Beyaz cennet Kars 2024-01-09 20:00:00
Yazar: Nur Uzakgören
Son yıllarda kış turizminde adını sıkça duyduğumuz beyaz cennet Kars’tan söz edeceğim size ilk yazımda. Seyahat firmalarının özellikle Ocak - Şubat aylarında Doğu Ekspresi ile Kars kültür turları neredeyse yok satarken, ben o arkadaşımın, bu arkadaşımın gezi takvimini benimkiyle uydurmaya çalışıyordum. Ortak bir tarihi oluşturacağız derken trenli turları da kaçırınca Kars’a Ocak ayında farklı şehirlerden bir grup fotoğrafçı arkadaşla, eski usul yöntemlerle gitmeye karar verdim. Yok yok, öyle kağnıyla, atla falan değil, bildiğimiz uçakla.
Ancak benim seyahatimde hep dillendirilen küresel ısınma, iklim krizi söylemlerinin hepsi havada kaldı. Öyle bir kar yağıyordu ki aktarmalı uçağım Ankara Esenboğa Havalimanı'ndan çıkamadan dokuz saat rötar yapmak zorunda kaldı. Ama ben bu rötarı avantaja çevirip telefonumdan Kars hakkında ek bilgiler edindim. Örneğin adının M.Ö. 130-127 yıllarında Dağıstan’dan gelerek buraya yerleşen Bulgar Türkleri'nin Velentur boyunun, Karsak oymağından geldiğini ve Türkiye'de bu kadar eski bir Türkçe isim taşıyan başka bir il olmadığını öğrendim. 1855 yılında Osmanlı Kırım Savaşı devam ederken Rus ordularının yüz otuz beş gün boyunca kuşatmasına Osmanlı ordusunun halkla beraber Kars’ı savunmasına karşılık kazanılan zafer sonucunda kente "gazi" madalyası verilmiş olduğunu, aynı zamanda bunun bir Anadolu şehrinin aldığı ilk madalya olduğunu da öğrendim.
Nihayet Kars’a vardığımda akşam üzeri olmuştu. Havaalanı çıkışında dünyanın her yerinde olduğu gibi güzel bir çevre düzenlemesi ve peyzajı karşılıyor gelenleri. Taksi ile bildik şehir manzaralarını geçerek merkezdeki otelime geldim. Onca gecikmeye, yorgunluğa rağmen Kars'taki ilk akşamımda arkadaşlarımla eski caddelerdeki kafelere gittik. Menüleri ve Avrupai havalarıyla kendinizi İstanbul, İzmir gibi büyük kent kafelerinde hissediyorsunuz. Kars’ın muhteşem mimarisi, masalsı caddeleriyle gece tanışmam da ayrı bir ilk izlenim olarak hafızama çakıldı. 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı - Rus Savaşı sonrası Kars’ın kırk yıl kadar Rus hâkimiyetinde kalması esnasında Ruslar'ın inşa ettiği Baltık mimarisine özgü bu yapıları görünce "Keşke yeni yapılan binalarda da bu mimari geleneği sürdürülseymiş" diyorsunuz.
Ertesi gün Çıldır Gölü ve yol üzerindeki köyleri görmek üzere anlaştığımız minibüs ile yolculuğumuza başladık, ancak bu kez hep beraber payımıza beklemek düştü. Kapanan yolları açma ve tuzlama yapan Karayolları ekiplerinin çalışmasının bitmesini bekledik.
Birkaç kare fotoğraf çekmenin dışında ben yine bekleme süresini Kars’ı araştırarak geçirdim ve önceden televizyonda izleyip de unuttuğum Boğatepe Köyü halkının muhteşem başarısını hatırladım. Köy halkı yaşadığı bir acıdan sonra silkelenir, Avrupa Birliği'nden fon alarak köylerini ayağa kaldırır, peynir üretiminde ilerleyip kooperatif kurarlar. Ardından Fransızca öğrenip ekolojik turizme başlarlar, köylerinde peynire ve yöreye dair müze bile açarlar. Çalışmalara öncülük eden köylülerin gayretlerini görerek Türk halkından gurur duymamak mümkün mü?
Kars merkezinden 70 kilometre, yaklaşık bir buçuk saat uzaklıktaki Çıldır Gölü'ne ulaşmak epey eğlenceli geçti. Tilki fotoğraflama umuduyla kar üzerinde ayak izleri ararken nasibimize de bol bol meşhur Kars kazı çıktı. Birkaç köy ziyaretinden sonra nihayet Çıldır Gölü göründü.
Kars ve Ardahan illerimizin sınırları içerisinde kalan Çıldır Türkiye’nin onuncu büyük gölüdür. Tatlı su gölünün içinde aynalı sazan yetişir. Ülkemizin kışın tamamen donan tek gölü olduğu için yazın sandallarla yapılan balıkçılığı kışın buzları kırarak yapıyorlar. Bu avcılığı görmek ve fotoğraflamak benim için müthiş bir keyif oldu. Ama Çıldır'da en çok keyfi atlı kızağa binerek yaşadım. Venedik'e gidip gondola binmemekle kışın da Çıldır’a gidip atlı kızağa binmemek de aynı şey bence. Balıkçıları bin bir zahmetle fotoğraflayınca aynalı sazandan da tadalım dedik. Biz buzda kızak keyfi yaparken balıklarımız hazırlanmıştı bile. Oldukça besleyici ve doyurucu olan balıklarımızı öğleden sonra saat 15.00'te yemiş olmamıza rağmen gece yatıncaya dek hiç açlık hissetmedik.
Biliyorsunuz ülkemiz antik kentler zengini bir ülke, pek çoğu ya bulunduğumuz şehre ya da kasabaya komşu olduğundan tarihi eserlere aşinayızdır. Ancak hiçbirinin havasının Ani Antik Kenti gibi olmadığını düşünüyorum. Ertesi gün işte bu beş bin yıllık tarihi üzerinden yirmi dört medeniyet geçmiş olan Ani ören yerine gittik, Ani ayrıca İpek Yolu'nun da ilk konaklama merkeziymiş. Etrafı surlarla çevrili olan ören yeri ortalama yetmişsekiz hektarlık bir alan, içerisinde katedral, kilise, kervansaray, saray, cami gibi pek çok yapı kalıntısı var. Tamamını gezmek için çok zaman ayırmanızı tavsiye ederim. Harabelerin en ilgi çekici özelliği de yanı başından geçen Arpaçay’ın Ermenistan ile sınırımız olması. Özellikle büyük katedralden çayın öte tarafı o kadar yakın ki biraz yüksek sesle konuşarak karşıda olan birisiyle rahat anlaşabilirsiniz. Müzeler Müdürlüğü'nün hediyelik eşya dükkânından alışverişimizi de yapıp Ani ören yerinden Malakanlar'ın yaşadığı Çakmak Köyü'nü ziyaret etmek için ayrıldık.
Rusça "süt içen" anlamına gelen Molokon halkı savaşlara katılmayan, Ortodoks kilisesine karşı çıkan bir topluluk oldukları için Çarlık Rusya’sı tarafından Kars’a sürülmüşler. Kars Rus işgali altındayken on bin kişilik bir kafile olarak gelenlere burada "Malakan" denmiş. Pek çok göçten sonra burada yaşayan sadece on aile kalmış. Ama ne yazık ki gittiğimiz Çakmak Köyü'nde de hiçbir Malakan aileye rastlayamadık, nasibimize onların terk ettiği bir iki evi fotoğraflamak düştü. Yine de köyden elimiz boş dönmedik. Kırsalda yaşayan Kars halkın büyükbaş hayvancılığı ile uğraştığını biliyorsunuz, köy sokaklarında yürürken karşınıza besili sürüler çıkması adeta günlük hayatın normali olunca bizde bol bol inek fotoğrafladık.
Akşam yemeği için merkezde tanınmış büyük restoranlar yerine küçük, salaş, anne usulü yemek yapan bir restoranı tercih ettik. Bulgur pilavı ile servis edilen Kars’ın meşhur kaz tandırını nihayet son akşam tadabildim. Becerikli bir Kars kadını tarafından işletilen bu restoranda daha neler yoktu ki… "Hörre" diye adlandırılan un çorbası, mantıya benzeyen "Hangel", kaz eti tercih etmeyenler için hazırlanmış koyun etinden yapılan nohut yemeği "Piti" ve finalde "Umaç" helvası; aslında bildiğimiz un helvası ile akıllarda kalacak bir ziyafet çektik.
Ertesi gün dönüş günüydü. Arkadaşlarım direkt uçacakları için Kars’tan erken ayrıldılar, benim aktarmalı uçuşumun öğleden sonra olması gelişimdeki rötara karşı adeta bir telafiydi. Hava fotoğraf için oldukça kötü olsa da bir taksiyle anlaşarak ilk gün göremediğim yerleri gezmek istedim. Kars Kalesi, kiliseden dönüştürülen meşhur Fethiye Camisi, Oniki Havariler Kilisesi, Evliya Camisi, Cheltikov Sarayı ve tabii harika mimarili Kars devlet dairelerini gördükten sonra çarşıdan gravyerimi, kaşar peynirimi ve balımı aldım. Kars’a tekrar, ama bu kez Doğu Ekspresi ile gelmek üzere gezilecek görülecek yerler listemden adını silmeden uçağıma binerek beyaz cennetten ayrıldım.