Harran’ın Solan Gülleri - Ahmet Gürel 2023-12-23 11:01:05
Yazar: Osman Akbaşak
İlk yazılma anından elime geçene değin ortaya çıkış sancılarına tanık olduğum bir kitaptan söz edeceğim. Değerli dostum Ahmet Gürel’in yıllar öncesinde yakın tanıklığından başlayan bir yaşanmışlık öyküsü. Bir yıl önce taslak olarak bana geldiğinde öykünün gerçekliğine çarpılmıştım. Ancak sevgili dostumun yıllardır sürdürdüğü hatta büyük bir başarıyla çokçasına imza attığı belgesel havasından kurtulması gerekiyordu. İki dost gibi sohbet ettik, aklımda olanları aktarmaya çalıştım. Sağ olsun, sevgiyle dinledi, kabul etti, baştan sona elden geçirmiş. Türk Kadınlar Birliği de kuruluş mantığına son derece uygun düşen bu eseri yayına hazırlamış, basıp, okurlarına sunmuş.
Kitabın adından da anlaşılıyor elbette, konu Harran olunca, solan güller olunca işin içine Güneydoğu’da yaşanan dramlar girecek. Kapak fotoğrafına bakınca da çocuk gelinler ön plana çıkacak. Öyle de oluyor, bitmez tükenmez bir dert olan çocuk işçiler, çocuk gelinler kitabın ana konusunu oluşturuyor. Hepimiz kadar bildiğimi sanırdım da Harran ovasına su gelmesinin bu denli dert olabileceğini düşünemezdim. Çoğumuzun yıllardır izlediği GAP projesi sonrasında Güneydoğu ovalarına su gelecek, bereket, bolluk gelecek derdik. Evet, gelmiş, ama sadece bir kesim için gelmiş. Ağalık düzenini değiştirmeye yetmemiş. Bir şey fark etmiş, daha öncesinde Çukurova’ya giden pamuk işçileri artık kendi köylerinde pamuk işçisi olmuşlar. Mesafeden başka değişen bir şey yok, hatta koşullar ağırlaşmış bile denebilir.
Hele de kızlar söz konusu olunca durum daha da zorlaşıyor. Bir kız çocuğu kazara ilkokulu bitirebilmişse ne büyük nimet! Ötesine ne gerek var ki… Ya hemen kocaya verilecek, başlık parası gelecek ya da pamuk tarlasına çocuk ırgat olarak gidecek. Kocaya giden de kurtulmuş olmuyor, genellikle kendisinden oldukça büyük kocasının bilmem kaçıncı karısı olunca yine pamuk işçiliği kaçınılmaz kaderi oluyor. Yani hem çocuk gelin hem çocuk ırgat…
İşte kitap bu çocuk gelin/ ırgatlardan birinin öyküsünü anlatıyor. Bu arada sevgili Ahmet Gürel kitaba roman demek istiyor ama değil, belki anlatı diyebiliriz. Aslında bunun da hiçbir önemi yok, aslolan bize ne anlattığı… Ahmet Gürel’in 1987 yılında Atatürk Barajı inceleme gezisi sonrasında çevreyi gezerken tanıdığı, fotoğrafladığı Fato, kitap boyunca hep yanı başımızda bize Güneydoğu gerçeğini haykırıyor. Yazara yazdığı mektuplarla çocuk gelinlerin, çocuk ırgatların yaşam dramını anlatıyor. Pamuk toplarken veya çektiği acılara dayanamayıp kaçmaya çalışırken yaşamlarını yitirenlerin öykülerini hepimizin yüzüne çarpıyor.
Belli bir noktaya kadar gerçek olan olaylar bir yerden sonra yazarın olmasını istediği biçimde gelişmeye devam ediyor. Ama hiçbir zaman bölge gerçeklerinden kopmadan, aykırılıklara düşmeden. Çünkü sıklıkla bölgeye gidiyor, belki birebir Fato’yu görmüyor ancak orada o denli çok Fato var ki hangisinin gerçek olup olmamasının hiçbir önemi kalmıyor zaten. Gördüğü hep ikinci, üçüncü hatta dördüncü kadın olan çocuk gelinler, büyük toprak sahibi ağalar, ağalardan insafsız ırgatbaşları…
Kadınlar bile birbirine destek değildir, biri der ki, “Çocuktum, adamın birini gösterip bu senin kocan, dediler. Ben çocuktum çocuğum oldu, ben de evcilik oynardım, beraber büyüdük. Kocamdan çok dayak yedim, gelenek böyle diye benden sonra gelen gelinleri dövdüm.”
Kitap sonuna doğru yine belgesel havasına dönüşse de en azından okurun yüreğine su serpecek gelişmeleri aktardığı için rahatça okunuyor.
Sevgili dostum Ahmet Gürel, yazdıklarınla dışarıdan bakınca böyle olduğu pek bilinmeyen gerçekleri son derece anlaşılır bir şekilde bize aktardığın, çok ağır, derin bir yaraya yakın bir tanıklıkla parmak bastığın, abartmak uygun düşerse hepimizin gözüne sokarcasına yazdığın için teşekkürler. Belgesellerin her zaman çok değerliydi, roman türünde de yazmaya devam etmelisin.
Bir dostun ve okurun olarak teşekkürler…
Küçük bir not: Kitabın satışından gelecek gelir Türk Kadınlar Birliği’ne katkı sağlayacaktır.