Zamanı Olmayan Yolculuk – Sergun Ağar 2024-01-06 09:00:00
Yazar: Osman Akbaşak
Yazar Sergun Ağar’la KIBATEK (Kıbrıs, Irak, Balkanlar, Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu) etkinliği nedeniyle gittiğimiz Şirince’de tanıştık. Önceden haberli gittiğim için ben birkaç kitabımı götürmüştüm, o da nezaket gösterip bana üç romanı ve Şirince üzerine bir araştırma, tanıtım kitabını armağan etmişti. Birkaç gece önce uykum kaçınca elim kendiliğinden bu romanlardan birine gitti. Adı hoşuma giden “Zamanı Olmayan Yolculuk”u okumaya başladım.
Romanda hiç isim yok, bütün kahramanlar yaptıkları spor alanlarıyla, köylüler görünüşleri, bilinişleri, huylarıyla adlandırılmış. Çok da yakışmış hiç yadırganmadan okunuyor. Özellikle her bölgenin mitolojik söylenceleri, bölgeye isim veren sıcacık öyküleriyle rengârenk bir roman...
Ana konu olimpiyatların başlaması için gerekli olan meşaleyi Pentatloncu Kadınatlet, Maratoncu, Kızyürüyüşçü ve Krosçu’nun koşarak, yüzerek, Karaburun yarımadasında, Urla, Seferihisar köylerinden geçip Alaçatı’da son olarak Yunan sörfçüye teslim etmesine değin yaşananlar. Bu arada romanın adı olan “Zamanı Olmayan Yolculuk” tam anlamıyla anlam kazanıyor. Gerçek yaşamla, tarihsel öyküler, masallar, efsaneler, yerel öyküler iç içe geçiveriyor. Hem de öyle geçiyor ki ne zaman gerçek yaşamı okuyorsunuz ne zaman masala, efsaneye geçildiğini anlamıyorsunuz ve hiç yadırgamıyorsunuz.
Örneğin Kadınatlet eşkıyalarla karşılaştığında bir anda Börklüce okurun karşısına çıkıyor, nerdeyse kanlı canlı. Sanki aradan altı yüz yıl geçmemiş gibi. Yeniden bir bilinç aşılarcasına... Bir Keçiçobanı ile karşılaşıyor, keçi peyniri, dağ soğanı, yufkanın tadına varıyor, yoluna yoldaş oluyor. Bu arada Narkisos ve Echo söylencesi, gelinkayası öyküsü onlara arkadaşlık ediyor. Hikayetoplayıcısı yoluna çıkıyor, köylerin hikâyeleri, efsaneler baş döndüresi güzellikle okura eşlik ediyor. Gün geliyor yol Nasihat Dede’nin yanına düşüyor. Adı boşuna mı “Nasihat Dede” olmuş, yer gösteriyor, yol gösteriyor, hedefine ulaşmasını sağlıyor.
Ardından Maratoncu alıyor bayrağı, yani meşaleyi düşüyor yollara. Onun da yolu bir ara Kadınşair’le kesişiyor, yedi cengâver şairle derin muhabbete dalıyor, Huysuzihtiyar’dan masal mı tarih mi bilinmez öyküler dinliyor ama biliyor, anlıyor ki hepsinde çoğunluk gerçeklerdir. Onlardan ayrılıp Sazak köyüne varınca Keşkekçikadın’la tanışıyor. Yıkıntıların içinde kara bir kazanda keşkek karıştıran kadından Sazan köyünün tarihini dinliyor, elbette masalsı bir dille. Küçükbahçe’den geçip Ildırı’ya varmak üzereyken bu kez yoluna Mavisaçlıkız çıkıyor ama ne çıkış... Maratoncunun dünyası şaşıyor, şaşıyor da gerisi gelir mi bilinmez. Germiyan Yalısı ilk büyük aşkı için bir sınav mı olacak acaba?
Ildırı’da meşale Yürüyüşçükız’a devredilirken yeni yollar, yeni öyküler, yeni efsaneler de okurla birlikte yola çıkıyor. Yunus mu olmak istersiniz, Zümrüdüanka kuşu mu? Nereden çıktı demeyin, hep bir yerlerden bir şeyler çıkıyor sayfaları çevirdikçe. Eğlenhoca, İnecik, Kösedere köyleri her biri kendi öyküleriyle sanki canlıymışçasına romana renk katmaya devam ediyorlar. Hele Ambarseki’de bir Gani Aga anıları var ki, hani şu, Nazım Hikmet'in Bursa'da cezaevinde olduğu dönemde aynı yerde jandarma olarak vatani görevini yapan ve ünlü şairi eşi Piraye ile buluşturan Gani Kalaycı... Ya karısı Saliye’nin anlattıkları... Neresi roman, neresi öykü, neresi masal ayırt edene aşk olsun.
Eh, artık son kahramanımız Krosçu meşaleyi alınca yeniden yollara düşüyoruz birlikte. Barbaros köyüne girmeden önce inceden bir çevre koruma dersi ama hiç zorlamadan, yakışığıyla... İlk krosçu kaza geçirince ikinci krosçu ile kaldığı yerden devam ediyoruz. Barbaros’ta “Çatkapı evi”ne bayılmamak olası mı? Ya “Kısır düğünü?” Haydi biraz da Urla’ya Klazomenai’ye düşürelim yolu. Belki şarap tanrısı Dionysos’la karşılaşırız derken, elbette yanı başımızda... Şarap içerken Shakespeare soneleri eşlik etse nasıl olur?
Yol Bademler’e düşünce tiyatrodan söz etmemek olur mu? Bir de değerli ağabey ve dost Hidayet Sayın karşıma çıkıverince değmeyin keyfime... Teos’ta bin yaşından fazla olan Umay Nine zeytin ağacının yanında bir Yaşlıkadın’ın söyledikleri ne denli değerli; “Onlar yaşlandıkça daha kıymetleniyor. Ama biz öyle mi? İhtiyarladıkça kıymetimiz bilinmez oluyor. Hele geriye bırakacak bir şeyiniz yoksa...”
Ve, Alaçatı... Yunan sörfçü meşaleyi aldıktan sonra yelkenini açıp Atina’ya doğru yola çıkınca okur için de romana daha doğrusu, öykülere, söylencelere, masallara veda zamanı... Aslında daha romandan verilecek o denli çok güzellik var ki biraz daha yazmaya kalksam belki de okumanın tadı azalacak. Sonuç olarak bütün bu anlatım, öyküler, efsaneler, hepsi dünya edebiyatının en değerli örneklerinden bir olan “Binbir Gece Masalları” tadında.
Sağ olasın Sergun Ağar, çok keyifli, doyumsuz bir okuma için. Başka bir binbir gece masalında karşılaşmak üzere diyerek...