Masumiyet romanından Masumiyet Müzesi’ne 2022-08-09 11:00:00
Yazar: Raşel Rakella Asal
Son 20 yıldır bilgi ve iletişim dünyası büyük bir ivme kazanıyor. Teknolojik gelişmeler birçok mesleği ortadan kaldırıyor, bazılarını dönüştürüyor, yeni meslekler ortaya çıkarıyor. İş dünyası yine birçok alanda öncü olmaya devam ediyor. Üretimde robot kullanımından uzaktan çalışmaya, yapay zekâların müşteri temsilcisi olabildiği birçok değişim yaşanıyor. Tıp ve genetik alanlarında yapay zekâ destekli teşhis ve tedavilerde büyük gelişmelere tanık oluyoruz. Yaşadığımız iklim krizi doğa dostu enerji kaynaklarının gelişmesini zorunlu kılıyor. Elektrikli ve otonom sürüşe sahip araçlar yaygınlaşıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Yakın gelecekte daha birçok değişim yaşayacağımız kesin. Bu yeniliklere “yaşayan müze” uygulamaları da eklendi.
Özü itibariye geçmişi şimdinin ışığında ve günümüzün ilgi alanları çerçevesinde kuran müzeciliğe yeni bir anlayış geldi: “insan ve toplum” odaklı müzeler. Toplumsal belleği taşıyan büyük ulusal müzelerin yanı sıra özellikle bireysel belleğin taşıyıcısı olan bu müzeler izleyenlere ilginç bir deneyim yaşatıyor.
Bu konuda Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi iyi bir örnek. Çıkış noktasını Orhan Pamuk’un Masumiyet romanından alan Masumiyet Müzesi bir kurgu mekân olarak kuruldu. Romandan ilham alınarak açılan müzeyi gezerken romandan bazı alıntıların seslendirilmesi de kulağa hoş geliyor. Gezerken sanki kitabın sayfalarını karıştırıyor gibi oluyorsunuz.
Müzenin ilginç bir öyküsü var. Orhan Pamuk daha henüz romanı yazmadan aklında iki proje ile işe girişiyor. Roman yazmak ve romanın müzesini oluşturmak. Her iki proje de romanın yazılmaya başlandığı andan itibaren eş zamanlı bir şekilde birbirlerini besleyerek ilerliyor. Orhan Pamuk bu karara vardıktan sonra, Çukurcuma’da bir bina satın alıyor.
Seçilen bina İstanbul’un sıradan bir sokağında alelade bir bina. Öne çıkan hiçbir görünür özelliği olmayan bu mekânın ilginç olan bir yanı yok. Bu sıradanlık duygusu bu projede Orhan Pamuk’un altını çizdiği bir konu. Yazar, sanatı yüksek ve düşük seviyeli olarak ayırmıyor; sanatsal değeri olan bir eseri, el işiyle tornada üretilmiş bir nesneyi birbirinden ayrı görmüyor. Gündelik yaşamımızda kullandığımız her nesneyi izleyiciye/okura vermek istediği mesajı iletmede kullanıyor. Dolayısıyla geleneksel müze anlayışının sınırlarını da genişletmiş oluyor.
Bir kitaptan esinlenen ilk müze olan Masumiyet Müzesi açıldığı yıl (28 Nisan 2012) Avrupa kültürüne olağanüstü katkılarından dolayı Danimarka'da Sonning Ödülü'nü alıyor, 2014 yılında da Avrupa'da Yılın Müzesi ödülüne layık görülüyor. Müze roman kahramanı Kemal’in, kendisine sevgilisi Füsun’u hatırlattığı için biriktirdiği eşyalardan oluşuyor. Orhan Pamuk kendini romanın kahramanı Kemal gibi hissederek eşyalar toplamaya başlıyor. Romanı kurgularken öyküyü zaman zaman bu eşyalar üzerinden anlatıyor.
Bir müzenin gezmek için değil yaşamak için ziyaret edilmesi gerektiği düşüncesinde olan Kemal, romana bir bilet koydurmak suretiyle okuru müzesine, aşkını ve anlarda somutlaştırdığı mutluluğunu paylaşmaya davet ediyor.
Tutkulu bir aşka sahne olan İstanbul, romanda 1970’ler Türkiye’sine bir pencere açıyor. Nişantaşı, Fatih, Çukurcuma ve Beyoğlu gibi İstanbul’un birbirinden farklı toplumsal kimliklere ev sahipliği yapan semtleri arasında mekik dokuyor roman kahramanı.
Romanı okuyanlar müzeye geldiklerinde kahramanların kıyafetlerinden kullandıkları bardağa, sigara izmaritlerinden irili ufaklı objelere, sinema biletlerinden reklam filmlerine, gazoz şişelerinden sinema biletlerine, afişlere, piknik sepetlerine, kurşun kalem gibi oldukça geniş bir yelpazede pek çok eşya hakkında bilgi edinebiliyorlar. Bu haliyle, Masumiyet Müzesi, yaşayan bir müzeye dönüşmüş oluyor. Örneğin, romanın 68. bölümünde, Kemal’in Füsun’a ait sigara izmaritleri toplamasına tanık oluyoruz.
Romanda Kemal, tutku ve çaresizlik içinde Füsun’un içtiği sigaralardan kalan izmaritleri nasıl cebe indirdiğinden bahsediyor. Müzede toplama ve biriktirme eylemi 4213 izmaritten oluşan bir “yerleştirme” olarak karşımıza çıkıyor. Bu izmaritlerin her biri elle üretilmiş ve iğneyle eski bir duvar kâğıdına tutturulmuş. Dahası, hepsi üst başlıklarında yıllarla ayrıştırılmış sütunlara dizilmiş, içildikleri tarih kaşeyle belirtilmiş. Hatta Füsun’un onları içerken nasıl bir duygu durumunda olduğuyla ilgili el yazısı ile yazılmış ifadelerle birlikte düzenlenmiş. İzmaritlerin bazıları sinirlice bastırılmış, kimi aceleyle yarım içilmiş ve hepsi Füsun’un rujunun kalıntılarıyla bezenmiş olarak sunuluyor.
Eşyaların her biri bir ana ve anıya işaret ediyor. Böylece ev-müze, bir nesneler belleği ‘ne dönüşmüş oluyor. Romanda 83 bölüme karşılık gelen 83 vitrin hazırlanmış. Bu açıdan müze, yitik zamanın peşinde giden Proustvari bir zihin yolculuğunun sahnesine dönüşmüş oluyor. Artık Orhan Pamuk yalnızca romanın yazarı değil aynı zamanda müzenin de küratörlüğünü üstlenmiş oluyor.
Jan Assmann’a göre anımsanmayan bir geçmiş, unutulmaya mahkûmdur. Bir toplum kültürel değerlerini ancak onlarla sürekli ilişki içinde olduğu müddetçe korur. Bir toplumun kültürel değerlerini hatırlatan bu müzeler toplumla sürekli temas içinde oldukları toplumun geçmişidir. Bu açıdan Orhan Pamuk’un amacının “geçmiş zaman”ı yaşatmak olduğunu, geçmiş zamanı müze/roman kurgusuyla yarattığını söyleyebiliriz. Geçmiş zaman Orhan Pamuk’un kaleminde İstanbul olarak yer bulur. Roman boyunca İstanbul’un 1970’li ve 1980’li yılların arabalarını, sinemalarını, kibrit kutularını, biletlerini, sinema afişlerini kısaca günlük hayatta karşılaşılan ve kaçınılmaz olarak yok olacak ya da dönüşecek “yaşantılar ve eşyalar bütününü” içinde barındırır. Yaşanılan mekân İstanbul, yaşatmaya çalışılan İstanbul yaşantısıdır. Bu yaşantıyı en iyi gösterilebilecek olan “müzeyle somutlaşan eşyalar” ve “ Masumiyet romanı” dır.
İçinde bulunduğumuz çağ hızı, kalıcı-sabit değerlere karşı geçiciliği yücelten bir çağ. Dolayısıyla böyle müzelerin kurulmasında unutma ve hatırlama biçimleriyle kurdukları ilişkinin doğal bir sonucu olarak oluştuğunu söyleyebiliriz.