Sanat hayatın başka bir anlatımı 2023-05-09 19:47:52
Yazar: Raşel Rakella Asal
Hep beraber bir çağa şahit oluyoruz. Dünyanın tüm kiri, pası ve çılgınlığıyla. Söyleyebildiklerimiz, sustuklarımız, içimizde büyüyen, genişleyen ne varsa tecrübe hanemize ekleniyor. Eksikliğini hissettiğimiz, uygulanmadığından dolayı üzüldüğümüz tüm kavramları bir şekilde sorgulamaya başlıyoruz. Böyle durumlarda kendimizi bomboş bir dünyada hissediyoruz. Bu duyguyu deneyimlemek bizi farkındalığa götürüyor. Farkındalık, bizi biz yapan en değerli özelliklerimizden biri. Çünkü bir kere haksızlığın, adaletsizliğin, acının, açlığın, aşkın, insan olmanın beraberinde getirdiği yüklerin farkında vardığımızda varoluşumuzdaki boşluğu görebiliyoruz. İşte tam bu noktada kendimiz inşa süreci başlamış oluyor. O boşluğu görebildiğimiz için onu doldurmaya başlıyoruz. Kavramlara, yeni düşünce akımlarına ihtiyaç duyuyoruz. Bu duygu her birimizde var olan, insan olmanın şerefli tarafına ait özelliklerimiz.
Özellikle sanatçılar bizim eksikliğimizi hissettiğimiz duyguları eserleriyle yansıtan kişiler. Onlar en başarılı olanlarımız. Çünkü onlar kendilerine ait bir evren oluşturuyorlar, biz bu evrene sanat diyoruz. Tıpkı çocukken evde bulduğumuz malzemelerle kendimize bir evren oluşturduğumuz gibi... Minderlerden, çarşaflardan evler oluşturduğumuz günler geliyor aklıma. “Burası şakacıktan benim evim olsun” dediğimiz günler... Yani çocukluğumuzda oynadığım oyunlarda evin kendi gerçekliğini kırarak kendimize oluşturduğumuz bir dünyaya sığınıyoruz. İşte bu kurgulanan dünya sanatçılar için sanat oluyor. Bu bir farkındalık durumu, dünyayı hissedebilmek dediğimiz şey...
Bugün sanatın bir bilgi olduğundan söz ediliyor. Sanat yapıtları düşünce sistemlerinin devreye sokulması ile ilişkiye girip eserin okunurluğunu sağlıyor. Bazı sergiler etki alanı açısından, izleyiciye yeni bir düşünce alanı açıyor. İzleyici, bir anda kendi düşünce dünyasından çıkıp izlediği konu üzerinde sorgulamalara yöneliyor. Çağımız sanatçılarının aldıkları tavrı özetlersem sıradanlığa meydan okumak diyebilirim.
Bir düşünce alanı yaratması bakımından beni en çok heyecanlandıran 2022 İstanbul Bienali’nde Pilevneli Galeri iş birliğiyle Sakıp Sabancı Müzesi’nde gördüğüm Hüseyin Çağlayan sergisi “Soufler” oldu. Sergiden hem çok etkilendim hem de Kıbrıslı bir Türk sanatçı olarak Hüseyin Çağlayan’la gurur duydum. Moda tarihinin en önemli isimlerinden biri olarak adından “düşünce tasarımcısı” olarak söz ediliyor. Fikirlerini, kumaş, beden ve farklı medyalar kullanarak video ve enstalasyonlarla kurguluyor. Tasarımlarında bir sanatçının zihni ile yeteneğinin nasıl birleşerek bir sanat eserine doğru evrildiğini görmek beni büyüledi diyebilirim.
Bu sergide üç eser serisi yer alıyordu. Popüler kültürde sıkça rastlanan özenme kavramından esinlenen Pre-tension (Özenme), diğeri dijital soyutlanmayı protesto eden Fake Celebrations (Sahte Kutlamalar) ve tarihte Batı tarafından sömürgeleştirilmiş etnik grupların dans ve bedensel hareketlerini konu alan Post-Colonial Body (Sömürgecilik Sonrası Beden) başlıkları altında temsil ediliyordu. Sanatçı bu yerleştirme-heykeller için “tarihsel olayların bedeni etkilemesi” olarak açıklama getiriyor. Ve şöyle devam ediyor sözlerine:
“Daha çok Güney Amerika’daki dansçıları gözlemledim. Batı’dan gidenler yerel kültürlerle ilgileniyor. Oranın halkı ise hem Batı’dan geleni mutlu etmeye çalışıyor hem de aslında protesto ediyor, hem onları eğlendirmeye çalışıyor hem de içlerinden Batılılara küfrediyor. Ben de o dansçıların beden hareketlerine bakarak çizim yapmaya başladım. Yani bir tür alternatif bedenler yarattım bu heykel-yerleştirmelere. Fetiş kültüründe kullanılan parlak kumaş perdeler de dans kıvraklığını temsil ediyor. Aslında tabii hem perdenin önünde performans yapıp bedenini sergilersin, hem de perdenin arkasına sığınabilirsin. Perde normalde sınır yaratır ama ben performatif hareketlerle sınırsızlığa çevirdim. Burada bir düalite var.”
“Sahte Kutlamalar” üzerlerine pullu payetli ceketler giydirilmiş torsolar, çerçeveler içinde sergileniyor. Çok süslü, resmi, abiye ceketlerin üzerinde “pull out / çek çıkar” yazısı yer alıyor. Çekip çıkaracak olsanız bütün o pullar, payetler, konfetiler dökülüp gidecek, işin fiyakalı kısmı kaybolacak. Zaten bazı parıltılar da çoktan yerlere saçılmış bile. “Aslında dijital ortamlarda toplumlar izole ediliyor. Daha önceki işlerime göndermelerle bir protestoda bulunmak istedim. Bakır kalıplarla yapılan ceketlerin sertliği biraz bozulunca içinden parıltılar dökülüp kayboluyor” diye sergiye açıklık getiriyor sanatçı.
Bir başka grup yerleştirme “Pre-tension-Özenme” başlığını taşıyor. Her biri abartılı poz veren altı maske var. Verdiği röportajda bu yerleştirmeye isim verirken özenti ile özenme arasında bir tereddüt yaşadığını söylüyor ve şöyle açıklıyor:
“Biz onu SSM ekibiyle yüz kere düşündük. Bir şeyi yaratırken doğal olmayan, sizin doğanızda olmayan bir şeye özeniyorsunuz. Bir kitap, bir şarkı, bir resim sizi özendirirse siz o eserlerden başka bir şey yaratabilirsiniz, sizi başka boyutlara taşıyabilir. O yüzden Özenme koyduk başlığı, olumlu bir şey olarak bakıyorum, aşağılayıcı bir anlam yüklemek istemedim. 1980’lerde ABD’de ortaya çıkan ‘Voguing’ kültürü çok abartılı özenti hareketlerle dans figürleri, el hareketleri pozları içeriyordu. Madonna’nın şarkısı ve videosu Vogue’da olduğu gibi. O bir akımdı. Maskelerin yanlarına makyaj kitleri de koydum. Kimliğini makyajla başka bir boyuta taşıma imkânı tanıyor sana. 2015’te sahneye koyduğum ‘Yerçekimi Yorgunu’nu ise özenme, izolasyon, protesto gibi gündemi hiç geçmeyen konuları bu sergide yer alan diğer işlerle oldukça bağlantılı olduğu için göstermek istedim. Bu sergideki bütün işler modern antropoloji aracılığıyla benim izlenimlerim.”
Hüseyin Çağlayan birçok disiplinden beslenerek teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi çeşitli alanlardaki düşüncelerini sanatında yansıtıyor. Moda tasarımlarını bir keşif alanı olarak kullanıyor. Tasarımlarını kavramların ifade bulduğu alan olarak sunuyor. Giyimin ne anlama geldiğine dair ön kabullere meydan okuyor. Yararlandığı farklı disiplinler farklı dünyalara açılmamızı sağlıyor.
Sanatçı verdiği röportajlarda geleceğe yönelik endişeleri olduğundan, dünyanın gidişatının belirsizliğinden rahatsızlığını dile getiriyor. Böyle belirsiz bir ortamda kendini boşlukta hissettiğini söylüyor. Onun sanat tanımına göre sanatçı gündemdeki konulara yeni bir bakış açısı getirmeli, belirli konuları sorgulamalı ve bu bakış açısını izleyici ile paylaşmalı. Yani sanatçı olmak ufuk açmak ve sorgulamaktan geçiyor. Bu sorgulama izleyicide sıkıntı yaratsa da sanatçının görevi izleyicide sorgulamayı tetiklemede gizli.
Sanatın bu yönü onu heyecanlandırıyor. Fikirlerini görsel bir alana taşıyabilmek, gizli mesajları deşifre etmek, hiç düşünülmemiş bir şeyi ortaya koymak... İngiltere'de büyüdü. Kıbrıslı bir Türk ve aynı zamanda Londralı, çünkü orada büyüdü. Kendini Londra'da yaşayan Kıbrıslı Türk bir sanatçı olarak tanımlıyor. Hem İngiliz hem Türk pasaportu var, dolayısıyla çok kimlikli oluşunu sanatında ilham kaynağı olarak kullanıyor. Her iki ülkeden de ilham alıyor. Dolayısıyla çok renkli, çok sesli, multidisipliner bir sanat ortaya çıkıyor.
Bu çağın en iyi tasarımcılardan biri olarak kabul görüyor. Hem sanatçı, hem fikir adamı. Eserleriyle modanın sınırlarını aşıyor, heykeltraş, ressam, koreograf... İngiltere’de iki kere yılın modacısı seçildi. Time dergisi, dünyanın en önemli 100 modacısından biri olduğunu ilan etti. New York Times, Wall Street Journal’de defalarca haberi yapıldı, dahi olarak anıldı.
Ayşe Arman’a verdiği röportajda Kıbrıs’ın bir ada oluşundan, her tarafı denizle çevrili oluşundan kendini dünyadan kopmuş hissi ile çocukluğunu geçirdiğinden söz ediyor. Bu dünyadan kopmuş hissi onda can sıkıntısına sebep oluyor. İşte bu sıkıntılı anları çok değerli buluyor. Çünkü can sıkıntısından kurtulmak için kendine bir dünya yaratmak zorunda kalıyor. Bu anların onu hem gerçekçi hem de hayalci yaptığını, ikisi arasında bir yerde kendine bir dünya yarattığını, gerçek dünya ile hayal dünyası arasında bir uyum sağlamaya ittiğini söylüyor.
İlk çağlarda örtünme ihtiyacı olarak çıkan giyim gelişen dünya ile toplumların ve kişilerin kültürel kimliklerinin en önemli göstergelerinden biri haline geldi. Pek çok düşünür, sosyolog, araştırmacı ve sanatçı bu kavram üzerinde duruyor, uzmanlıkları çerçevesinde tanımlar yapıyorlar. Bu tanımlarla oluşmaya başlayan bilgi uzun yıllar süren çalışmalarla kuramlara dönüşüyor. Dolayısıyla Hüseyin Çağlayan ve onun izlediği yolda eser veren sanatçıların çalışmaları sanat ve moda arasındaki mesafeyi ortadan kaldırmış oluyor.
Moda en genel tanımıyla değişimi ifade eder. Günümüzde moda yalnız giyim kuşamla değil başka sanat disiplinleriyle beraber ele alınan, üzerinde düşünülen bir alan oldu. Moda tasarımının bir sanat dalı olarak kabul gördüğü zamanları yaşıyoruz. Artık ünlü tasarımcıların sergileri müzelerde sanat eserleri olarak yerlerini almaya devam edecek.
Kaynakça
https://manifold.press/caglayan-in-souffleur-u
https://www.cumhuriyet.com.tr/amp/kultur-sanat/huseyin-cagalayanin-souffleur-sergisi-acildi-1989528
https://t24.com.tr/yazarlar/ozge-yilmaz/huseyin-caglayan-ve-perpetuum-mobile,38338