Hayat dediğimiz... 2024-02-08 13:00:20
Yazar: Raşel Rakella Asal
Bir sabah yürüyüşünde karşıdan yaklaşan bir çocuk arabası gördüm. Arabanın içinde bir bebek, üzerinde değişik desenler, nakışlar, figürlerle açık mavi renkte bir örtü, beşik örtüsü. Arabanın başucunda bir Kuran kesesi, çocuğun bileğinde mavi boncuktan, üzerinde "maşallah" yazılı bir nazarlık. Besbelli anne gün boyu evde kapalı kalmasını istememiş biraz temiz havaya çıkarmak istemiş bebeği.
Anne birden arabanın frenine basıp arabayı durdurdu, örtünün altından çıkardığı ellerini kollarını boşlukta oynatan bebeğinin üzerine eğildi. Anne bir yandan gülüyor, bir yandan başını sağa sola oynatarak, yalnızca kendisinin ve bebeğinin anlayacağı bir dille konuşmaya başladı. Ne dediği pek anlaşılmıyor, arada bir başını düzenli indirip kaldırıyordu. Sevincinden yerinde duramayan bebek de annesinin tatlı sözcüklerini, dışarıdan kimsenin anlamasını istemezmiş gibi adeta şifreli bir mırıldanmalarla yanıtlıyor, söylenenlerin hepsini anlıyormuş gibi, arada bir dişsiz ağzını göstererek gülücükler saçıyordu. Annesi için bebeği dünyanın en güzel çocuğuydu. Haklı bir gurur ve kıvanç kaynağıydı.
Çocuk çocukken kollarını sallayarak yürürdü. Çocuk çocukken çocuk olduğunu bilmezdi. Her şey yaşam doluydu. Ve tüm yaşam birdi. Çocuk çocukken hiçbir şey hakkında fikri yoktu. Bağdaş kurup oturur, sonra koşmaya başlardı. Saçının bir tutamı hiç yatmazdı ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi. Elindeki rengarenk fırıldak ile dünya onundu. Tüm renklerin yok olup, beyaza dönüştüğü bu oyuncak rüzgârda hızlıca dönerken, tüm renkler kaybolur, çocuk bu durum karşısında şaşır, parlak yeşili, parlak kırmızıyı ve diğer renkleri kaybederdi. Artık her renk beyazdı. Çocuk mutluydu. Anne, çocuğu mutlu olduğu için mutluydu.
Çocuğun bu sevinci hiçbirimize yabancı değil. Bir gün bu bebek küçük adımlarla yürümeye başlayacak. Bir gün bu bebek büyüyecek ve ilk dünyaya adım attığı bu günlerini hatırlamayacak. Bir gün bu çocuğun incecik sesi daha kalın, daha tok, daha pürüzlü çıkacak. Büyüyecek, büyüdükçe kendi "ben"i üzerine yoğunlaşacak, ona şekil vermeye çalışırken o bebekliğinden yavaş yavaş uzaklaşacak, annesinden uzaklaşacak. Kendi içinde çoğaldığını, onu şaşırtan yüzler takındığını fark edecek. Bu nedenle o bebekliğindeki gerçek yüzünü hiçbir zaman yakalayamayacak. Sayısız yüzünden hangisinin gerçek “ben"ini en iyi ifade ettiğini bilemeyecek. Kendi "ben"i üzerine yoğunlaştıkça geçirdiği değişim daha da belirginleşecek.
Annesinin koynunda yattığı günler kendini öyle güvende hissederdi ki! Zaman diye bir derdinin olmadığı, bir gün erken ya da geç olmadığı günler... "Bir varmış bir yokmuş" diye başlardı tüm masallar. Çocukluğunda masal dinlememiş olan var mı? Havada gözle görülmeyen beyaz atlı prensler uçuşurdu bir süre... Nazlı prenseslerle, mağrur padişahlarla, uçan halılarla, karanlık şatolarla, süpürge saçlı cadılarla, yedi cüceler ve kırk haramilerle hem aynı anda onlara hem de kendisine hem de bir başkasına bakar gibi bilinmeyen bir dünyaya gözlerini açtığı o günler... Gözlerini iri iri açtığı. O kadar dikkatle dinlerdi ki, herkes gülmeye başlardı. Utanır, elleriyle yüzünü saklayarak o da gülerdi. Herkesin keyfi yerindeydi.
En tatlı çocukluk anılarını çocukluk hayallerini, çocukluk arkadaşlarını, adlarını bile unuttuğu küçük arkadaşları... Alt dudağında yara izi olan arkadaşını, cırcır böceği beslediği komşu çocuğu... Sokakta bağıra bağıra oyun oynadıkları günleri... Annesinin onu yemeğe beklediği, yemek zamanı gelince onu eve çağırdığı... O günler bir geçmiş zaman efsanesi gibi, kendi "ben"inden o kadar uzak ki! Büyüdükçe sürekli çocukluğunun peşinde olacak, yaşamış olduğu her yerde anılarından hiç silinmeyen çocukluğunu bulması gerekecek, sonuç olarak geride şaşkınlık ve hayret kalacak.
Bir gün gelecek gerçekten çocukluğuna dönmek istediğini söyleyecek, acıları da kaygıları da tanımadığı günlere dönmek isteyecek. Kahkahalarla gülecek. Ona neden güldüğünü soracaklar. Keyifli olduğunu söyleyecek, ama öyle olmadığını kendisi de bilecek, keyifliymiş gibi yapacak, insanların hüzünlü olduğunu anlamalarını istemeyecek.
Sonuçta elde edebileceği belirsiz imgeler, asla söze dökemeyeceği anılar kalacak elinde. Ve anlatmak istediğinde düzgün cümlelerden, dilin süzgecinden geçmiş, dilin kalıplarına dökülmüş birkaç geçmiş parçasından başka bir şey kalmayacak geriye.
Hepimiz bu sınırsız büyüklükteki dünyada, denizde bir damla sudan başka bir şey değiliz. Küçücük bir damla. Hayat dediğimiz, bütün bu adını koyamadığımız şeyler işte. Sımsıkı sarılıyoruz ona ve sessizce eriyoruz içinde.