Mart 2023-03-07 12:30:00
Yazar: Semra Yeşil
Dünyanın pek çok yerinde özellikle kıştan bahara, sonbahardan kışa törenler ile geçilir. Kökeni çok eskilere dayanan ve günümüzde de hem ülkemizde hem de dünyada kutlanan bu törenlerden biri de “Mart Bozma”, “Mart Kırma”,gibi adlarla anılan yeni yıl törenidir.
Halkın söylemiyle, “Eski Hesap”, “Ana Baba Hesabı” ya da “Çoban Hesabı”’na göre 1 Mart’ta yeni yıl kutlanır. Günümüz takviminde 14 Mart’a denk düşen o gün, her başlangıç gibi büyük önem taşır. İnsanlar bugüne nasıl başlarlarsa bütün yılın öyle geçeceğine inandıklarından gelecek günlerini garanti altına almak için bazı tedbirler almak için çeşitli ritüeller yaparlar. Doğu Karadeniz’de yaygın olan “Mart Kırma” geleneğinin uygulanışı da yer yer farklılıklar göstermekle birlikte özünde hep bolluk, bereket, sağlık, mutluluk dilekleri vardır…
Mart, baharın geldiğinin, yazın da yaklaştığının habercisidir…
Diğerlerinden biraz farklıdır. Zira uyanışı sembolize eder...
Hakkında pek çok şey söylenmiştir. Çoğu da doğrudur…
“Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” demişler ya hiç de öyle boşuna değildir. Siz tam “kış bitti, bahar geldi, yaz da yakındır” havasına girersiniz ki karlar yağar, yağmurlar dinmek bilmez. O zaman lafı çevirip, zaten "Mart’ın yarısı kış, yarısı bahardır” deyiverirler.
Eskiler de Mart ayına çıkınca, “Bu sene de ölmedik, seneye Allah Kerim” derlermiş.
Ama bizim için ne yazık ki öyle olmadı. Baharın gelip, bütün dertlerimizi alıp götüreceğine inanmamamıza rağmen hem annemizi hem de babamızı üç yıl arayla Mart ayında kaybettik.
O yüzden benim için de “yarısı kış yarısı bahar” lafı gibidir Mart ayı. İçimde neşe ve hüzün sarmaş dolaş olur. Hayatımız da öyle değil midir zaten. “Acısıyla tatlısıyla” deriz belli bir zaman diliminden söz ederken…
“Acaba başka ne gibi “acı-tatlı” günler yaşanmıştı Mart ayında?” diye düşünürken, bu yılın Mart ayında yaşadıklarımızın ileride nasıl anlatılacağını çok merak ediyorum aslında…
Günümüz takvimine göre 2023 yılına girerken her yıl olduğu gibi bir önceki yıldan daha mutlu ve sağlıklı olacağımız yeni bir yıl dilemiştik hepimiz…
Umutluyduk… İnançlıydık…
6 Şubat’a kadar sürdü rüyamız…
Sabah uyandığımızda, sadece deprem olan on bir ilimizde yaşayanların değil, ülke olarak hepimizin dünya başına yıkılmıştı adeta…
Bugün tam tamına bir ay oldu ve biz o gün bu gündür depremle yatıp depremle kalkıyoruz. Şu ana kadar açıklanmış olan, hayatını kaybeden sayısı kırk beş bini geçti. Söylenen o ki aslında bu sayı tüm hayatını kaybedenlerin yarısı bile değil…
Deprem yaşanan bölgeye gerek yurt içinden gerekse yurt dışından giden yardım ve destekler yaşanan sıkıntıları bir nebze olsun dindirse de etkileri yıllar boyunca unutulmayacak ölçüde acı ve sıkıntılar yaşanıyor, bunlar ise her birimizin hücrelerine tek tek işleniyor…
Biz tam da o günlerin arifesinde, tarihimizde yaşanan büyük bir zorunlu göçün yani mübadelenin yüzüncü yılı nedeniyle düzenlenen anma etkinliklerinde, göç olgusunun insan hayatlarında yarattığı etkileri konuşurken, bir daha böyle acıların yaşanmamasını dilerken, birkaç gün sonra yaşanacak depremden habersizdik elbette…
Asrın felaketi denecek bu çok güçlü sarsıntının milyonlarca insanın hayatını derinden etkilerken aynı zamanda yaşanacak yeni bir göç hareketinin de tetikleyicisi ve habercisi olduğunu bilmiyorduk…
Hayatta kalmalarına rağmen evlerini kaybeden depremzedelerin büyük bir kısmı yaşadıkları yerleri terk ederek, zorunlu olarak başka şehirlere göç etmeye başladılar. Ancak bu defa zorunluluk sözleşme ile değil doğadan gelmişti…
Göç; tarihsel süreç içerisinde insanlığın gündeminden çıkmayan, çıkamayan bir olgu...
Resmi bilgi olmamakla beraber, yaklaşık beş milyon kişi depremin yaşandığı bölgeden başka yerlere göç etmeye başladı. Bir kısmı küçük yerlerde yaşayan akrabalarının yanına, büyük bir kısmı ise başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere batıdaki büyük şehirlere göç etti. Bu göç hareketi elbette ki göç alan şehirlerin de alt yapısını derinden etkileyecek. Bunlar da ancak zaman içinde ortaya çıkacak. Ancak şu anda bunlar en son düşünülecek olan şeyler. İlk etapta önemli olan depremden etkilenen her bir bireyin yaşamlarını sürdürebilmesi için gerekli olanların yapılması. Ancak bazı büyükşehir belediyelerinin deprem bölgesinden gelen göç hareketine karşı çalışmalar yaptıklarını da biliyoruz.
Zira yıkılan şehirlerin daha güvenli yerlere sağlıklı bir şekilde tekrar kurulması ve insanların terk etmek zorunda kaldıkları yerlere geri dönebilmeleri için uzun bir zaman gerekiyor. Çoğu doğdukları, büyüdükleri yerlere tekrar dönmek isteseler de bir süreliğine oralardan daha güvenli olduğunu düşündüğümüz yerlerde onları misafir edeceğiz…
Ülkemizin çok hassas bir dönemden geçtiği şu günlerde bakalım tarihte neler olmuş;
8 Mart 1857 tarihinde Amerika’nın New York şehrindeki bir tekstil fabrikasında kırk bin dokuma işçisi zor çalışma koşullarının iyileştirilmesi istemiyle grev kararı alır. Ancak polisin greve engel olmak için kapıları kilitlemesi ve fabrika önüne barikat kurması, ardından çıkan yangından işçilerin kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verir.
İkinci Enternasyonal Dönemi’nin 26-27 Ağustos 1910 tarihlerinde Kopenhag’da “Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı” gerçekleşir. Konferansta Almanya Sosyal Demokrat Partisi öncülerinden Luise Zietz’in önerisi olan, konferans başkanı Clara Zetkin’in de desteklediği, sosyalist kadın hareketini güçlendirecek ve kadın hakları mücadelesini daha da ileriye taşıyacak, uluslararası bir kadınlar gününün tanımlanması konusu kayıt altına alınır.
İlk yıllarda belli bir tarih tespit edilmemiştir. Tarihin 8 Mart olarak saptanması 1921'de Moskova'da yapılan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda gerçekleşir. Adı da "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlenir.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde yasaklanan Dünya Kadınlar Günü anma etkinlikleri 1960'lı yılların sonunda Amerika’da tekrar yapılmaya başlanınca, daha güçlü bir şekilde gündeme gelir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul eder…
Mimoza Çiçeği…
Yaşama sevinci veren renkleri gibi kendisine yüklenen görev de çok anlamlı…
Kendisi kadar güzel olan hikâyesi ise şöyle;
İtalya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşın derin izlerini taşıyor, halk yaşam için kendilerine umut olacak bir sembol arıyordu. İtalyan feministler Teresa Mattei, Rita Montagnana ve Teresa Noce savaşın etkilerini azaltmanın en etkili yolunun kadın dayanışması olduğuna düşünerek 1946 yılında Kadınlar Günü’nün sembolü olması için bir çiçek seçmeye karar verdiler. Gelen teklifler arasında karanfil, anemon ve mis kokusu ile mimoza çiçeği vardı. Dayanıklı ve bakım gerektirmeden yaşayabilme özelliği açısından mimozada karar kıldılar. Ayrıca mimoza yeniden ayağa kalkışı, dayanışmayı ve umudu simgeliyor, saygı, zarafet, nezaket, bolluk, haysiyeti de temsil ediyordu…
O gün bu gündür İtalya'da “La Festa della Donna” olarak adlandırılan “Dünya Kadınlar Günü”nde kadınlara mimoza çiçeği hediye etme geleneği devam ediyor.
Türkiye’de ise Kadınlar Günü 8 Mart 1921 tarihinde kutlanmaya başlandı. 1980 darbesi döneminde dört yıl ara verilmesinin ardından, 1984’ten itibaren tekrar kutlanmaya başlandı.
12 Mart… Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan İstiklal Marşı’mızın kabul edilişinin yıldönümüdür. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, savaşan askerlere milli bir ruh kazandırılması amacıyla bir güfte yarışması düzenlenir. Burdur Milletvekili Mehmet Âkif Ersoy, Türk Ordusu'na hitap ettiği şiirini yarışmaya koyar. Yapılan değerlendirmeler sonucu bu şiir Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda, coşkulu alkışlarla kabul edilir. Mecliste İstiklâl Marşı'nı ilk olarak dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver okur.
II. Mahmut dönemi olan14 Mart 1827'de ilk cerrahhanenin “Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adıyla kurulması, Türkiye'de modern tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edilir ve daha sonra o günün "Tıp Bayramı" olarak kutlanmasına karar verilir.
İlk kutlama, 1919 yılının 14 Mart'ında işgal altındaki İstanbul'da gerçekleşir. O gün, tıbbiye üçüncü sınıf öğrencisi Hikmet Boran'ın önderliğinde tıp okulu öğrencileri işgali protesto için toplanır. Onlara devrin ünlü doktorları da destek verir. Böylece tıp bayramı, tıp mesleği mensuplarının yurt savunma hareketi olarak başlar.
Annemin doğum günü olan 15 Mart ise benim için çok özeldir…
Onu kaybettikten sonra bir gün bile aklımdan çıkmayan annem için doğum günlerinde artık gerçek bir kutlama yapamasak da özellikle o gün onu düşündüğümde, Bedri Rahmi’nin dediği gibi “bir çakıl taşı ısınır içimde…”
18 Mart ise bize Çanakkale Zaferi’ni hatırlatır;
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı Devleti ile itilaf devletleri arasında gerçekleşen Çanakkale Savaşı’nda hem karada hem de denizde bütün bir millet olarak destan yazılır.
Hem Çanakkale Boğazını hem de İstanbul’u ele geçirmeyi hedefleyen dünyanın en güçlü donanmalarının karşısında Türk milletinin yazdığı destanın bedeli ise yarım milyondan fazla insanın genç yaşta hayatını kaybetmesidir.
Gelelim 21 Mart’a;
Bu tarihten itibaren güneş ışınları kuzey yarımküreye dik düşmeye başlar. Geceyle gündüz eşitlenir. Güney yarımkürenin tersine kuzeyde gündüzler uzamaya, geceler ise kısalmaya başlar. Bu duruma ise ilkbahar ekinoksu denir.
Nevruz ise dünya çapında çeşitli halklar tarafından kutlanan geleneksel yeni yıl ya da doğanın uyanışı ve bahar bayramıdır.
Yazılı olarak ilk kez 2. Yüzyıl’da Pers kaynaklarında adı geçen Nevruz, İran ve Bahai takvimlerine göre yılın ilk gününü temsil eder. Bazı topluluklar tarafından 21 Mart'ta kutlanırken, bazıları ise 22 veya 23 Mart'ta kutlarlar.
Aynı zamanda Anadolu ve Orta Asya Türk halklarında da Göktürkler’in Ergenekon'dan çıkışını ifade eden bir etkinlik olup, baharın gelişinin de habercisi olarak kutlanır.
2009 yılında Abu Dabi'de hükümetler arası toplanan Birleşmiş Milletler Manevi Kültür Mirası Koruma Kurulu (UNESCO) Nevruz’u “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Listesi”ne dahil etmiştir. 2010'da ise toplanan genel kurulda ise üç bin yıldan beri kutlanmakta olan bayram, “Dünya Nevruz Bayramı” olarak ilân edilir.
Nevruz kelimesinin aslı eski Farsçadan gelir. Anlamı "yeni gün/gün ışığı"dır ve günümüzde de hâlâ aynı anlamda kullanılmaktadır.
Kış aylarının bitip bahara erişilmesi nedeniyle yapılan şenliklerde çeşitli yemeklerden oluşan sofralar hazırlanır, oyunlar oynanır, boyalı yumurtalar yenir ve büyük ateşler yakılır, üstünden atlanır.
Orta Anadolu'da Nevruz “Mart Dokuzu” adıyla da bilinir. Dokuzu şenlikleri ve Sultan Nevruz Bayramı adıyla kutlamalar yapılır. Sivas'ta mart dokuzunda gök gürlerse o yıl ürünün bol olacağına inanılır.
Dünya Tiyatro Günü ise yine Mart ayında kutlanıyor;
Bugünü kutlama fikri ilk olarak 1961 yılında Uluslararası Tiyatrolar Birliği Başkanı olan Arvi Kivimaa tarafından ortaya atılır. İskandinav ülkelerinden gelen desteğin de etkisiyle uygulanmaya başlanır. Kabul edildikten sonra ilk olarak Paris’te Milletler Tiyatrosu’nun da açılış günü olan 27 Mart 1962 tarihinde kutlanırken, ondan sonraki yıllarda ITI’nin dünya çapındaki merkezlerinde de çeşitli etkinliklerle kutlanmaya devam edilir. Bu özel günde gelenekselleşen bir uygulama da dünya çapında başarı kazanmış bir tiyatro oyuncusu, yönetmeni veya yazarın yazdığı evrensel bildirgedir. İlk bildirge 1962’de Fransız Jean Cocteau tarafından yazılmıştır. O günden sonra her 27 Mart günü her ülkenin tiyatro sanatçıları tarafından hazırlanan bildiriler okunur. Ülkemizde ise tiyatro ile ilgili ilk ulusal bildiriyi, Türk tiyatrosunun unutulmaz ismi Muhsin Ertuğrul kaleme almıştır.
Türkiye’de 1964 yılından beri Mart ayının son pazartesi günü ile başlayan hafta Kütüphane Haftası olarak kutlanıyor. Amacı; kitap sevgisini artırmak, okuma alışkanlığını geliştirmek, okuyucuların kitaplardan daha çok faydalanmalarını sağlamak, kütüphaneleri tanıtmak ve kütüphanelerin hizmetleri hakkında bilinçlendirmektir.
31 Mart Vakası II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanma ve darbe teşebbüsüdür…
On üç gün süren ayaklanma, II. Meşrutiyet döneminin en önemli olaylarından biri olarak kabul edilir. Padişah II. Abdülhamit tahttan indirilip, yerine V. Mehmed Reşad tahta çıkarılır.
Evet onca acı-tatlı önemli olaya sahne olan “Mart” bu yıl bizim için pek hoş gelmedi ama umarız ilerleyen günlerde bugün yaşanılan tüm zorlukları aşarak, bir sonraki yıl da eskisi gibi kendisine “hoş geldin” diyebiliriz. O da yine bizlere yine sağlık, mutluluk ve güzelliği, barış, bolluk ve bereketi getirir…
Bunu yürekten diliyoruz…