Benim Gözümden İran / İsfahan - 3 2022-08-18 18:04:06
Yazar: Hediye Selda Yılmaz
İsfahan’ın en önemli tarihi eserlerini gezmeyi sürdürüyoruz. Dört Bağ Bulvarı’ndan yürüyerek Kırk Sütunlu Saray’a ulaşıyoruz. Saray büyük bir bahçenin ortasına yapılmış. Adeta bir botanik bahçesi. Ağaçlar, süs bitkileri, güller… Kuş cıvıltıları ve hafif rüzgârla birlikte yağmurun kokusunu duyuyorum. Ben yine heyecan içindeyim. Gözlerimin ve ruhumun bayramı sürüyor.
Girişte hediyelik eşya satılan küçük dükkânlar bulunuyor. Kamıştan yapılmış yuvarlak çadır-dükkân ilgimi çekiyor. Türkmenistanlı genç çift ülkelerinden getirdikleri hediyelik eşyalar ve giysiler satıyorlardı. Grubumuzdan alışveriş yapanlar oldu. Bizim Türkiye’den geldiğimizi öğrenince çok sevindiler ve çok ilgi gösterdiler. Türkmen beyefendinin fotoğrafını çekmek için izin istediğimde geleneksel kalpağını giyip öyle poz verdi.
Ortamdaki tek eksiklik bahçedeki havuzun boş olmasıydı. Bu durum bende biraz hayal kırıklığı yarattı. Ancak İran’da ciddi su sıkıntısı olduğundan havuzun boş olmasını anlayabiliyorum. Demek ki suyun azaldığı dönemlerde böyle tasarruflara gidiliyor. Ayrıca İran mitolojisinden hikâyeler anlatan heykeller bahçeye ayrı bir hava vermişti. O da gözümden kaçmadı.
Bahçe ve saray UNESCO Dünya Miras Listesi'ne 2011 yılında alınmış. Şimdi gelelim “Kırk Sütun” hikâyesine.
Kırk Sütunlu Saray’ın gerçekten kırk sütunu var mı?
Saray, 1. Şah Abbas döneminde yapılmaya başlamış ve 2. Şah Abbas döneminde 1650 yılında tamamlanmış. Saray, 67 bin metrekarelik bir alanda kurulmuş. Saray bahçenin ortasında yer alıyor. Sarayın önünde bulunan sundurmayı 18 ahşap sütun taşıyor. Sarayın önündeki havuzda yansıyan sütun sayısı ikiye katladığından, halk burayı yuvarlak hesapla “Kırk Sütunlu Saray” olarak adlandırmış. Ancak havuz bakımda olduğundan su yoktu. Biz bu yansımayı göremedik.
Adı saray olmasına karşın bu yapı Şah ve ailesinin ikameti olarak hiç kullanılmamış. Zamanında “Devlet Konukevi” olarak adlandırabileceğimiz bir işlevi olmuş. Bazı şahlar burada taç giymişler. Şahlar bu sarayda konuklarını ağırlar, yabancı elçiler ve devlet adamlarına görkemli kabul törenleri ve eğlenceler düzenletirmiş.
Bu sarayın mimarisi Çin, İran ve Fransız mimarisinin birleşiminden oluşmuş. Mimari ve bezeme unsurları incelendiğinde İran’ın Ahameniş, Safevi ve Kaçar dönemleri bir arada gözlemlenebilir. Her ne kadar bu yapı Safeviler döneminde yapılmışsa da Kaçarlar döneminde de yapılan bazı eklemeler ile bugün ki son halini almış.
Gezimize önce sundurmayı inceleyerek başlıyoruz. Sundurmaya girince rehberimiz tavana bakmamızı istedi. Bu gezide tavanlardan kendimizi alamadık. Tavanındaki ayna işçiliği sanat harikası ve göz kamaştırıcıydı. Kendimi ve diğer gezginleri farklı bir bakış açısıyla görme şansım oldu. Sundurmada iki adet tavan bulunuyor. Hemen girişteki düz ilerideki eyvanda da kubbeli bir tavan yapısı mevcut.
İran'daki en eski aynakâri sanatı bu saraydaki tavanlarda uygulanmış. Söylentiye göre sarayda kullanılmak üzere ısmarlanan büyük boy aynalar Venedik'ten deniz yolu ile getirtilirken fırtına olmuş. Aynalar yolda kırılmış. Tutumluluklarıyla ünlü İsfahanlı ustalar aynaları atmaya kıyamamışlar. Çünkü bu aynalara bir servet ödenmiş. Ustalar, aynaları geometrik parçalar halinde kesip motifler oluşturarak bu süsleme sanatını icat etmişler. İnsanın iyi ki aynalar yolda kırılmış diyesi geliyor. Gezimiz boyunca harika aynakâri uygulamaları gördük.
Sundurmayı taşıyan 18 ahşap sütunun her biri kalemkâri tekniği ile süslenmişti. Altın yaldız ve canlı renkler ile bitkisel ve geometrik motifler ile bezenmişti. Her biri ayrı güzel, incelikliydi. Hem görsel hem de fotojenik olarak bakmalara doyulmayacak dakikalar su gibi aktı, geçti. Tavanlar ayrı güzel, bahçe ayrı güzel, bina ayrı güzel. İnsan nereye bakacağını şaşırıyor doğrusu. Artık sarayın içini gezmeliydik. Lakin daha gezilecek birçok yer vardı.
Bakalım Saray’ın içinde neler var?
Sarayın içi adeta resimli İran tarihi. Yan duvarlarda bulunan İran tarihinin önemli olaylarını anlatan büyük minyatür tablolar çok etkileyiciydi. Altı tabloyu sırayla gezdik, rehberimizin anlatımlarını dinledik. İçerisi oldukça kalabalıktı. İç mekân duvarları göz hizasından tavana kadar ve kubbe dâhil tamamı tablolar ve süslemelerle donatılmıştı.
16 - 17. Yüzyıl Avrupa resim sanatının izlerini taşıyan minyatür tekniği ile yapılmış tablolarda, 1. ve 2. Şah Abbas dönemlerinde yaşanan savaşlar ve saraydaki kabul ve eğlence sahneleri betimlenmiş. Bu eserlerde İran’ın Safeviler dönemindeki saray yaşamı, sofra ve yemek kültürü, eğlence kültürü, müzik ve dans kültürü, o dönemin giyim kuşamı, savaş teknikleri izlenebilir. Tablolar arasında bulunan bazı beyaz boşluklar bana görsel olarak rahatsızlık verdi. Aslında hiç boşluk yokmuş. O boşluklarda da bir zamanlar tablolar varmış. Ama yerlerinden çıkarılmış ve başka müzelere götürülmüş. Burası uzun hikâye, fazla kurcalamayalım.
Altı büyük tablo dışında daha aşağıda, yani baş hizamızda bulunan küçük tablolar da çok güzeldi. Saray yaşamını anlatan küçük tablolar; beni o an Binbir Gece Masalları’na götürdü. Bahçelerde ağaç altında oturan, bir şeyler (şarap ya da şerbet, kim bilir?) içen, söyleşen, flörtleşen çiftler betimlenmişti. Fars romantizminin harika betimlemeleri… Şiir gibi tablolar…
Bakmalara doyamıyorum. Boynum ağrıyor. Kompozisyonlar, renkler, detaylar harika. Buna benzer duvar tablolarını Avrupa saraylarında da görmüştüm. Ancak bu saraydaki tablolarda çok ince detaylar ve renk çeşitliliği fark yaratıyor. Bir ruh var, sıcaklık var, canlı kanlı sanki.
Sanatçılar ve sanat tarihçileri burayı mutlaka görmeliler. Tabii ki tarihçiler, sanatseverler, seyahat severler de bu sarayda güzel eserler göreceklerdir. Bir de benim gibi çay severleri de unutmamışlar. Saray gezimiz bitince bahçede bir çay evine gidip dinlendik ve yoğun rayihalı, güllü, kakuleli çay içtik.
Bakmaya doyamadığımız Kırk Sütunlu Saray gezimizi güzel bir aşk şiiri ile bitiriyorum. Bu bölüme en çok aşk şiiri yakışır, değil mi?
Bekleyiş
Bu yıl da bahar bekleyişlerle dolup geçti
Yapraklar her biri bir kuş olup çemenden uçup gitti
Senin anılarınla ektiğim o menekşeler
Yeşilliğin gözyaşı oldu toprağa dökülüp gitti
Ne ki ayrılığı acı ömrü uzundu uzun
Beni görürsün bilmezsin korkarım bu benim
Şayet yüz koyarsan dağa taşa şaşmam hiç
Senin hüznün yurdumun hicriyle çılgınım
Jale İsfahani Sultani (1927-2014)
Kaynaklar: