İzmir ve Manisa’da Sancaklı Yörükleri 2024-01-11 20:00:00
Yazar: Uzm. Dr. Metin Özer
Manisa Spil Dağı eteklerindeki köylerde topluca ve Türkiye’nin çeşitli yerleşimlerinde dağınık olarak “Sancaklı Yörükleri” bulunmaktadır. Spil Dağı çevresindeki Sancaklı Yörük köylerine gidilerek ad bilimi (Onomastik) ve sözlü tarih çalışması yapıldı, kişilerin kendilerini “Sancaklı” olarak tanımlamalarının, “Yavuz” kelimesinin anlamı ve “Ali” ve “Ali Bey” adlarının kullanılmasının nedeni araştırıldı.
Sancaklı Yörükleri’nin yaşadığı yerler
Sancaklı Yörükleri, Spil Dağı eteklerindeki Gürle, Çobanisa, Karaoğlanlı, Sancaklı Bozköy, Uzun Çınar, İğdecik, Çambel, Akalan, Damlacık, Sütçüler, Yenmiş, Ansızca, Kuyucak, Kayadibi, Çeşmebaşı, Sancaklı (Karşıyaka), Sancaklı (Cumaovası) isimli köylerde ve beldelerde topluca, ayrıca İzmir ve Manisa’da çeşitli yerleşim birimlerinde dağınık olarak yaşıyor. Ülkemizin çeşitli illerinde de “Sancaklı” isimli yerleşim birimleri ve kendini “Sancaklı Yörüğü” olarak tanımlayan kişiler bulunuyor.
Cevdet Türkay’ın 1999’da basılan “Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler” isimli kitabının 550. sayfasında “Sancaklı (Sancaklu) Cemaati" yer alıyor. Bu eserde yerleşim olarak, Akşehir, Saruhan (Foça, Menemen, Manisa, Demirci, Nif/Kemalpaşa), Sis (Tarsus, Adana, İçel), Karaisar-ı Şarki Sancakları (Erzurum, Kars) gösteriliyor.
Prof. Dr Yusuf Halacoğlu’nun 2009’da basılan “Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650)” isimli kitabının 1946. sayfasında ise Sancaklu Oğulları Cemaati'nin yerleşim yeri, 1563-1564 yılı kayıtlarına göre, Maraş-Pazarcık olarak gösteriliyor. Sancaklı Yörük Cemaati'nin 1802 yıllarında Afyon-Sandıklı civarında göçer durumda olduğu saptanmış. Burada "Sancaklı" isimli bir nahiyeden bahsediliyor.
Diğer Yörükler gibi Sancaklı Yörük Cemaati de 1842 yılında alınan bir kararla bulunduğu sancağın dışına çıkamamış, o sancağın içersinde konup göçmeye devam etmiş. 1861 yılında ise imparatorluğun neresinde konar-göçer oymak dolaşıyorsa, oranın valisi aşiretleri iskan etmekle görevlendirilmiş.
Sancaklı Yörükleri'ne sorulduğunda, “Toroslardan, Adana, Maraş yörelerinden gelmişiz” şeklinde genel söylemleri vardır. Gürle köyünden 1933 doğumlu Recep Salih Gürle, 1873 yılında ölen büyük dedesi Hacı Hamza'nın Sancaklı Yörükleri'nin zorunlu iskan öncesinde Hıdrellez zamanı Teke yaylalarına gidip, kasım ayı gibi Gürle köyünün üst kısımlarına geldiklerini babasından dinlemiş.
Prof. Dr Yusuf Halacoğlu’nun “Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650)” isimli kitabında Sancaklı Yörükleri'nin yerleşim yeri olarak Maraş-Pazarcık’ın gösterildiğini belirtmiştik. Pazarcık, denizden 850 metre yükseklikte, Akdeniz bölgesinin Adana bölümünde, Toroslar'ın dış kuşağında yer alıyor, yerleşim olarak Sancaklı Yörükleri'nin genel söylemine uygun. Sancaklı Yörükleri'nin Çaldıran Savaşı sonrası ülkemiz topraklarındaki dağılımı da Cevdet Türkay’ın kitabındaki verilerle uyumlu.
Sancaklı Bozköy’den babam, 1923 doğumlu Mustafa Ali Özer, atalarından yaylaklarının Manisa (Spil) Dağı'nda, kışlaklarının ise İzmir-Cumaovası’nda olduğunu dinlemiş. Babam, "İskan emri verildiğinde yaylakta olan Sancaklı Yörükleri yaylakta, o anda kışlakta olanlar ise kışlakta kalmışlar” derdi. 1940 doğumlu Halil Şimşek ise atalarından “Boz oğlanlar bulundukları yere yerleşsinler, hiçbir yere kıpırdamasınlar” şeklinde emirler olduğunu dinlemiş.
Sancaklı İğdecik köyünden 1926 doğumlu Ali Rıza Tecim’in 1935 yılında 105 yaşında vefat eden ninesi Sarı Ayşe’den dinlediğine göre, Toros Dağları'ndan Manisa’daki Yund Dağları'na gelinmiş. Burada diğer Yörüklerle yer darlığı nedeniyle sorunlar çıkınca, yöneticiler Sancaklı Yörükleri'ni bölgedeki ayanlardan Karaosmanoğlu’nun topraklarına yerleştirilmelerine karar vermiş. Sancaklı Cemaati mensupları “Kekik biten, keklik öten yer istemişler, saz biten, kaz öten yer istemeyip, bizim hayvanlarımız çamura saplanmasın, sinekler yemesin” demiş. Bu nedenle de ovalara değil de Manisa Dağı eteklerine iskan edilmiş.
Sancaklı Yörükleri'nin devlet yöneticileri tarafından diğer Yörük gruplarına göre daha öncelikli tutulduğu ve daha elverişli yerlere gönderildiği görülüyor. Bu yıllarda Sancaklı Yörükler'in yerleştirildiği köylerde yaşayan Rumlar sıtma ve veba nedeniyle son kişiye kadar kırılmışlar, hayatta kalanlar da bölgeyi terk etmişler. Hicri 1280-1290 (Miladi 1864-1874) yıllarına ait sicil defterlerinde aşiretlerin son iskan dağılışlarına göre, Sancaklı aşiretinin Gürle köyü ve Sancaklı Bozköy başta olmak üzere 17 köye yerleştirildiği görülüyor.
“Sancaklı” adının anlamı
Çalışma yaptığımız köylerde öncelikle “Sancaklı” adının nasıl alındığı ile ilgili sorular sorduk. Genel olarak, “Osmanlı döneminde sancağın altında toplanıp askere gitmişiz” ya da “Yavuz Sultan Selim’e Doğu Seferi sırasında asker verdiğimiz için bize Sancaklı denmiş” cevabi veriliyordu. Çaldıran Savaşı (1514) incelendiğinde, Yörük-Türkmenler'in genelde Safevi yanında savaşa girdiklerini veya Osmanlı yanında savaşmaktan kaçındıkları, Osmanlı yanında savaşan Şahsuvaroğlu Ali Bey’in çevresinde ise bir kısım yörüğün öncü kuvvet olarak yer aldığı görülür.
Sancaklı Bozköy’den 1954 doğumlu Mehmet Toprak 12 yaşındayken, Çakallar Mahallesi'nde oturan, medrese eğitimi almış, bilgili, sevilen, sayılan bir kişi olan Emeksizlerden Eyüp Hoca 80 yaşındaymış. 1886 doğumlu Eyüp Hoca, köy odasındaki toplantılarda, “Boyumuz Yavuz Sultan Selim’e doğu seferinde asker verdiği için bize Sancaklı denmiş” diye anlatırmış. Eyüp Hoca, Sancaklı Yörükleri'nin sefere 500 kişiyle katıldıklarını, Safeviler savaşmayıp sürekli çekildiğinden, takip sırasında aralarından bazılarının yol boyunca yerleşerek kaldığını, bu nedenle de çeşitli yerlerde Sancaklı Yörükleri'nin yaşadığını söylermiş.
Sancaklı Bozköy’den 1954 doğumlu Nevzat Sert, 1990 yıllarında seyahatleri sırasında gittiği Ardahan’ın Göle ilçesinin Değirmendere köyünde yaşayanların, İğdecik köyünden 1940 doğumlu Halil Şimşek ise Ege Üniversitesi Hastanesi'nde karşılaştığı bir kişinin Antalya Korkuteli’nin bir köyünden olmasına karşın, kendini “Sancaklı Yörüğü” olarak nitelediğini anlatmış.
Sancaklı Yörük cemaatinden Eyüp Hoca’nın anlattıklarıyla tarihi kaynaklar birbiriyle uyumlu. Osmanlı'da sancak ne zaman çıkarılsa, yedi yaşından yetmiş yaşına kadar her Müslüman’ın onun altında toplanarak cihada iştirak etmesinin farz olduğu kabul edilmiş. Yavuz Sultan Selim devrinde doğudaki muharebeler için asker istenmiş. Fakat birçok beylik bu kadar askeri gönderecek kudretleri olmadığını ileri sürerek itiraza başlamış. Buna karşın Dulkadiroğlu Beyliği'nden Sahsuvaroğlu Ali Bey ve çevresindeki Yörükler Osmanlı sancağı altında toplanmış, “Sancaklı” olarak anılmış.
Genelde Bozoklar'dan olan Sancaklı Yörük cemaati içerisinde birçok Yörük grubunun bulunduğu görülür. 1970’li yıllarda Sancaklı Bozköy’de “Çakal Ebe” olarak anılan yaşlı bir akrabamızı ziyarete giderdik. “Çakal Ebe” adını Çakal Yörükleri'nden almış olmalı. Köyde birçok mahalle ismi ve kişilerin soyadları da bazı Yörük guruplarından alınmış.
Sancaklı İğdecik köyünden 1926 doğumlu Ali Rıza Tecim de çocukluk yıllarında “Kacar Yusuf” adında bir kişi olduğunu anlatmış, "Bazı kişilerin adı bağlı bulunduğu Yörük grubunun adı da eklenerek anılırlardı” demiş. Ceritler, Burhanlar da bu gün kendilerini Sancaklı Yörüğü olarak tanımladıklarını anlatmış. Kısacası, Sancaklı Yörükleri, Tekeli, Karakeçili, Avşar gibi birçok grubun bir araya gelerek oluşturduğu bir topluluktur.
Sancaklı Yörükleri'nde Yavuz’un anlamı
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lugat “Yavuz” için “şiddetli yanan, fevkalade, pek sert” karşılıklarını verir. İkinci Beyazıt’ı tahtan indiren, hatta onun vefatına sebep olan oğul olarak suçlanan Selim için babası, “Bu oğlan öyle Yavuz oldu” dediği, halk arasında lakabının buna dayanma ihtimalinin büyük olduğu anlatılır. “Yavuz” lakabı burada da "şiddetli ve sert" anlamını içeriyor.
“Yavuz” kelimesinin anlamıyla ilgili yapılan çalışmada, 1963 doğumlu Fatma Taş, İzmir-Narlıdere’de yerleşmiş Yörük-Türkmen-Alevilerin bu kelimeyi isim ve soyadı olarak kullanmadıkları gibi, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i katleden “Yezit” ile eş anlama gelecek şekilde kötü anlamlar yüklediklerini belirtmiş.
Sancaklı Yörükleri'nde ise, “Yavuz” kelimesi ad veya soyadı olmamasına karşın “güzel, hoş” anlamları içeren bir sıfat olarak kullanılmış. “Pek bi yavuz olmuş” yaygın bir söylemdir. Bu söylem, giysilik basma kumaştan, bakımı yapılan ağaçlara, bağlara, yetiştirilen hayvanlara, pişirilen yemeğe kadar kullanım bulur.
“Pek yavuz basma, bağa pek yavuz bakmışsın, ağaçlar pek yavuz olmuş, tütün yavuz olmuş, atın pek yavuz olmuş, ne yavuz yemek pişirmiş”. Hasta ziyaretine gidildiğinde “pek yavuz olacaksın” diyerek hastanın yakın zamanda şifa bulması beklenir. Çocuk, yakışıklı, güçlü bir delikanlı olunca “yavuz olmuş” diye nitelenir.
Sancaklı Yörükleri'nde “Ali” ve “Ali Bey’in ” anlamı
Sancaklı Yörükleri'nde çocuklara ad verirken, öncelikle ölen dede ve ninelerin adlarının tercih edildiği tespit edilmiştir. Erkek çocukların adını ailenin ileri gelen yaşlı bir erkeği veya baba dedesi çocuğun kulağına ezan okuyarak, verirken, kız çocukların adlarını ise yaşlı kadınlar verir. Bu uygulamada ataların anılarını adlarla yaşatma çabası görülüyor. Sancaklı Yörükleri 1950’li yıllara kadar sadece İslami adlar kullanmış. Erkeklerde Mustafa, Ali ve Mehmet, kadınlarda ise Ayşe, Fatma ve Emine adı çoktur.
Sancaklı Yörükleri'nde “Ali” sık kullanılan bir addır. “Ali” adını çocuklarına, sadece “Ali” veya “Mustafa Ali” , “Mehmet Ali”, “Ahmet Ali” olarak ikili ad şeklinde, daha da önemlisi “Ali Bey” olarak vermişlerdir.
“Ali Bey” adını alan kişilerin bazı ortak özellikleri vardır. Bazı bebeklere “Mehmet Bey”, “Ahmet Bey” gibi adlar verilmeyip, zayıf, yetim, öksüz bebeklere, varsıl veya yoksul aile çocuğu olmasına bakılmaksızın “Ali Bey” adı verilmiştir. En çok bilinenler, "Telli'nin Ali Bey", Sarı Emmi'nin Ali Bey, "Kanatlı'nın Ali Bey", "Şerif Beyin Ali Bey"dir.
Sancaklı Bozköy’den 1928 doğumlu Halil Kabasakal çocukluk yaşlarında, hasta olan anne ve babasını kaybetmiş. Dedesi Hacı Kanatlı torunlarına sahip çıkmış, sorumluluklarını almış. En küçük torunu zayıf ve güçsüzmüş. Dede torununu dizlerine oturtur, hoplatır, “Ali Beyim, Ali Beyim” diye severmiş.
Varsıl veya yoksul çocuğu olsa da, “Ali Bey” adı verilen çocuk çelimsizdir, bakıma muhtaçtır. Sancaklı İğdecik köyünden 1926 doğumlu Ali Rıza Tecim de gençliğinde, köylerinde çelimsiz, zayıf bir bebeği ninesinin neden “Ali Bey” diye sevdiğini merak etmiş. Tecim, bebeği “kaş yok, sarı çıyan gibi zayıf bir bebek, ayrıca yetim” olarak tanımlıyor. Bu bebeğe neden “Ali Bey” adı verilmiş dendiğinde, “Bebeğe kötü bir ad konulmasın, iyi bir adla çağrılıp, adını aldığı kişiye benzesin” cevabı vermiştir. Görüldüğü gibi “Ali Bey” bir ad olarak kullanılmak yerine bir sıfat gibi kullanılmaktadır. Çocuk nüfusa “Ali” ismiyle kaydedilirken “Ali Bey” olarak nitelendirilmektedir.
Sonuç: Yavuz Sultan Selim’in doğu seferi olarak da bilinen ve Safeviler ile yapılan 1514’deki Çaldıran Savaşı'nın öncesindeki ve sonrasındaki gelişmeler incelendiğinde, Sancaklı Yörük Cemaati üyelerinin anlattıklarıyla, tarihsel bilgilerin uyumlu olduğu görülür. Sancaklı yerleşim merkezlerinden bazılarının doğu seferinin güzergahı üzerinde ya da Dulkadiroğlu toprakları içinde olması anlamlıdır. Buralarda “Sancaklı” adı ile anılan yerleşim yerleri veya kendini “Sancaklı” olarak tanımlayan topluluklar vardır.
Manisa Spil Dağı çevresine yerleştirilen Sancaklı Yörükleri öncü kuvvet olarak 1514 tarihindeki Çaldıran Savaşı'na Ali Bey’in liderliğinde gitmişler. Yavuz Sultan Selim’in çok sevdiği Ali Bey, Dulkadir beyi olmuş. Kanuni döneminde ise 1522’de çocuklarıyla birlikte ortadan kaldırılmış. Sonrasında “Ali Bey” adı unutulmayıp hafızalara kazınsa da, Osmanlı yöneticilerinin hışmını çekmemek için kendisinden söz edilmez oluştu.
Sözlü tarihi bilgileri kuşaktan kuşağa aktaracak nesiller Osmanlı-Rus, Balkan, Trablusgarp, Çanakkale, Yemen, Kırım, Kafkas cephelerinde yitip gitmiş. Çambel köyünden Efe Süleyman 15 yaşında Kuvayı Milliye'ye katıldığında Sancaklı köylerinde sadece çocuklar, kadınlar ve yaşlı erkekler kalmış. Bu durum tarihsel hafızanın da bulanıklaşmasına neden olmuş.
Bu çalışmada yer alan kaynak kişilerin büyük bir çoğunluğu yıllar içersinde ebediyete intikal etse de tarafımızca kayıt altına alınabildi.