Bir yazar üç roman 2022-09-03 22:00:00
Yazar: Osman Akbaşak
Barış İnce: Çelişki - Sarsıntı - Köksüzler
Barış İnce son zamanlarda adı öne çıkan bir yazar. Gözüme ilk çarpan “Köksüzler” romanı oldu. Öncelikle bir dost önerisiyle, “Oku” dedi, “Seveceksin”... “Bir roman için çok kısa değil mi?” diyecek oldum, “Oylumundan çok derinlikli” dedi… Sözünü dinledim dostumun, aldım, hem de fazlasıyla… İlk iki romanını da alarak… “Madem bu denli derinlikli, yakından tanımalıyım” diye düşündüm…
Okumaya “Köksüzler”le başladım ama ilk basılandan başlayacağım söz etmeye, “Çelişki”den…
Çelişki
2017 yılında ilk baskısı yapılmış. Benim okuduğum 9. baskısı. Aslında adı üstünde, bir insanın değil, herkesin yaşayabileceği çelişkiler üzerine kurgulanmış roman. Kahramanımız bir arkadaşıyla birlikte bir yolculuğa çıkıyor, yoksa tek başına mı, ya da kendi kişiliğiyle mi? Önce yazlıkçı olmaya çalışıyor, elbette herkes gibi âşık olmak, sevmek de istiyor. İstiyor ya, tek başına sevmek yetmez ki, sevilmek de ister insan. İşte burada karışıyor işler. Olabilir mi olamaz mı derken başka bir yolculuk başlıyor. En iyisi kaçak olmalı. Öyle ya kaçak olunca birçok sorun kafada çözülür, çözülmese de çözümsüzlük bir tür çözümmüş gibi kabul edilebilir.
Tam burada biraz içerikten söz etmeliyim, romanı okurken kalem elimdeydi, “Dur burayı not alayım, ne kadar güzelmiş” diye yazmaya başladım. Sonra baktım neredeyse kitabın tamamını yazacağım, vaz geçtim. Okuduğum, roman değil, özlü sözler kitabı, okuru içine çekip alıyor. Her satırında, “Bütün bunları ben de düşünmüştüm” diyesim var da, bunların tamamı bir roman için gerçekten çok şey… Az önce yarım kalan tümceme romandan bir örnek:
(Bir konudan söz ediliyor.) “Şu anda açıklayamayacağım, çok önemli, çok kritik bir şey demek.”
“Sen de anlamadın değil mi, mal seni!”
“Bazen anlamayınca daha iyi oluyor. İşin içine mistik bir inanç katıyor.”
(İnce bir dokundurma da var değil mi?)
Roman baştan sona irdeleme ve sorgulama içinde geçiyor. Nereye mi varıyor, “Henüz bitmemiş hikâyelere son yazmak meşakkatli iş…” diyelim ve okura bırakalım. Eminim yazar da böyle istiyordur.
Sarsıntı
İkinci romanın ilk basımı 2018. Konusunda bir sarsıntı var, var da bu sarsıntı nasıl, nerede diye sonuna kadar okuru düşündürüyor. Yine bir sorgulama var konunun özünde. Başlangıçta çok sade bir mekânda buluyoruz kendimizi, bir adadayız. Muhabbet masası kurulmuş, sanki dostça içkiler içilecek, özlem giderilecek gibi anlaşılıyor önce. Özne de bir günlük, anı defteri… Romanın akışı içinde yer yer devreye giriyor, bazı bölümler okunuyor, okunan bölümlerle ilgili kişilerin kimi zaman kendilerini savunmaları, bazen vicdan muhasebeleri, bazen öfkeleri, hırsları akışa yön veriyor.
Önce arkadaşlıklar, duygular, bağlılıklar sorgulanıyor. İlk konuşmalarda hep bir kişiye karşı duyulan sorumluluk duygusu ağır basarken sonraları en azından birkaçı kendilerini aklama telaşı içine giriyor. Ve hep bir yerlerde bir deprem ve izleri var ama silik, soluk… Derken işin içine tarikatlar hatta işkenceler, cinayetler giriyor ama bunların hepsi bir sis perdesinin arkasında… Kim yaptı, niye yaptı soruları bir anda ortamı polisiye havasına soksa da konu masadan uzaklaşmıyor. O masada konuşulanlar bütün bu olayların kimi zaman tam içinden kimi zaman kıyısından köşesinden tanık olmamıza olanak sağlıyor. Onlar kendi iç hesaplaşmalarını yaparken olayları da bizim önümüze seriyorlar.
Romanın sonuna doğru sürprizler başlıyor. Kimin hayal kimin gerçek olduğu, kimin masum kimin katil olduğu, minik ipuçlarıyla okura sunuluyor. Belki de okur masadaki arkadaşlarla birlikte öğreniyor olanı biteni. Yazar için bu önemli bir ustalık.
Bu arada roman 2019 yılında “Melih Cevdet Anday Edebiyat Ödülü”nü almış…
Köksüzler
İlk ikisinden oldukça farklı bir roman… 2022 yılında basılmış. Daha belirgin bir konusu, kahramanları ve net bir mekânı var. Özellikle yakın zaman öncesinde yıkımlarla gündemimize oturan aslında İzmir’de seçkin bir yeri olan Damlacık bölgesini konu ortamı olarak seçmiş yazar.
Almanya’dan gelen, bir genç kadının yolu Damlacık’a düştüğünde ne için geldiği de ne aradığı da anlaşılamadan olayların içine düşüyor. Okur da mahallenin bitirimleriyle tanışıyor bu arada. Bütün hayalleri mahalleriyle sınırlı olan gelecek hayalleri olup olmadığı bile bilinmeyen gençlerle Almanya’dan gelen genç kızın yolları kesişiyor. Bilmiyorlar ki dolaylı da olsa aradıkları şey aynı yol üzerinde...
Gençlerin yapabildikleri tek iş midyecilik olunca kurtuluş umudu da definecilikten öteye geçemez. Definecilik de büyülü bir hastalık gibidir. Değdiği insanı içine çeker. Kaybolan ve nasılsa bulunup teslim edilen valizle başlayan muhabbetler gelişir, genç kızımızın içinden de inceden bir bitirim çıkıverir. Elbette hemen olmaz bu gelişme, mahallenin delikanlısı biraz yaklaşır, genç kızımız biraz sokulur, muhabbet ilerledikçe sürpriz gelişmeler de olur.
Bu arada ince siyasi dokunuşlar da eksik olmaz, doğulu olup da bir nedenle karakola düştüysen kolayına kurtulamayacağının kabul edilmesi acı da olsa bir gerçektir. Arada bira sohbetlerinde derinlere dalınır, ara ara babalar, ailelerle ilişkiler sorgulanır. Mahallenin geçmişi incelenir.
Bunca yaşanan sıkıntıdan sonra özellikle başka umarı olmayan insanlar için definecilik kurtuluş mudur? Bu konu romanın son sayfası olunca elbette burada yazamazdım. Okumak gerekir…
Bölüm başlarında veriler tarih bilgileri hiç rahatsız etmiyor okuru, tam tersi renk katıyor romana. Bölüm sonlarındaki “Bunlar ne yaparsa yapsın kentte yaşam devam ediyor.” bölümleri ise her seferinde okuru gülümsetiyor.
Sonuç olarak her üç romanda da ortak özellik her sayfanın çok dikkatle okunması gerektiği… Yaklaşık 110-120’şer sayfalık romanlar olsa da bittiğinde çok daha fazlasını okumuş olacaksınız.
Bir yazıya üç romanı sığdırmaya çalıştım. Birini de yazsam daha uzun yazmazdım, yoksa romanların çoğunu buraya aktarmam gerekirdi ki o da yazara saygısızlık olurdu.
O zaman keyifli okumalar… Kalemine sağlık Barış İnce.