Benim Gözümden İran / İsfahan – 4 2022-09-04 22:00:00
Yazar: Hediye Selda Yılmaz
Nakş-ı Cihan Meydanı’na varış: Kırk Sütunlu Saray gezimizden sonra Dört Bağ Bulvarı’ndan yürüyerek İmam Meydanı’na (Şah Abbas Meydanı ya da Nakş-ı Cihan Meydanı) ulaşıyoruz. Biz Saray’ı gezerken yağan hafif bir güz yağmuru havayı serinletmiş ve tazelemiş. Ardından bulutlar dağılmaya ve hava açılmaya başladı.
Tam bir güz atmosferi. İsfahan toprak ve su kokuyordu. Arada burnuma uzaktaki kebapçılardan güzel kokular da geliyordu ama benim derdim başkaydı. Sonunda İran’da en çok merak ettiğim Nakş-ı Cihan Meydanı’na ulaşmıştım. İşte o an “İsfahan Aşkım” kesinleşti. Tarifine dillerin suskun kalacağı bir andı o an. Ne yemek ne su istedim. Vuslatın tadıydı yaşadığım. Evet, Nakş-ı Cihan Meydanı’na ulaşmıştım ve heyecanım doruktaydı.
İşte meydan budur!
Yaklaşık 30 yıldır gerçekleştirdiğim yurt içi ve yurt dışı gezilerimde nice meydanlar gördüm. Çoğu ruhsuz, betona boğulmuş, demir paravanlarla çevrilmiş, kirli, çöplük gibi, resmi binalarla çevriliydi. Kiminde kan dökülmüş, kiminde olaylar dehşet saçmıştı. Kiminde devrimler yapılmış, kiminde sevgililer beklenmişti. Kiminde kuşlar ve çocuklar neşelenmişti.
Ama Nakşı Cihan Meydanı’na girince kendimi bambaşka bir dünyada buldum. Bu meydan 24 saat yaşayan bir organizma adeta. Bu meydan uzun uzun anlatılmayı hak eden güzelliğe ve ruha sahip. Gelenin âşık olup ayrılmak istemediği dünyanın en güzel meydanı bu meydan. Hani güftesi Behçet Kemal Çağlar’a, bestesi Münir Nurettin Selçuk’a ait Kalamış adlı bir şarkı vardır, bilirsiniz, çok da severim. İşte bu şarkıda aşkı anlamak için İstanbul’u sevmek gerektiğinden dem vurulur. İşte ben bunu İsfahan’da yaşadım. İsfahan; İstanbul, Nakş-ı Cihan Meydanı ise Kalamış oldu benim için.
Dolaşıyoruz meydanı; nereye baksam güzellik, nereye baksam nakış, nereye baksam incelik akıyor. Neler var bu meydan ve çevresinde, kısaca özetleyeyim: Geleneksel İran el sanatlarının yapıldığı ve satıldığı dükkânları, kapalı çarşıları, çayevleri, sokak lezzetleri satan büfeleri, lokantaları, faytonları, bisikletlileri, piknik yapanları, yürüyüş yapanları, resim yapanları, fotoğraf çekenleri ile İsfahan’ın kalbinin attığı bir meydan burası. Herkes kendince keyifli vakit geçirebilir. Eğlenebilir, öğrenebilir, alışveriş yapabilir. Bir kenarda oturup olan biteni izlemek bile ayrı bir keyif.
Meydan; Safevi döneminin başyapıtları olan Ali Kapu Sarayı, İmam Camisi (Şah Camisi) ve Şeyh Lütfullah Camisi ile taçlandırılmış. Meydanı dikdörtgen biçiminde çevreleyen kapalı çarşıların içi ise ayrı bir güzelliğe sahip. Buralardan ileride ayrıntılı biçimde söz edeceğim. Şimdi meydanı anlatayım.
Üç adlı meydan ve tarihçesi
İslam mimarisinin en çarpıcı örneklerinden biri olan İmam Meydanı (Nakş-ı Cihan Meydanı /Şah Abbas Meydanı), 512 metre uzunluğu ve 159 metre genişliğiyle yapıldığı dönemde dünyanın en büyük meydanlarından birisiymiş. Çin’in Pekin şehrindeki Tiananmen Meydanı’ndan sonra, bugün dünyanın en büyük ikinci meydanı olarak geçiyor. 1979 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmış.
Meydan yapılmadan önce bu alanda polo maçları yapılırmış. Mermer kale sütunları hâlâ meydanda duruyor. Yapımına 1592 yılında başlanmış ve 25 yılda tamamlanmış. Safeviler döneminin saygınlık yapılarından kabul edilen Meydan; şehir planlamacılığının en iyi örneklerinden kabul ediliyor.
Şehirde yüksek binalar olmasına rağmen, meydanın içerisinden dışarıdaki binalar gözükmüyor. Dikdörtgen şeklindeki meydanın dört bir yanını çeviren kapalı çarşıda kilimden ipek halıya, gümüşten minyatüre İran’a her türlü geleneksel el sanatları ürünleri bulunuyor. Yine meydanın ortasında geniş bir avlu ve avlunun ortasında büyük bir havuz yer alıyor. Meydan çevresinde tur atmak isteyenler için ise faytonlar bulunuyor.
Meydan, Safeviler döneminde Şah ve halkın buluşma merkezi olarak kullanılmış. Ayrıca askeri donanımların düzenlenmesi, spor karşılaşmaları ve geleneksel oyunlarının oynanması, ticaret aktivitelerinin gerçekleşmesi, dini törenlerin yapılması, hükümet kararlarının ilan edilmesi, suçluların cezalandırılması gibi birçok aktivite gerçekleştirilmiş. Bu meydan kentin merkezi haline gelmiş ve şehrin kültürel, politik ve toplumsal hayatına büyük bir katkıda bulunmuş.
Niçin üç adla anılıyor hemen ondan da söz edeyim:
İlk yapıldığı yıllarda 1. Şah Abbas yaptırdığı için Şah Meydanı adıyla anılan bu meydan, İslam Devrimi’ den sonra İmam Meydanı olarak adlandırılmış. Ancak halk arasında Nakş-ı Cihan Meydanı adı daha çok benimsenmiş. Bana göre Nakşı Cihan Meydanı buraya en yakışan adlandırmadır. Çünkü gerçekten bu meydan ve O’nu çevreleyen yapılar, kapalı çarşılardaki el sanatları ile dünyanın bütün nakışlarını, inceliklerini, zevklerini buraya toplamış. Adeta “Safeviler Dönemi Mimarlık ve Sanat Tarihi Müzesi” diyebiliriz buraya.
İran, özellikle İsfahan 17. Yüzyıl'da Avrupalı birçok gezgin tarafından da ziyaret edilen ve seyahatnamelerde yer alan bir şehir olmuş. Evliya Çelebi, yalnızca Tebriz ve civarını gezebilmiş. Acaba İsfahan’a gelebilseydi neler yazardı, neler? Çok şey kaçırdığı kesin elbette.
1673-1677 yılları arasında İsfahan’ı ziyaret etmiş olan Şövalye Jean Chardin anılarında Nakş-ı Cihan Meydanı’nı şöyle anlatıyor:
”Gece olduğunda meydanda şarlatanları, kuklacıları, yüzük oyunları yapanları, atasözü ve deyimlerden kelime oyunu yapanları, dini vaaz verenleri, hatta bir çadır dolusu fahişeyi bile gördüm.”
Meydan günümüzde de geceleri çok renkliymiş. Gecesini göremedik. Yorgunluk nedeniyle otelimizde dinlendik. Nakş-ı Cihan Meydanı geceleri ışıklandırılıyor ve apayrı bir güzelliğe bürünüyormuş. Özellikle yaz aylarında İsfahanlılar serinlemek için meydana akın ediyormuş. Hâsılı meydan öyle birkaç saatte gezilecek bir yer değil. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel.
Nakşı Cihan Meydanı’nın başyapıtları ve çarşıları ile ilgili izlenimlerimi ilerleyen yazılarda anlatmayı sürdüreceğim. İsfahan aşkımın doruk noktası olan “Dünyanın Nakışları Meydanı” ile ilgili izlenimlerimi İsfahanlı şair Seyyid Ahmed Hâtıf-ı İsfahânî (ö.1784) bir şiirinden ile bitiriyorum.
Nerede
Can canan nasıl ulaşır? Canan nerede, can nerede?
Zerredir bu, güneştir o. O nerede, bu nerede?
Aşkının yolunda bir cezbe tutar mı elimizden acaba?
Yoka bizim ayağımız nerede, bu sonsuz yol nerede?
Canımı terk ettim, bastım ayağımı talep sahrasına
O kırda can çıksın bedenimden diye; nerede?
Gamdan solmuş bedenim nasıl dayanır ayrılığa
Bu zayıf beden nerede, ayrılık gamının yükü nerede?
Hayat suyu yârin dudağında; hayretteyim
Hızır hayat suyu pınarına gidiyordu; nerede?
Ömür çan gibi inleyerek geçti; yol alıyor Hâtıf
Sevgilisinin mahfesine ulaşmak için ama nerede?
Kaynaklar: