Kızılay ve anlat derdini Marko Paşa'ya 2023-02-28 15:18:39
Yazar: Uzm. Dr. Metin Özer
Çocukluk yıllarımda göğsündeki madalyalarıyla gurur duyan yaşlı bir akrabamız vardı. Madalyaları belirli aralıklarla kan verdiği Kızılay’dan almıştı. Bizler de okulda Kızılay kolunda görev almak için yarışır, bağış zarflarını dağıtır, törenlerde görev alırdık. Yapılan yardımların hiç kesintisiz yerine ulaşacağından emindik.
1868’de kurulan Hilal-i Ahmer Cemiyeti, 1877'de kurulan Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti, 1935’de Ulu Önder Atatürk’ün Arapça yerine öz Türkçe olarak “Kızılay” adını vermesiyle görevine devam etmişti. Türkiye Kızılay Derneği Tüzüğü’nün altıncı maddesine göre Kızılay’ın kuruluş amacı şöyle:
“İhtiyaç anında dayanışmanın, ızdırap anında şefkatin, farklılıklar karşısında hoşgörünün, savaşın en kızgın anında insancıllığın, merhametin, tarafsızlığın ve barışın simgesi olan Kızılay’ın kuruluş amacı, silahlı çatışmalar, doğal afetler, salgınlar ve olağanüstü durumlar karşısında toplumsal dayanıklılığı arttırmak, her koşulda, yerde ve zamanda, ayrım yapmaksızın korunmasız insanlara yardım etmek, insan hayatını ve sağlığını korumak, açlık, yoksulluk ve yoksunlukla mücadele etmek, daha yaşanabilir bir çevre oluşturulmasına katkıda bulunmak, birey ve toplumun nitelikli eğitimine destek vermek ve insanlar arasında karşılıklı anlayışı, dostluğu, saygıyı, iş birliğini ve sürekli barışı geliştirmeye destek olarak insan onurunu korumaktır”.
Kızılay ve Kızılhaç’ın kuruluşları büyük acı ve yıkımlar sonrası olmuştu. Jean Henry Dunant 24 Haziran 1859 Cuma günü insanlığın seyrini etkileyecek Solferino Savaşı’na tanıklık etmişti. Bu savaşta Fransa ve Avusturya orduları karşı karşıya gelmişlerdi. Savaş çok kanlı geçmiş, her iki taraftan binlerce asker ölürken, binlercesi de yaralanmıştı. Dunant, savaş meydanına çok yakında bulunan Castigliano kasabasındaydı. Kasabada yaşayanlar yaralıların imdadına koşmuş, ilerleyen günlerde yaralı askerlerin büyük kısmı da gangren ve çeşitli iltihabi sorunlarla hayatlarını kaybetmişlerdi.
Bu tablodan çok etkilenen Jean Henry Dunant, 1863’te yayımlanan “Solferino Hatıraları" (Un Souvenir de Solferino) isimli kitabında askerlerin maruz kaldığı şiddete, çatışma sonrasında yaralı askerlerin çektiği acılara, gönüllülerin üstün çabalarına odaklanmış ve şöyle demişti:
“24 Haziran 1859’da Solferino Savaşı’nda iki ordunun 300 binden fazla askeri karşı karşıya geldi. Herkes Solferino Savaşı hakkında bir şeyler duymuş veya okumuştur. Avrupa ülkelerinde sonuçları hala hissedilen bu savaş hakkında herkesin hatırası çok canlı. Ben bu çatışmada hiçbir payı olmayan bir turisttim, ancak sıra dışı koşullar altında olan biten her şeye tanıklık etme ayrıcalığına sahip oldum. Gözlemlerimi aktarmaya kararlıyım. Barış zamanlarında eğitilecek ve örgütlenecek şefkatli gönüllüler vasıtasıyla, savaş zamanlarında yaralanan askerlerin çektiği gereksiz acıların önüne geçmek mümkün olmaz mıydı?”
Dunant’ın hayali 1863 Cenevre Konferansı’nda alınan kararların 22 Ağustos 1864’te İsviçre Parlamentosu tarafından hayata geçirilmesi ve Kızılhaç’ın kurulmasıyla gerçekleşmişti. Başlangıçta 12 devletin imzaladığı 1. Cenevre Sözleşmesi’ni Osmanlı Devleti de 5 Temmuz 1865’te imzalamıştı.
1868 yılında Dr. Abdullah Bey, Tıbbiye Nazırı Marko Paşa ve Dr. Kırımlı Aziz Bey’in önderliğinde “Mecrûhîn ve Marda-yı Askeriyeye İmdat ve Muâvenet Cemiyeti (Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti)” kurularak Cenevre Sözleşmesi uygulanmaya çalışılsa da etkin olamamıştı. 14 Nisan 1877’de “Hilal-i Ahmer” adıyla resmen kurulan cemiyet, 93 Harbi’nde (1877-78 Osmanlı Rus Savaşı) hem cephe hattında, hem de cephe gerisinde faaliyet yürütmüştü. Cemiyetin ilk başkanı Marko Paşa olmuştu.
Marko Paşa (Marko Apostolidis veya Pitsipios) 14 Mart 1827’de ülkenin ilk tıp okulu olarak açılan, Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’den 1851 yılında askeri doktor olarak mezun olmuş, okulun cerrahi kliniğine şef olarak atanmıştı. Yetenekli bir doktor olan Marko, “Paşa” rütbesine yükseltilen ilk tabip olmuştu. Sultan Abdülaziz tarafından sarayın hekimbaşılığına getirilen Marko Paşa, 1871’de Tıp Okulu Dekanlığı’na atanmış, sonrasında da Sultan Abdülhamid tarafından Meclis-i Ayan üyesi yapılmıştı.
Dr. Marko Paşa, hastalarını sabırla uzun uzun dinlemesi, sonra da Rum şivesiyle: “Anladık, ama ne?” demesiyle ünlüymüş. Ayan Meclisi üyeliği sırasında da tüm vatandaşların dertlerini dinlermiş. Marko Paşa’nın 1888’de ölümünden sonra şikayet dinleyecek kimse bulamayanlar “Anlat derdini Marko Paşa’ya” demeye başlamışlar.
Günümüzde insan veya doğa kaynaklı felaketler yaşanmaktadır. Felaketleri önlemek mümkün olmayabilir. Fakat tedbir alıp zararları en aza indirmek mümkündür. Bunun bilinciyle tüm dünyada çeşitli örgütler kurulmuş, sınır tanımaksızın afetzedelerin yardımına koşulmaktadır. Ülkemizde de Kızılay 146 yıl önce bu amaçla kurulmuştu. Deprem afeti yaşadığımız bu günlerde Türk halkının Kızılay’ı ve Marko Paşa’yı yanında görmek istemesi bu nedenle önemlidir.