Yücel Ertem / Anılar I ve II 2024-02-19 12:18:08
Yazar: Osman Akbaşak
Yücel Erten’i en son İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni olarak tanırız. 1945 doğumlu olduğuna ve kendi anlatımıyla diplomalı rejisör olarak bilindiğine göre elbette uzun bir tiyatro yaşamı olduğu da bilinir. 2023 Özdemir Nutku Tiyatro Ödülleri töreninde karşımıza “Benim Naçiz Vücudum” oyununun yönetmeni olarak “Ödenekli Tiyatrolar Yılın Yönetmeni” olarak da çıkmıştı.
İzmir’in edebiyat ve sanat camiası bilir, on yıldır “Vefa İstasyonu”muzda değerli edebiyatçı ve sanatçılarımızı yaşarken onurlandırmaya çalışıyoruz. 2024 Şubat konuğumuz olarak Yücel Erten adı öne çıkınca sunumu hakkıyla yapabilmek için yakından tanımak farz oldu. Kendi yaşamını anlattığı iki kitabı, “Akıntıya Kürek” ve “Yelkenler Fora”yı beğeniyle okudum.
Kitapsever biri olarak hep önem verdiğim kendi alanında öne çıkmış insanların kesinlikle anılarını yazmalarının çok değerli olduğudur. Yıllardır anı kitaplarından çok şey öğrendim, hele anılar yazılırken geçen yıllar canlı bir şekilde yoldaşlık ettiyse en az tarih kitapları kadar değerli ve öğreticidir. Siyasetçi, bilim adamı, sanatçı ne olursa olsun her yaşamdan alınacak dersler vardır. Anımsarım, Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Anıları” anı kitabı ilk çıktığında ne çok ses getirmiş, ne çok satmıştı. Elbette örnekleri çok arttırmak mümkün hatta bu yazının boyutunu aşar.
Yücel Erten’in iki anı kitabını birbirinden ayırmadan düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım. Sadece şu bilgiyi vereyim, ilk kitap olan “Akıntıya Kürek”te 1945-1982 arası, ikinci kitap “Yelkenler Fora”da 1983-1994 arası anılara yer verilmiş. Sonraki yıllar için de yazım tamamlanmış, son kontroller yapılıyor, basım aşamasına geçmek üzere.
Yücel Erten’in tiyatro sanatçısı olmasından kaynaklandığını düşünüyorum, iki kitabın da son derece akıcı, duru bir dili var. Zaman zaman muziplikler de işin içine girince toplam 710 sayfalık iki kitap neredeyse soluksuz okunuyor.
Muziplik dedim ya, çocukluk yıllarından başlamış belli ki:
“Aile içinde çocukluğuma ait bir öykü anlatılır. Evin önünde komşunun çocuğu Mete ile oynuyormuşum. Bir komşu teyze de geçerken bana sormuş: ‘Yücel Annen evde mi?’ Şöyle yanıtlamışım: ‘Evde beni uyutuyor.’ Belli ki anacığım beni uyutayım derken yorgunluktan uyuya kalmış, ben de sessizce sokağa fırlamışım.”
“Aykut ağabeyimin tarih kitabındaki sakallı ve heybetli Barbaros resmine ‘Gürgür Baba’ dediğimi hatırlıyorum. Gök gürleyince ‘Gürgür Baba’nın gürlediğini sanıyormuşum.”
Düşününce birçoğumuz çocukluğumuzda gök gürültüsüne “Gürgür Baba” derdik ama bunu topluma mal olmuş bir sanatçı söyleyince sanki bizim anımız da değerleniveriyor.
Konservatuvar yılları anlatılırken arkadaşlarından söz edince her biri yıllardır yaşamımızın bir yerinde iz bırakmış kişileri görmek ne denli hoş geliyor insanın gözüne. Kitaptaki arkadaşlarının tamamını buraya yazmak hem mümkün değil hem de uygun değil. Ama birkaçından da söz etmezsek olmaz.
Sınıf arkadaşları: Ayşe Akınsal, Tevfik Akoğlu, Çetin Bağcıer, İstemi Betil, Rümeysa Bozdağ, Enis Fosforoğlu, Sermin Hürmeriç, Mehmet Keskinoğlu, Işık Leki (Poyraz), Berin Ötenel, Gül Tüzün, Cihan Ünal, Işıl Yücesoy
Dönem arkadaşları: Deniz Gökçer, Zeliha Berksoy, Aykut Sözeri, Ertan Dinçer, Nur Subaşı, Alev Sezer, Sönmez Atasoy, Münir Caner, Can Gürzap, Güven Hokna, Alpay İzbırak, Muammer Çıpa, Çetin Tekindor, Nurşin Demir, Rüştü Asyalı, Mehmet Ege
“Enis Fosforoğlu'ndan bir anı: ‘Gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür’ diye şarkı söyleyip oturdukları yerde başparmaklarını çeviren bazı sanatçılara baktıkça ona daha çok saygı duyuyorum.”
Bu anılarda bir konuya da tanık oluyoruz. Bütün dünyada ve ülkemizde yıllardır efsaneleşen 68 olaylarından önce Yücel Erten toplumsal isyanı başlatmış bile:
1967 yılının Aralık ayında bir yemek boykotu yaşanır. Yücel Erden elbette bu boykotun içindedir. Sonuçta müfettişler gelir, ifadeye çağrılırlar. Yücel Erten ve arkadaşları ifadelerini yazılı vermek isterler. Devamını şöyle anlatıyor:
"Sönmez, Sarper ve ben birkaç gün sabahlayarak kitap gibi bir savunma hazırladık. Şimdi tam hatırlamıyorum ama sanatın doğuşundan girip emek sanat ilişkisinden çıktık. Hareketin masum ve doğru olduğunu anlatmak için Darwin'in Galapagos Adaları'ndaki Evrim kanıtlarından, İrlanda Ulusal Tiyatrosu’nun oluşumuna kadar türlü örneklere başvuran bir savunmaydı. Sıkı durun! Müfettiş raporları sonucunda biz de dahil tek bir öğrenci bile ceza almadı. Bir süre sonra konservatuar müdürü değiştirildi.”
Okuduğumuzdan anladığımız Yücel Erten öğrencileriyle de hep çok içten, hep çok yakın olmuş. Bir havuz anısı var ki, çok hoş…
“Konservatuvar’da mezun olanların birbirini avludaki minyatür havuza atmaları bir gelenektir. Benim öğretmenlik yaptığım yıl öğrencilerim beni de attılar. Elebaşının sevgili Selçuk Yöntem olduğunu hatırlıyorum. Sonra da kostüm deposundan bir pantolonla bir gömlek getirdiler. Çok eğlendik. Sakıncası mı var?”
Haydi birkaç anıyla yazımızı tamamlayalım. Askerlik günlerinden bir anı:
“Yedek subaylığı sırasında ağaçların altında dinlenirken bir anons:
‘Yedek subay adaylarından Gangür Zop, Gangür Zop ziyaretçiniz var, lumbar ağzına gelin.’
Anons birkaç kez tekrarlandı, kimse üzerine alınmıyor. Birden ayıldım, Can Gürzap’a döndüm:
‘Bu sensin lan!’
Adının öyle söylenmesine fena halde sinirlendi herhalde, Can’ın cevabı şöyle oldu:
‘Niye ben oluyormuşum lan!’
Hâlbuki gerçekten onu anons ediyorlardı, ziyaretçisi vardı. On yıllar geçti üzerinden hâlâ anlatır anlatır güleriz.”
Bir de Kıbrıs anısı:
Prömiyerimizi yapmışız, Yaşar beni arabasıyla Kıbrıs'ın batı ucuna götürdü, gezdiriyor. Oh ne güzel! Dönüş yolunda arabası bir iki kere hırt hırp diye bir ses çıkardı sonra toptan durdu. Benim dilim biraz Kıbrıs şivesine yakındır:
‘Ne yabacayık Yaşar?’
‘Hocam sen arabayı gullanabilin? Gullanabilisan Ben arkadan gaktıracayım belki çalışır.’
‘Yok be, bilmem ben o nasıl kullanılır!’
'O zaman sen gaktırıcan ben gullanacam.’
‘Hasban çıksın Yaşar! Hocanı getirdin gezdireceğim diye, şimdi dağ başında arabayı gaktırsın?!’
Bir de izleyiciler için yorumunu aktarayım:
“Sokakta, çarşıda, meyhanede gördüğü oyuncuyu dizideki karakterle karıştırmak toplumumuzun henüz aşamadığı ciddi bir sorun. İçinde çocukça bir sevgi ve ilgi de vardır bilirim; çoğu kez gülerek gülümseyerek geçiştiririm ama sonuçta bir çeşit hamlık, yetişmemişlik, geri bıraktırılmışlıktır. Bazen düşünürüm, bizim insan yığınlarımız daha ömründe bir kez tiyatro izlemeden evine Dallas dizisi girdi de ondan mı acaba?”
Tam burada benim ekleyeceğim bir anım var. Televizyonda ilk bölümü 2003 yılında “Bir İstanbul Masalı” adlı bir dizi oynuyor. Ana karakterlerin yanında bir de usta sanatçı var, Altan Erkekli… AST’ın önemli isimlerinden, adı tiyatro camiasında çok iyi bilinen.
Dizi sevilince bir magazin muhabiri soruyor:
“Siz daha önce nerelerdeydiniz.”
Erkekli’nin yanıtı ders niteliğinde, “Benim yıllarım tiyatro salonlarındaydı, bilmiyorum siz neredeydiniz.”
Belki birebir böyle değil ama bu anlamda bir söyleşiydi.
Değerli Yücel Erten hocam, tiyatro konusunda yazmaya cesaret edemeyebilirim ama kitaplarınız konusunda yürekten kutlamama izin veriniz. Üçüncü anı kitabınızı sabırsızlıkla bekliyorum.
Bu arada 21 Şubat Çarşamba günü Çiğli Belediyesi Fakir Baykurt salonunda Vefa İstasyonu ekibi olarak Yücel Erten hocamızı konuk edeceğimizi de duyuralım. Buyurun, bekleriz…