Vourla adına aşinayım. Urla’nın geçen yüzyıla değin söylenegelen adı...
Roman zaman zaman karşılaştığımız 2022 yılı ve 1912 yılları arasında gidip gelen anlatımlarla şekillenmiş. Her iki dönemde de kahramanımızın adının Eleni olması elbette romanın sonraki bölümlerinde ilginç gelişmelerle karşılaşılacağının habercisi. Konunun çok ayrıntısına girmeden Yunanistan’dan Urla’da Klazomenai kazıları için gelen Eleni ve çevresindeki kişilerle gelişiyor. 21. Yüzyıl'ın Eleni’si kendisine bırakıldığı düşünülen bir emaneti açınca 110 yıl önce aynı yerde yaşayan adaşı Eleni ile mektuplar aracılığıyla tanışıyor. Arada bir asır olmasına karşın iki Eleni’nin yaşadıkları okuru sarıp sarmalıyor.
Roman ilerledikçe bir dostun adıyla da sıkça karşılaşıyoruz. Sedef Tunçağ’ın "Belge ve Anılarla Urla" kitabı ciddi bir kaynak olmuş yazar için. Belgesel sayılabilecek olan bu kitabı geçen yıl ilgi alanıma uzak diye almamıştım, çok pişman oldum. En kısa zamanda edineceğim. Özellikle yaşam biçimleri anlatılırken okur keyifli betimlemelere tanık oluyor:
"Üzüme balın, zeytine yağın düştüğü bir 15 Ağustos’taki bağ bozumu şenliklerinde ‘Her şarap kadehinin bir anlamı olduğunu söyler Dionysos’ diye bitirmişti sözlerini Tamara. Birincisi sağlık, ikincisi aşk ve zevk, üçüncüsü uyku, dörtten fazlası kızgınlık ve şiddete yol açabilecek duygu karmaşasını simgelermiş. Biz aşka kalalım diyerek kadehindeki şarabı bir yudumda içmiş ve dudaklarını Yusuf'un dudaklarına örtmüştü." Anlatımı ne denli içten ne denli sahici...
Savaşlar, kavgalar yüz yıllardır bir arada yaşayan insanları nasıl da birbirine düşürmüşler. Her şeye karşın dost kalabilmeyi başaran insanların gücü yetmemiş bu dışarılardan kaşınan, yaraların kabuklarının kaldırılmasına. İyi insanlar hep olmuş. Bizim bildiğimiz tahaffuzhanede Vourlalı Rumlar'ın Aziz Ioannis Adası'nda çalışan çoğu Türk, az sayıda da Rum görevlinin romanda söyledikleri bunu ne güzel anlatıyor:
"Dışarıdaki gerginliğe rağmen burada Türk Rum ayrımı yok. Personelin bazılarının ailesinde asker olduğunu biliyorum. Bazı cephelerde birbirimize karşı savaşıyoruz üstelik. İnsan olmak, insan kalmak, insanca yaşamak; dil, din, ırk bunların çok ötesinde bir şey olmalı. Hastasın ya da değilsin. Öleceksin ya da yaşayacaksın. İncecik bir ip, incecik bir sınır bu. "Sırat köprüsü burada işte" diyor Doktor Hayrullah Bey. Ya geçeceksin ya düşeceksin. Bu kıldan köprünün üzerindeyken; toprak kimin, kim gitmeli, kim kalmalı kavgası çok basit geliyor insana."
Ben bu satırları yazmaya devam ederken Mikis Teodorakis’in "Sto Perigiali" şarkısı çalmaya devam ediyor. Birçok bölümün başında Yorgo Seferis’in bir şiiri zaman zaman da Süreyya Berfe şiiri yer alıyor. Ayrıntıyı okura bırakmak üzere kısaca söz edeyim, romanın gizli kahramanı Yorgo Seferis. Bağlantıları çok ortaya sermeden sözünü ettiğim şarkının sözlerinin de Seferis’e ait olduğunu belirteyim.
Cevat Çapan çevirisiyle Yorgos Seferis’in "Yadsıma" şiiri
Bir güvercin gibi ak
O gizli kıyıda
Susadık öğle üzeri:
Ama tuzluydu sular.
Sarı kumların üstüne
Adını yazdık onun,
Ama bir rüzgâr esti denizden
Ve silindi yazılar.
Nasıl bir ruh, bir yürek,
Nasıl bir istek ve tutkuyla
Yaşadık: yanılmışız!
Değiştirdik öyle yaşamayı.
Romanda hem 2022 yılındaki Eleni’nin hem de 1912 yılındaki Eleni’nin aşkları, çoğunlukla Rum, kısmen de Türk ailelerin dönemdeki yaşam biçimi, arkeolojik bilgiler, tarihsel gelişmeler de ustaca harmanlanarak verilmiş. Elbette günümüz kadınının özgürlüğü 110 yılı öncesinde kesinlikle yok. Yine de mutluluğu duyumsamak hangi yılda olursa olsun insanın içini ısıtıyor. "Hem çılgın gibi hissediyordum mutluluktan, göğsümün içinde on değirmenlerin beyaz kanatları uçuşuyordu hem de ölesiye korkuyordum" duygusunun elbette günümüzde yaşanmadığını tahmin edebilirsiniz.
Romanın bitişi duygulu, oldukça da hüzünlü... Ve bu hüzün bir şiirle son satırlar haline gelmiş.
Levent Belin’den Prangalı Yolcu
Şimdi Güneş
Yavaş yavaş terk etse de beni
Aynı denizin iki yakası, benim
Binlerce yıllık sahilde
Bir gel gitlik ömrü olan
Bu ayak izi, benim
Her denizin ortasındaki
O boş kayık
Yelkenleri dolu
Bilinmeyene demirli
Şu ışıklı gemi, benim
Ayakları gitmek
Yüzü kalmak istediği yere dönük
Bu prangalı Yolcu, benim
Figen Koşar’ı daha önceden tanımadım, bu okuduğum ilk romanı. Umuyorum uzun bir yazın yaşamı olur. Yeni kitaplarını izleyeceğim...