Yeterince kulak veriyor muyuz Türkiye’mize? 2023-02-09 16:16:59
Yazar: Raşel Rakella Asal
İzmir arada sırada yaralı bir yunus gibi sarsılır. Havaya doğru yükselir, ölümle pençeleşir, ölür ve sonra yeniden hayata kavuşur. Bu kentte herkes depremleri hatırlar. Depremler İzmirlilerin yüreğini dolduran korkunun ölmeyen çiçeğidir. Her vatandaş burada doğuştan depremi yaşayacaktır.
Kent tarihinin anıları arasında o kötü anlar, toprağın o ürperişi, derinden gelen titremesi ve homurtusu yer alır. Sanki denizin altındaki, toprağın derinliğindeki bir kentin kulelerinde iki kat bir güçle çanlar çalmaya başlar, yukarıdan bir güç insanlara artık her şeyin sonunun geldiğini bildirir. Duvarlar yıkılır. Damlar çöker. Ve her şey tozun toprağın altında kalır.
Koskoca dalgalar, ulaşabildikleri yerlere kadar, sanki yaşamdan, kentten, insanlardan öç alma tutkusuyla yaşamı söndürür. Sonra yavaş yavaş hayatın belirtileri görülür. Kaçmış, sığınacak yer aramış insanlar yavaş yavaş ortaya çıkarlar. Kızgın boğa kükremiş, gitmiştir.
Akdeniz’deki kırılmaları, kıvrılmaları ve peş peşe deniz derinlikleriyle dağ zirvelerini oluşturan etken, zamanın henüz etkilerini silemediği ve yıkıcılığını gözlerimizin önünde bugün de sürdüren, için için kaynayan jeolojik yapıdır. Bu jeolojik yapı, denize serpilmiş adaları, yarımadaları, kimi suya gömülmüş, kimi parçalanmış kıta kalıntılarını ya da parçalarını, pek aşınmaya uğramamış girintili çıkıntılı yer şekillerini açıklar; homurdanıp duran, uykuya dalan, sonra birden felaket getirmek üzere uykusundan uyanan yanardağların ateşini yine bu jeolojik yapı açıklar.
1739 yılında İzmir’i ziyaret eden Richard Pococke, kentin depremler yüzünden korkulu anlar yaşayan bir şehir olarak anılarında yer veriyor. Özellikle 1739’da meydana gelen deprem, binaların birbirinin üzerine yıkılmasına ve birçok insanın yatağında ölmesine yol açmış. Şehirde bu depremden etkilenmeyen ev kalmamış gibiymiş; bu yüzden de, ölüm korkusu içindeki İzmirliler bütün bir yazı, evlerinin bahçelerinde ve geceleri de gemilerde geçirmek zorunda kalmışlar. Bütün bu depremler, İzmir’i sürekli olarak kendini yenilemek zorunda kalan bir şehir yapmış.
Bu yazıyı “İşte Bizim Gül Sokak” kitabımda İzmir kentini ele alırken yazmıştım. Bu yazdıklarım yalnız İzmir için değil, tüm Türkiye için geçerli. Türkiye oldukça aktif bir fay hattı üzerinde bulunuyor. Hem Avrasya, hem Arap ile Afrika levhası arasında yer alıyor. Ayrıca Kuzey Anadolu Fay Hattı, Doğu Anadolu Fay Hattı ve Batı Anadolu Fay Hattı ile deprem kuşağında yer alıyor. Deprem kuşağında olan Türkiye depremlerle her yıl toprak sarsılıyor.
6 Şubat 2013’te, 04.17 de, merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7.7 şiddetinde meydana gelen deprem başta Hatay, Gaziantep, Adana, Osmaniye, Diyarbakır, Malatya ve Şanlıurfa olmak üzere birçok ilimizde hissedildi. Aynı gün saat 13.24’te, Elbistan ilçesinde 7.6 büyüklüğünde ikinci bir deprem meydana geldi. 10 ilde büyük hasar meydana gelirken kurtarma çalışmaları sürüyor.
Uzmanlar, yaşanan bu depremi, son 100 yılın en büyük depremi olarak değerlendirdi. Jeofizik Uzmanı Prof. Dr. Martin Mai, Kahramanmaraş'taki ikinci depremin sıra dışı olduğunu ifade etti.İtalyan bilim insanı bu hareketin sadece 30-40 saniyede gerçekleştiğine dikkati çekti. Bölgede tarih boyunca sismik hareketliliğin çok yüksek olduğunun altını çizen İtalyan bilim insanı, “Sanki Türkiye hareket etti” ifadesini kullandı.
7.0’den büyük bir depremin artçı depremleri en az iki yıl süreceğine dikkat çekiyorlar.
17 Ağustos 1999 depremi tüm ülkenin yüreğini dağlamıştı. Deprem ülkesiyiz, bunu hepimiz biliyoruz. Aradan geçen 23 yıl içinde depremle savaşmayı, depreme karşı önem almayı öğrendik mi?
Türkiye toprakları üzerine büyük bir fay hattının olduğunu biliyoruz.
Bence asıl fay hattı ülkenin jeolojik yapısını dikkate almadan yükselen binalarda, rant uğruna yapılaşmada, betonlaşmada… Asıl fay kattı çimentodan, demirden çalan, inşaat kalitesini düşüren, imarsız izinsiz inşaatlarda… Asıl fay hattı yalapşap sıvayla güya örülmüş duvarlarda. Asıl fay hattı etik değerlerin yerini alan karmaşada, düzensizlikte, disiplinsizlikte. Asıl fay hattı başıbozuklukta, vicdansızlıkta, kaygısızlıkta.
İnsanlık serüveninin tüm renkliliğini, içinde kucaklayan ülke bizim ülkemiz, Türkiye’miz. Türkiye’mizin, insanına sahiplenen yüzü olmasını istiyoruz. Piyasa kurallarına boyun eğmeyi o da istemez. Değişimin içinde yer alırken kendini korumayı, o uçsuz bucaksız evrenin sonsuzluğu içinde uygar bir ülke olarak yer almak ister. Yeterince kulak veriyor muyuz Türkiye’mize?