Sanat eserlerinde böcek imgesi 2023-04-10 11:08:59
Yazar: Raşel Rakella Asal
Her felsefî düşünce kendine ait metinler üretir, her sanatsal üretim de kendine özgü bir felsefenin ürünü olarak ortaya çıkar. Bu anlamda Hegel’in “Her felsefe kendi çağını düşüncelerle dile getirir” sözünü tüm sanat eserleri için söyleyebiliriz. Dolayısıyla her sanat eseri çağının tanığıdır ve ürettiği her eser çağının bir sözcüsüdür.
Sanatı ve yaşamı değerli kılan nedir? Sanat ne anlama gelir ya da hangi noktalarda anlam kazanır? Bir sanat eserine erişmek için harcanan onca emeğe değer midir? Ne öğrendik, neyi tecrübe ettik, neyin anlamını tartışmaya açtık gibi sorular üreterek bizi kışkırtmaya çalışır sanat.
Gündelik hayatın sıradanlığını yaşarken yarı bilinçli bir halde olduğumuzu, bu sıradan zamanlarda var olmadığımızı söyler Virginia Woof. Güçlü duygu deneyimlerimizi “varoluş anları” olarak yorumlar. Bizde şok yaratan, uykudan uyandıran anların izi kalır. Bunlara aydınlanma anları diyoruz. Virginia Woof da böyle anlardan yola çıkarak bir hayat felsefesi tanımlamış.
“Gregor Samsa bir sabah tedirgin düşlerden uyandığında, kendini yatağında devasa bir böceğe dönüşmüş buldu.” Dünya edebiyatı bu cümleyle sarsılalı koca bir yüzyıl geçti. Edebiyat dünyası Gregor Samsa ile tanıştıktan sonra ne edebiyatta ne de sanatta artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı. Franz Kafka “Dönüşüm”le modern temaları klasik alegorik anlatımla eriterek dünya sanatında beklenmedik ufuklar ve anlatım olanakları açmıştı. Hamamböceği, utanç yaratan hissizliği ve ahlaki sorumlulukları, doğrudan kaçışı ve en önemlisi de kötülüklerin olduğu bir dünyanın temsili olarak sanat tarihinde yerini almaya devam ediyor.
Kafka’nın yazınında o büyük sıkışmışlığı hep hissederiz. Doğduğu ve yaşadığı şehir Prag kapalı, puslu ve gridir. Şöyle der Prag için; “Bu iki büklüm olmuş kocakarının pençeleri var. İnsan teslim olmak zorunda kalıyor. Onun iki yanını, Vysehrad’ı ve kaleyi yangına vermek isterdim. Belki ancak o zaman ondan kaçmak mümkün olabilirdi.”
İnsanların, yüzleşmekten kaçtıkları ve hepimizin içinde bulunduğu varoluş ve yaşam mücadelesindeki sorunları irdeleyen sanatçılar arasında Kafka edebiyatta önemli bir yol açmış oluyordu. Bu acı dolu bir yoldu. Ama o bu yolun kendini özgürleştireceğine inanıyor, rahatsız edici bulsa da, rahatsız olsa da eserlerine taşıyor, edebiyatın önünü bu yolla açmış oluyordu.
Sanatın nedenlerinden biri de rahatsız etmek, izleyiciyi sarsmaktır. Kafka modern insana dışardan baktığında rahatsız edici bir şey bulmuştu. Böcek imgesini, modern insanın var oluşunu açıklamak, insanın görülmek istenmeyen yönlerini göstermek üzere bir imge, bir temsil olarak kullandı.
Kafka neden böcek imgesini seçti? Çünkü Kafka, babasıyla olan ilişkide kendini bir böcek gibi ezilmiş ve çirkin hissediyordu. Ona göre ezilmişliği, çirkinliği, iktidarsızlığı ve dışlanmayı en iyi temsil eden varlıktı böcekti.
Ustaca etüt edilmiş böcekleri mistik ve metafizik anlamlar yükleyerek eserlerinde tasvir eden Ergin İnan çağdaş Türk resminde uzun ve bereketli sanat yaşamıyla iz bırakan duayen bir sanatçıdır. Ressamlığa başladığından beri ilgi alanı Hz. Mevlana ve böcekler olmuştur. Hemen hemen her resminde görülen böcekler adeta onun sanat anlayışının önemli bir simgesine dönüşmüştür. Böceği hoş renkliliği ve kabuk pırıltılarındaki estetik nedenlerden ötürü eserlerinde kullanır.
Ergin İnan, Kafka’nın bir böceğe dönüşen adamın hikâyesi olan Dönüşüm için yaptığı bir seri resim Almanya’da büyük ilgi gördü. Ergin İnan’ın resimlerinde önemsemediğimiz ve hatta bazen iğrenç gördüğümüz böceklerin, aslında harika birer tasarım ve özel yaratıklar olduklarına dikkat çeker. Ergin İnan’da böcek figürü fiziksel bir etkiyle başlayan, önce görsel ve sonra da imgesel çağrışımlara genişleyen bir sanat dili olarak ortaya çıkar.
Berlin (1987), El Görür (1988) gibi ve daha birçok eserinde böcek figürü önemli bir yer tutar. Berlin Melekleri (2003)adlı resim üzerine dağılmış onlarca böcek figürü ve sürüngenler canlı parlak renkleri ile resme bir ışıltı getirir. Tamamen resmin üst kısmında yoğunlaşmış olan sürüngenler ve böcekler bulutların arasında uçuşuyormuş gibi bir izlenim verir.
Antik Mısır’da gördüğümüz hiyeroglif, resim veya anlamlı simgeler ile oluşturulmuş bir yazı biçimi. Bütünü bir resme benzeyen bu yazı, sembollerin taşıdığı anlamlarla bizlere bir kapı aralıyor. Antik Mısır’da scarabaeus sacer (bok böceği) önemli bir simge olarak kabul görmüş. Yalnızca Antik Mısır’da değil; Antik Yunan, Şaman ve Sümer kültürlerinde de yerini almış. Sembolizasyonda ağız kısmında güneşi tutarken arka kısmında gübreyi tutması, belli dönemlerde güneş ile dünya arasındaki bağ anlamında değerlendirilmiş. Asıl fonksiyonuna bakacak olursak besin olarak tüketeceği dışkı parçalarını yuvasına yuvarlayıp kendisi ve yavruları için stok yapmasıdır. Kendi çevresinde ördüğü koza içinde devinimsiz olarak pupa halindeki yavrular bu dışkı topları içinde beslenir ve ergin hale gelirler.
Bu böcek, dışkıları arkası dönük bir şekilde ve arka ayakları ile taşımasıyla biliniyor. Dışkı taşıması en değerli görüldüğü noktadır. Sebebi tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir toplumda gübrelerin bir şekilde ayrıştırılması veya toplanması, doğal döngüdeki akışın sağlanışıdır. Yönünü gökyüzünden bulması onu değerli kılan bir diğer önemli özelliği.
Aynı güneş gibi doğudan batıya doğru hareket ediyor. Bu durumu gözlemleyen Antik Mısır’da yaşamış insanlar, scarabaeus sacer‘i güneş figürü ile birlikte değerlendirmişler. Güneş figürünün ( Tanrı RA) Antik Mısır’da ne kadar kutsal olduğunu düşününce bu böceğin de kutsal sayıldığını daha iyi anlayabiliyoruz.
Bok böceği dışkıyı çok sayıda elini kullanarak bir top haline getirebilmesiyle nadir bir yeteneğe sahip. Asıl ilginç olanı bu topları daima doğuya doğru yuvarlamasıdır. Bok böceğinin yön bilgisi, dahası güneşle kurduğu ilişki ona başka anlamlar yüklenmesine neden olmuş. Bunların başında yeniden doğum gelir. Mısırlılar skarabe’lerin pupa evresini gözlemleyerek ölülerini tıpkı bir koza gibi mumyalamaya başlamışlardır. Eski Mısır inanışında ölüler de skarabe’ler ve güneş gibi bir pupa evresi geçirirler. Koza ya da mumya içerisindeki bu evre sonunda ikinci yaşama uyanılacaktır. İnanışa göre her ölüm devamında dirilişi getirecektir.
Antik Mısır dünyasından günümüze kadar gelen böcek izleğinde doğa ile kültür arasındaki yakın ilişkiyi görme fırsatı buluyoruz. Çoğunlukla bu ilişkiyi sanat eserlerinde sembollerle görüyoruz. Unutmamak gerekir ki, insanoğlu doğadan ayrı düşünülemez. Doğa yansımaları insanoğlu var oldukça kültürlerde ifade bulacaktır. Bu sayede gökyüzünün, yeryüzünün, hayatın ve zamanın boyutlarının sonsuzluğunu bir kez daha öğrenmiş oluruz. İnanıyorum ki, yaşamın anlam ve değerini, yaşamla ölümü sorgulayarak topluma ve bize ayna tutan sanat bizi kışkırttıkça biz bir kez daha insan oluruz.