1873'te Taksiyarhis Kilisesi, günümüzde Rahmi M. Koç Müzesi 2021-09-30 21:50:00
Yazar: Işık Teoman
Çam ağaçlarının boyunlarını denize uzattığı, yeşil ile mavinin kucaklaştığı, Kuzey Ege’nin incisi ve gülen yüzü diye bilinir Ayvalık. 22 adası, tabiat parkı, uzun kumsalları, mezeleri, papalinası, zeytini, zeytinyağı, doğal sabunu, tarih kokan sokakları, kedileri, sardunyaları, kırmızı mercanlarıyla, kültür ve sanat çeşitliliğiyle ilgi odağı olan bu kentin sokaklarını dolaşırken adeta kaybolmak geliyor insanın içinden. Kaybolmaktan da öte, asırlar öncesi, gelişigüzel döşenmiş taşlardan sekerek girdiğiniz sokaklarda yeni mekanlarla karşılaşmak, sürprizler yaşamak istiyor insan.
Ayvalık Belediyesi’nde işe ve Ayvalık’ta yaşamaya başlayalı bir yılı çoktan geçti bile. Geldiğim günden beri hep aklımda. Rahmi M. Koç’un Cunda Taksiyarhis Kilisesi’ni restore edip müze olarak kazandırdığı muhteşem binayı ziyaret etmek istiyordum. Yaklaşık 13 yıl önce Ayşe ile geldiğimde kapısı, bacası olmayan sahipsiz bir kilise olarak ayakta durmaya çalışıyordu Taksiyarhis Kilisesi. Restore edildiğini duyduğumda çok mutlu olmuştum.
Sergilenen materyalleri, kilisenin mistik havasında görmeyi çok istiyor, fırsat bulamıyordum. Önce Covid-19 pandemisi, ardından yaz sıcakları araya girince ertelediğim müze gezisini nihayet yapabildim. Saatlerce dolaştım zemin katta, bir üst katında. Muhteşem deniz objeleri, çocuk oyuncakları, sualtı malzemeleri, yıllar öncesinin taşıma araçları, faytonlar, motosikletler, dalgıç elbiseleri, daktilolar... Yazmaya başlasam, sayfalar dolusu materyal.
Öncelikle Cunda’daki müzeyi ziyaret etmek isteyenler için iki güzergah önermek istiyorum. Birincisi kent merkezinde sahilden kalkan dolmuş motorlarla Cunda’ya keyifli bir deniz yolculuğu yaparak ulaşmak, diğeri de ister kendi aracınızla, isterseniz minibüs dolmuşla gitmek. Özel aracım olmadığı için kent merkezinden bindiğim dolmuşla Cunda’ya ulaştım.
Merkezde yani son durakta indikten sonra, rengarenk boyalarla bezenmiş duvarların, yine rengarenk materyaller ile adeta gelin gibi süslenmiş eski yapıların arasından, daracık sokaklardan, sokakların ilginç isimlerini okuyarak, yorumlar yaparak on dakika içinde kendimi Taksiyarhis Kilisesi’nin önünde buldum. Tabii ki adı "Rahmi M. Koç Müzesi" şimdilerde.
Müzeyi ziyarete başlamadan önce kapı girişinde tarihçesini defalarca okudum. Cunda (Alibey) Adası’nın Rum Ortodoks cemaati tarafından eski temel taşları üzerine 1873 yılında Metropol Kilisesi olarak inşa edilen bina, o günden bugüne, kim bilir ne badireler atlamış olmasına karşın dimdik ayakta kalabilmiş.
O yıllarda adaya karayoluyla geçmek mümkün değil, anakaraya geçişler teknelerle yapılıyor ve ağırlıklı olarak Rum nüfus yaşıyor. O günün koşullarında yaklaşık 10 bin civarında yerleşik Rum vatandaş, bugün bizim yaptığımız gibi o yıllarda da adanın keyfini sürüyormuş. Kilise, Taksiyarhis’e, yani "koruyucu baş melekler" Cebrail ve Mikhail’e atfedilmiş.
İster karadan, ister denizden gelin, bence adanın en görkemli en önemli anıt yapısı olarak sanki salınarak durup, el sallıyor gibi muhteşem bir görüntüyle karşılıyor insanı. Tarihçesinde, döneminde yaygın olan neo klasik mimari üslubunda olduğu yazılı.
Cephesini süsleyen üçgen alınlık, o yıllarda ve halen Ayvalık’taki binaların dış cephelerinin giydirilmesinde kullanılan sarımsak taşından yapılmış. Arşitravı taşıyan Ion başlıklı iki sütun ve iki pilaster, kemerli pencereler Neo Klasik mimari üslubunu yansıtıyor, ilk bakışta.
Girişte, yorgunluk atmak için denizcilik objeleriyle dekore edilmiş kafeteryada bir süre hem dinlendim hem de çayımı yudumladım.
Bundan tam 138 yıl önce yapılan binaya imrenerek baktım, restore edilmesine o kadar memnun oldum ki anlatamam. Yine de iki çan kulesinden sadece birinin ayakta kaldığını üzülerek öğrendim. Duvarlar yığma tabir ettiğimiz teknik ile örülen binanın duvar ve sövelerinde de sarımsak taşı kullanılmış.
1976 yılında Ayvalık ve çevresinin doğal ve tarihi SİT alanı ilan edilmesiyle birlikte, hem Taksiyarhis Kilisesi hem Rum mimarisi tarzındaki evler, taşlarla kaplı daracık sokaklar, milyonlarca zeytin ağacı bugüne kadar ayakta kalabilmiş. Bundan 44 yıl önce bu kararı alarak Ayvalık ve Cunda’yı bugün dünya markası yapan, UNESCO Geçici Miras Listesi'ne alınmasında önayak olan kim varsa saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Ancak SİT ilan etmekle, eski yapılar, kiliseler, sokaklar, zeytinlikler korunmuyor ki, bakımlarını yapmazsan, onarımlarını düzenli gerçekleştirmezsen, hem insanların verdiği zarar hem de doğal afetlerin yarattığı yıpranma, özellikle binaların harap olmasına neden oluyor. Taksiyarhis Kilisesi de nasibini almış bu yıpranmadan.
Cumhuriyetin ilanı ve ardından karşılıklı insan göçü nedeniyle adada Rum vatandaş kalmayınca, kim gelip ibadet yapacak ki? Kaderine terk edilmiş kilise. Ayvalık ve Cunda’da bu durumda çok sayıda kilise ya camiye dönüştürülmüş, ya tamamen yok olmuş, ya dört duvarı kalmış, ya da çatısı çökmüş restore edilmeyi bekliyor; Aya Triada Kilisesi’nde olduğu gibi…
Bina yıllar içinde şiddetli depremlere maruz kalmış. Tonoz ve kubbelerinde derin çatlaklar oluşmuş. Taşıyıcı taş ve diğer tüm bağlayıcı malzemeler yıpranmış. 2003 yılında oluşan fırtına nedeniyle tehlikeli hale geldiği için tamamen ziyarete kapatılmış. Sonraki yıllarda ise çevre ve iklim şartlarının yanı sıra, hazine aramak amacıyla yapılan kaçak kazılardan dolayı büyük oranda tahrip olmuş. Çatı kulelerinde bulunan çan kulelerinden birisi tamamen yıkılmış, diğerinde derin çatlaklar oluşmuş.
Neyse ki, Rahmi M. Koç, bugünün müzesi konumuna getirdiği kilise için çok önemli bir girişimde bulunmuş. Restorasyonunu üstleneceğini ve binanın müzeye dönüştürülmesi için elinden gelen her türlü katkıyı sunacağını belirtmiş. Vakıflar Meclisi 2 Mayıs 2011 tarihli kararıyla; hem restorasyon hem de müzenin yapılmasının önünü açmış. Kilise binasının müze haline getirilmek üzere Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı’na tahsisini uygun bulmuş, iyi de etmiş.
Kollar sıvanmış, harap hale gelen anıtsal yapı, uzman restoratörler ve sanatçıların ince işçiliği ve çağdaş mühendislik teknikleriyle yeniden tüm görkemi ve güzelliğiyle hayata döndürülüp, 31 Mayıs 2014 yılında ziyarete açılmış. 22 ay süren başarılı restorasyon süreci sonrasında bina ilk günkü görkemine kavuşmuş. Biz de bugün ağzımızın suyu akarak bu müzeyi geziyoruz, keyif alıyoruz, yıllar öncesinden günümüze kadar korunabilmiş objeleri görmenin tadını çıkarıyoruz.
Öğle tatili verilmiyor
Koleksiyon, Rahmi M. Koç Müzesi İstanbul ve Ankara müzelerinin bir benzeri gibi oluşturulmuş. Sergilemede teneke oyuncaklardan buharlı modellere, bebek arabalarından zaman ölçüm aletlerine, faytonlara, motosikletlere, model gemilere, dalgıç kıyafetlerine, laboratuvar malzemelerine kadar muhteşem bir sunum yapılmış. 10.00-17.00 saatleri arasında, öğle tatili arası verilmeden gezilebiliyor.