Kâtipoğlu Çayırı ve Metin Oktay'ın İzmirspor günleri 2021-04-10 20:30:00
Yazar: Yaşar Ürük - Notlar
Geçmişe baktığımızda, 11. Yüzyıl'da Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmış ve Türkçe'nin bilinen en eski sözlüğü olan "Dîvân-u Lugâti't-Türk"te, Türklerin hava ile şişirilmiş kuzu postundan yapılma toplarla "Tepük" (Tepik) adı verilen bir oyun oynadıklarından söz edilmektedir. Günümüz futbolunun atası olarak düşünebileceğimiz bu oyunun Dünya'ya nereden yayıldığı ile ilgili varsayımlar hala güncelliğini sürdürürken; Dünya'daki tüm sporlar arasından bir numara olarak kabul edilen futbolun ülkemizde ilk kez İzmir'de oynandığı da tartışılmaz bir gerçektir.
Yaklaşık 150 yıl kadar önce futbolun ilk kez oynandığı şehir olan İzmir'in bu alanda günümüzde yaşadığı durum da bir anlamda ibret vericidir. Günümüzde "Süper Lig" olarak anılan ve bir zamanlar "Milli Lig" adını taşıyan profesyonel futbol kulüpleri içinde tam beş takımı birden bulunan İzmir'i, günümüzde bu standartta sadece Göztepe futbol takımını temsil etmektedir. Diğer takımlardan Altay, Karşıyaka ve Altınordu'nun bir türlü bu lige dönememesinin yanı sıra, beşinci takım olan İzmirspor da Bölgesel Amatör Lig'e düşmüştür.
Uzun zamandır (ağır aksak da olsa) yazımını sürdürdüğüm kitaplardan biri olan "Kaptan"da İzmirspor ve Göztepe'nin unutulmaz kalecisi Seyfi Talay'ın yaşam öyküsü içinde aynı dönemin İzmir futbol tarihini de anlatmaya çalışıyorum. Bu çalışmanın da etkisiyle bu paylaşımlarımdan birini İzmir futbol tarihine ayırmayı istedim ve İzmirspor kulübünün futbol sahasını, bu kulübümüzün tarihinin en ünlü futbolcusu ile birlikte yazmayı planladım. Sonuçta da karşınızda İzmir'de yok edilmiş bir stat ve İstanbul'a kaptırılmış efsane bir futbolcu ile çıkmış bulunuyorum.
Bahçelievler'deki toprak zeminli İzmirspor stadı çocukluk dünyamın büyülü alanlarından biriydi. Babam bir dönemler Kale Çamlık Kulübü'nde yöneticilik yaparken, aynı zamanda koyu bir İzmirsporlu idi. Ailemizin o dönemler yaşadığı yer olan Yapıcıoğlu ne de olsa Eşrefpaşa'nın bir parçası sayılırdı ve Eşrefpaşalı olup da İzmirspor'a gönül vermemek asla olası değildi.
İzmir'de resmi olarak kurulmuş en eski Türk futbol kulübü 1912 tarihiyle Karşıyaka'dır. Bunu 1914 yılında kurulan Altay izler. İşgal döneminde, Yunan yönetimi Türklerin futbol oynamasına izin vermez ve mevcut kulüplerin faaliyetlerini de durdurur. Kurtuluştan hemen sonra, 1923 yılında Altınordu ile birlikte ilk kurulan kulüplerden biri de Eşrefpaşa semtinin öncü kişileri tarafından kurulan Altınay kulübüdür. Ancak kısa zaman sonra eski adı Mısırlı Caddesi olan Hatay Caddesi çevresindeki Üçyol ve Bahçelievler semtlerinin takımı olarak kurulan Sakarya Kulübü, turuncu siyah renklere sahip Altınay kulübü ile gittikçe sertleşen bir rekabet yaşamaya başlar. Bu çekişmenin iyiye gitmediğini gören iki kulübün de ileri gelenleri sorunu çözmek için 1930 yılı başlarında görüşmelere başlar. O yıl Sakarya futbol takımı İzmir şampiyonluğunu kazanınca daha da güçlü bir takım yaratmak düşüncesi görüşmeleri hızlandırır ve iki kulübün tek çatı altında birleşme kararı verilir. 28 Kasım 1930 tarihinde İzmirspor adıyla doğan yeni kulübün kurucu üyeleri; tütün tüccarı Haydar Aryal, esnaftan Cezmi Aydinç, memur Mihfer Meriçli, müteahhit Abdülkadir İkinci, yine tüccardan Mustafa Zeki Kurucuoğlu ve İzzet Erişen ile gazeteci Adnan Düvenci'dir. İzmirspor'un kulüp renkleri mavi-beyaz olarak tescil edilirse de bu renkler, kısa zaman sonra Fahrettin Altay Paşa’nın isteği üzerine lacivert-beyaz olarak değiştirilir.
İzmirspor futbol takımı ilk resmi maçını 23 Ocak 1931 tarihinde Alsancak Stadı’nda Türkspor ile oynar ve bu maçı 5 - 0 galip bitirir. İzmirspor 1933 yılında, final niteliğindeki maçta Altınordu’yu yenerek o dönemlerde mahalli ligi birinci bitiren takıma, kupa yerine verilen şilti (bir tür plaket) bir kez daha kazanır. Gazete haberlerinden "Şiltin Cumhuriyet Halk Fırkası’nın on sene için koymuş olduğu ve şiltin Fırka Başkanı ve Balıkesir Milletvekili Hacim Muhittin Bey tarafından merasimle verileceği"ni ve de o dönemde İzmirspor’un fahri başkanlığını Belediye Başkanı Behçet Salih (Uz) Beyin yaptığını öğreniriz.
1933-1934 sezonunda İzmir Futbol Heyeti ilginç bir karar alarak, günümüzdeki liglerin benzeri biçimde, İzmir futbol kulüplerini iki kümeye ayırır. Son beş yılda aldıkları puanlara göre İzmirspor, Altay, K.S.K., Altınordu ve Göztepe takımları Birinci Küme'yi; Şarkspor, Türkspor, Buca ve Altınordu B takımı ise İkinci Küme'yi oluşturur.
İzmirspor, o yıl futbol tarihimizde yaşanan çok ilginç olaylardan birinin kahramanı olur. 20 Nisan 1934 Cuma günü ve takımın oldukça formsuz olduğu bir dönemde, Altay ile sezonun şampiyonluğunu için final maçı yapmaları gerekmektedir. Yönetim Kurulu Fahri Başkanlığını Dr. Behçet Uz'un, Kulüp İkinci Başkanlığı'nı ise İzmir Valisi Kâzım Dirik'in oğlu Turan Dirik'in yaptığı İzmirspor takımı bu maçı oynamak istememektedir. Çünkü en iyi oyuncuları olan Reşat ile Namık cezalı oldukları için bu maçta oynayamayacaklardır ve onların olmayacağı bir maçta Altay'ı yenmeleri çok kolay görünmemektedir. Bu nedenle maçın ilerideki bir tarihe bırakılması için çareler ararlar. Bu nedenle Turan Dirik'in vali konağındaki odasında yapılan toplantıya kulübün ileri gelenleri ile bazı futbolcular da katılmıştır. İnceledikleri dönemin yönetmeliklerinde bulunan bir madde dikkatlerini çeker. O maddede "Maçın oynanacağı sahanın koşulları kurallara uygun değilse maç oynanmaz" demektedir. Bunun üzerine aynı zamanda takımın genel kaptanı da olan Nazmi "Sahanın sabanla sürülerek tarlaya çevrilmesini" önerir. Uzun tartışmaların sonunda bu öneriye herkes katılır ve bu işi yapacak olan ekip şu isimlerden oluşur: Seyfi (Özgizler) Bey (Sonraları İzmir Şoförler Derneği Başkanı olmuştur), Nihat (Kıratlılar) Bey (Derby lastik fabrikası sahibi), Genel Kaptan Nazmi, Abdülkadir (İkinci) Bey, Recep (Ölçer) usta ve takımın kalecisi Sami (Sonraları İzmirspor Kulübü Başkanlığı'nı da yapacak olan Sami Özok). Kullanacakları at ile sabanı da Bozyaka'da yaşayan ve futbolcu Nazmi'nin tanıdığı olan Giritli Mehmet Ali Ağa'dan alacaklardır.
Aracın plakasını mendille örttükleri ve Nihat Bey'e ait otomobille Bozyaka'ya gidilerek Mehmet Ali Ağa'dan at ile saban sözünü alırlar. Ayrıca bu iş için atı ve sabanı stada getirecek olan kâhya da kendilerine yardım edecektir. Grup, araçla stadın yanındaki ilkokul binasının yanında beklemeye başlar, bir zaman sonra da at ve saban oraya getirilir. Ancak bir sorun vardır ve saban stadın kapısından büyüktür ve bir türlü içeriye alamazlar. Önce kapıyı yıkmayı düşünürlerse de bunun için malzemeleri olmadığından vazgeçerler. Yine kaptan Nazmi'nin aklına başka bir parlak fikir gelir: Sahadaki kale direklerini sökeceklerdir. Kale direği olmayan sahada da maç yapılamayacaktır.
Ancak gene de önemli bir sorun daha vardır. Sahanın içinde bir köşede bulunan kulübede Raşit Ağa ve Arap Selahattin adlı bekçiler yaşamaktadır. Ahşap kale direklerini testere ile keserken çıkacak sesi bekçilerin mutlaka duyacağını düşünürken Recep Usta "Ben şimdi eve gider testere ile birlikte bir kilo kadar tereyağı da getiririm. Tereyağı sürülen ağaç, testere keserken ses çıkarmaz" diye çözüm bulur. Gerçekten de öyle yapılır ve testere ile tereyağı evden getirilir. Öncelikle Tariş fabrikasını tarafındaki kalenin direklerini usul usul keserken, bir ara kulübeden çıkan bekçiler akşamın alaca karanlığında yere uzanan grubu fark etmez. Ekip işi tamamlar tamamlamaz oradan ayrılır ve sabah durum fark edilince İzmir'de kıyamet kopar.
Olaydan haberdar edilen Vali Kâzım Dirik hiddetten köpürmüş halde, dönemin Cumhuriyet Savcısı olan "Laz" lakaplı Asım Bey ile birlikte her tarafta suçlu aramaktadır. Bu arada İzmirspor camiası "Kale direklerini, İzmirspor'dan korkan Altay kulübü, koyu taraftarları olan gece bekçilerine kestirmişler" dedikodusunu tüm şehre yayar. Bunun sonucunda da gece bekçileri tutuklanır. Ancak Vali Dirik maçın ertelenmesini asla kabullenmez ve İzmir Belediyesi'nden alınan teknik yardımla maç saatinden önce yeni kale direkleri sahada yerlerine dikilir. İzmirsporlular korktukları maçtan kaçamamışlardır.
İki takım da maçın hakemi, İzmir Amerikan Koleji Beden Eğitimi Öğretmeni Mr. Favler ile birlikte sahaya çıkar. Oyunun başlarında İzmirspor takımı bir gayretle Altay kalesine baskı kurarsa da gol atmayı başaramaz ve oyunun 25. dakikasında Altay'ın Vahap'ın şutuyla gole kavuşur. O dakikadan sonra telaşa kapılan İzmirspor oyunu sertleştirir ve maçın hakemi Favler, sürekli faullü oynayan İzmirspor takımı kaptanı Nazmi'yi oyundan atar. Nazmi oyundan atılmasına karşın sahadan çıkmaz ve soyunma odasına gitmesi gerekirken Sami'nin koruduğu İzmirspor kalesinin arkasına geçer. Kısa zaman sonra Altay'ın bir hücumunda top auta çıkar ve bu topu kale arkasında bekleyen Nazmi alarak kalecine getirir. Ancak topu eline alan kaleci Sami, hakeme seslenerek topun patlak olduğunu söyler. O dönemlerde günümüzdeki futbol maçlarında olduğu gibi onlarca yedek top yoktur. Bu nedenle bir önceki maçta sahaya çıkmış olan Karşıyaka futbol takımının malzemecisinden alınan topla devam edilir. İkinci topla oyun başlar başlamaz da Vahap Altay'ın ikinci golünü atar. Bu golden sonra atağa kalkan İzmirspor takımının sağ taraftan getirerek attığı golü maçın hakemi ofsayt nedeniyle iptal edince maçta kıyamet kopar ve kaptan Nazmi'nin de kışkırtmasıyla yaşanan bu gerginlik içinde hakem ilk devreyi biraz da erken bitirir.
O dönemde günümüzdeki FİFA kuralları olmadığı için, maçın hakemi biraz da gergin ortamı yumuşatmak için ilk devre oyundan attığı Nazmi'yi tekrar oyuna alır. Ancak Altaylı Vahap'ın bir türlü durdurulamadığını gören Nazmi, bir fırsatını bulup karşısına çıktığı anda Vahap'ın yüzüne yumruğu patlatır ve elbette oyundan ikinci kez atılır. İzmirspor kaptanı bu kez de soyunma odasına gideceği yerde, gene kalenin arkasına geçer. Auta giden ilk topu yine kendisi alarak kalecisine getirir. Kaleci Sami şaşırır çünkü bu top da patlamıştır. Soyunma odasından üçüncü top getirilirse de, ilk auta çıkışında o top da sahaya patlamış olarak döner. Getirilen dördüncü topla da Vahap Altay'ın üçüncü golünü atar. Derken İzmirspor maçtaki şeref sayısını çıkarmayı başarır. Ancak top patlama komedisi de sürmektedir. Maçın 70. dakikasında auta çıkıp da patlamış olarak geri dönen top sayısı sekizi bulur. Her patlak toptan sonra yenisinin bulunup sahaya getirilmesi oldukça uzun zaman aldığından İzmirspor takımı akşam karanlığı basıncaya kadar maç bitmezse, erteleme olacağına mutlak gözüyle bakmaktadır. Ancak sekizinci toptan sonra, seyircilerden aldığı küçük bir çakıyla topları patlatanın Nazmi olduğu anlaşılınca, İzmirspor yöneticileri işin selameti açısından Nazmi'yi kale arkasından alırlar.
Maçın sonlarına doğru oyun iyice gerginleşerek futboldan çok güreşe döner. Hem izleyen taraftarlar hem de sahadaki futbolcular her vesile ile birbirlerine vurmaktadırlar. Maçın sonlarına doğru Muharrem adlı çok genç bir İzmirspor taraftarı taca çıkan topu tribünden atlayarak yakalar ve cebinden çıkardığı çakı ile o dokuzuncu topu da patlatmaya çalışır. Yanındaki futbolseverler topu gencin elinden güç bela alırlar ve bu karmaşa içinde hakem doksan dakika dolmadan maçın bitiş düdüğünü çalar. Altay, şampiyonluğu kazanmıştır ama olaylar bitmez. O akşam Altay kulübünün Gündoğdu'daki binası taş yağmuruna tutulur, ne kadar cam çerçeve varsa tahrip edilir. Yaşanlardan etkilenen dönemin İzmir Futbol Heyeti Başkanı Mustafa (Balöz) Bey, duyduğu üzüntü ile görevinden istifa eder. Çıkan olaylar nedeniyle İzmirsporlu futbolculardan Nazmi, Necdet ve kaleci Sami "Devlet malını tahrip ve asayişi ihlâl" suçlarından tutuklanırlarsa da, kulüp ve taraftarların Başbakanlık makamına çektikleri sayısız telgraf sonucu bir zaman sonra kefaletle serbest bırakılırlar. Bu arada Nazmi iki yıl futboldan uzaklaştırılma cezası alır. Altay'ın 4 - 2 galibiyeti tescil edilir.
Bu olaylı maçtan sonra ertesi sezon oynanan ilk İzmirspor - Altay maçında, Vali Kâzım Dirik'in verdiği talimatla maça hiçbir seyirci alınmaz. Stadın çevresi de bir tabur askerle çevrilir. İzmirspor da Namık ve Çeko Burhan'ın attığı gollerle Altay'ı 2 - 1 mağlup eder.
O dönemlerde "Kalplere vur bir zımba" adlı kanto pek ünlüdür ve sporseverler bu olaylı maçı o kantoya uydurarak uzun zaman söyleyip neşelenirler. İzmir sokaklarında aylarca söylenen kantonun uydurulan sözleri şöyledir:
"Olduk İzmirsporlu
Patlattık beş on topu
Boyladık hep karakolu
Kalplere vur bir zımba...
Kalecisi haşarı
Hem de Çerkes kafalı
Patlatıyor topları
Kalplere vur bir zımba..."
İzmirspor kulübü, 1937 yılında futbolda ülke çapında "Milli Küme" uygulaması başlayınca, göreve iki yıl önce atanan İzmir Valisi Fazlı Güleç'in "İstanbul ve Ankara takımları karşısında daha başarılı olacak takımlar yaratılması amacıyla" sürdürdüğü ısrar ve yönlendirme sonucu, diğer İzmir kulüpleri arasında yaratılan "birleşme" düşüncesini kabullenir. Bu birleşme 10 Mart 1937 tarihinde gerçekleşir. Altay, Altınordu ve Buca futbol kulüplerinin birleşerek oluşturdukları ve de siyah - sarı renklere sahip "Üçok" kulübü ile Karşıyaka ve Bornova Spor kulüplerinin birleşerek oluşturdukları ve Siyah - Kırmızı renklere sahip "Yamanlarspor" takımlarına karşın İzmirspor da, 1925 yılında kurulmuş ve Güzelyalı'nın takımı olan Göztepe ve Egespor ile "Doğanspor" adı altında birleşir. 1937-1938 sezonunda Üçok, ertesi sezon da Kırmızı - Beyaz renklere sahip Doğanspor takımları, İzmir Mahalli Lig şampiyonu olmalarına karşın ülke çapında beklenen başarı gelmez. Bu arada birleşme projesinin ısrarlı takipçisi olan İzmir Valisi Fazlı Güleç'in yerine aynı günlerde yeni bir vali atanınca takımlara fırsat doğar ve hiç de sevmedikleri bu birleşmeler sona erdirilerek takımlar ayrılır. İzmirspor, bu ayrılıştan sonra faaliyetini her nedense "Ateş Gençlik Kulübü" adıyla sürdürmeye başlar. Ancak 23 Mayıs 1943 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurul toplantısında alınan kararla kulübün adı bir kez İzmirspor olarak değiştirilir.
İzmirspor, kuruluşundan 1956 yılına kadar süren İzmir Amatör Futbol Ligi'nde 1933, 1939 (Doğanspor adıyla), 1949 ve 1955 yıllarında şampiyon olur. Öte yandan Türkiye Futbol Federasyonu 1959 yılı Ocak ayında "Milli Lig'in İstanbul'dan katılacak 8, Ankara ve İzmir'den katılacak 4’er takımla oynanması" kararını alır. Bu kararla İzmir Mahalli Lig'de ilk dört sırayı almış olan Karşıyaka, Altay ve Göztepe takımları yanında İzmirspor'un da Milli Lig serüveni başlar ve günümüzde Süper Lig adıyla oynanan Türkiye Birinci Ligi’nde oynanan ilk resmi maçın taraflarından biri olur. Lacivert beyazlılar, 21 Şubat 1959 tarihinde Beykoz futbol takımı ile oynadıkları bu maçı 2 - 1 kazanırken, İzmirsporlu Özcan Altuğ, lig tarihindeki ilk resmi golü atan futbolcu olarak da tarih sayfalarına geçer. O yıl ligde oynadığı Beyaz Grubu dördüncü olarak tamamlayan İzmirspor, 1960 yılında yirmi takımlı ligde yine dördüncü, 1961 yılında yirmi takımlı ligde yedinci, 1962 yılında yine yirmi takımlı ligde on beşinci, 1963 yılında on bir takımlı Beyaz Grup'ta dördüncü ve on iki takımlı final grubunda yedinci, 1964 yılında on sekiz takımlı ligde on üçüncü, 1965 yılında on altı takımlı ligde yine on üçüncü ve 1966 yılında on altı takımlı ligde on birinci olarak sezonları tamamlar. 1966-1967 sezonunda, on yedi takımlı ligde on altıncı olarak küme düşerse de ertesi yıl, ikini lig ikincisi olarak yeniden yükseldiği Milli Lig'de bu kez on altı takım arasında sonuncu olarak küme düşer ve bir daha da birinci lige çıkamaz.
On yıldan fazla zamandır Bölgesel Amatör Lig'de mücadele eden İzmirspor'da tarih içinde çok önemli futbolcuların forma giydiğini görürüz. Aralarında Seyfi Talay, Turgay Meto, Güven Önüt, Hasan Elidemir, İsmail Demiriz, Kâmuran Soykıray, Ergün Acuner, Arif Kocabıyık, Muharrem Gürbüz gibi sayısız kez Milli formayı giymiş olan bu futbolcuların içinde en önemlisi, futbol tarihimizin hiç kuşkusuz gelmiş geçmiş en büyük golcüsü Metin Oktay'dır.
Geçmişe dönüp baktığımızda Süper Lig tarihinin ilk galibiyetini alan takım olan İzmirspor'un genç takımı iki yıl üst üste Dünya Şampiyonu olurken, U19 takımının da Türkiye Şampiyonluğu vardır. Ancak A takımın kuruluşundan bu yana kazandığı en büyük başarı 1933 yılında yaşanır.
O yıl İzmir Mahalli Lig'de ilk birinciliğini kazanan İzmirspor, Cumhuriyet Kupası adıyla düzenlenen grup maçlarında da aynı başarıyı göstererek Ankara’da Fenerbahçe ile final maçı oynamaya hak kazanır. Federasyon Fenerbahçe'yi Lozan Palas’ta ağırlarken, İzmirspor'a yatılı bir okulun yatakhanesi tahsis edilir. Gazi Eğitim Enstitüsü sahasında oynan final maçına iyi bir oyunla başlayan İzmirspor ilk yarıyı 1 - 0 önde bitirir. İkinci devrede 73. dakikada maçın hakemi Kemal Halim Bey her nedense "Ayağına kramp girdiğini" öne sürerek sahayı terk eder. Dönemin Federasyon Başkanı Hamdi Emin Çap Bey iki takım yöneticilerinden maçı tamamlamak için birer aday hakem göstermelerini ister. İzmirspor adına Adnan Düvenci Bey Trabzon bölgesinden bir hakemi aday gösterirken, Fenerbahçe yöneticileri aynı zamanda Galatasaray takımının milli futbolcusu da olan Kemal Rifat Bey'i aday gösterir. Çekilen kurayı kazanan Kemal Rifat Bey sahaya girer ve maç kaldığı yerden devam eder. Ancak yeni orta hakem İstanbul bölgesindendir ve dört dakika sonra, İzmirspor savunmasının kestiği bir kafa topu pozisyonunda, ilgisi yokken, Fenerbahçe lehine penaltı yaratır. Tribündeki seyirci bu haksızlığa dayanamaz ve olaylar çıkar, maç da yarıda kalır. Aynı akşam dönemin Merkezi Umumi Reisi Aziz, İzmir Milletvekili Halit, Ajans Umum Müdürü Fenerli Muvaffak, İzmirspor Başkanı Adnan ve Fenerbahçe kaptanı Zeki beyler bir araya gelerek görüşürler. Toplantıdan çıkan karara göre "Final maçı 11 Kasım günü İzmir’de Viyanalı bir hakemin yönetiminde oynanacak ve maçın geliri Talebe Çayırı’ndaki sahanın İzmirspor için stadyuma dönüştürülmesine harcanacaktır."
Anılan tarihte Alsancak Stadı'nda oynanan Türkiye şampiyonluğu maçını 8 - 0 kaybeden İzmirspor böylelikle Türkiye ikincisi olarak liglerdeki en büyük başarısını elde eder. Bu ilginç öykülü şampiyonluk maçı da İzmirspor Stadı'nın inşasının başlamasını sağlar. Kuruluşunun yüzüncü yılına az bir zaman kalan İzmirspor'un bir de marşı vardır. Günümüzde unutulmuş olan bu marşın Mehmet Sırrı (Sanlı) Bey tarafından 1933 yılında yazılan ancak fazla edebi değeri olmayan sözleri en azından tarihe not bırakmak adına burada paylaşmak istedim:
"Yaşamak ebedi bir harekettir
Karada, denizde ve havalarda
Gezmeyen, koşmayan ve uçmayanlar da
Mezara girmeyen bir iskelettir.
İzmirspor muzaffer hep gezecektir
Önüne geçeni o, ezecektir.
Çelikten bir bacak, granitten bir kol
Vücuttan sağlamdır bizdeki iman
Sağlam baş, sağlam kol, budur tam insan
Kuvvetle hak, bizim tuttuğumuz bir yol.
İzmirspor geçiyor, hedefi şandır
Şanı da, gençliğin şan'ı vatandır.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım 1933 yılı Türkiye ikinciliği sonucunda İzmirspor Stadı'nın inşa edildiği yer, İzmir spor tarihinin en özel alanlarından biridir. 19. Yüzyıl sonlarında Kâtipoğlu Çayırı olarak adlandırılan, Karafatma Dağı yamacındaki düzlük, uzun yıllar İzmirli gençlerin piknik ve spor alanı olur. Özellikle 1914 öncesi yıllarda, kulüpler arası futbol maçlarının, savaş öncesinin de getirdiği hava içinde fazla yapılamaması nedeniyle daha çok okullar arasında yapılan maçların çokluğu dikkati çeker. Bu okulların başında da 1897 yılında, Arapfırını Sokağı'nda, Medine Yokuşu girişinde bir binada eğitime başlayan, Yusuf Rıza Bey tarafından kurulmuş özel erkek okulu gelmektedir. Türk ailelerin çocuklarını okutmak için ilgi gösterdiği okul için sözü geçen bina yetersiz hale gelince, 1901 yılı Ağustos ayında Başdurak'ta Kerimağaların Konağı olarak bilinen yapıya taşınır. Bütün sınıflarında Fransız dili ile rüşdiye sınıflarında ayrıca İngiliz dili de öğretilen okulda ayrıca öğrencilerin duygu ve düşüncelerini korkmadan ve çekinmeden anlatabilmelerini sağlamak için tüm sınıflarda hitabet dersleri de vardır. 1905 yılında yatılı bölümü de açılan okulda, satın alınan komşu bir arsaya yeni bir bina eklenir. 1907 yılında ders programına müzik dersi eklenen okulun Ödemiş ve Alaşehir'de şubeleri de açılır. Bunlara 1908 yılında okul müdürü Giritli Ali Efendi tarafından, göçmenlere gece dersleri vermek için Eşrefpaşa'da ayrıca bir şube daha eklenir.
İşte Eşrefpaşa'da şubesi olan okulun öğrencilerinin çok sevdikleri futbol oynamaları ve spor yapmaları için Kâtiboğlu’ndaki çayırlık alanda, nizami bir futbol sahası bu tarihlerde tamamlanarak gençlerin kullanımına sunulur.
Bu arada ilginç bir bağlantıdan da söz etmek gerekir. Yıllar sonra İzmirspor Sahası yapılacak olan söz konusu alanda ilk nizami sahayı yaptırtan okulun kurucusu olan Yusuf Rıza Bey; İzmirspor kurucularından olan gazeteci Adnan Düvenci'nin de babasıdır. Daha çok Göztepe semtinde yaşayan Rumların takımı olan Pelops kulübünün de maçlarını oynadığı ve bu nedenle de "Pelops Sahası" olarak da anılan bu alanda okullar arasında oldukça önemli karşılaşmalar da yapılır. Sözgelimi 1911 yılı Mayıs ayında Mekteb-i Sultani futbol takımıyla Basmane Amerikan Koleji'ndeki Hilal Osmanî takımı arasında oynanan iki maçı da Sultani’nin büyük farkla kazanması ve sonuçta futbolun İzmir’deki bütün okullarda yayılmaya başladığı yerel basında haber olarak önemli yer bulur. Nitekim 1913 yılında İttihat ve Terakki Mektebi’nin öncülüğünde, İzmir’deki Türk okulları arasında bir futbol turnuvası düzenlenir. Karşılaşmalar Salı ve Cuma günleri Kârhane Çayırı’ndaki söz konusu sahada oynanır. Şampiyon olacak takıma o dönemlerde çok değerli olan bir futbol topu ile bir takdirname verilmesi kararlaştırılan turnuvayı İzmir Mekteb-i Sultani takımı kazanır. Bir yıl sonraki turnuvada aynı okulun, tamamı Türk oyunculardan oluşan futbol takımı bu kez İzmir’deki tüm okul ve kulüp takımlarını yenerek olağanüstü bir başarı kazanır. 1915 yılında bu kez Alsancak'taki (Sonraları Altınordu Sahası olacak) Garibaldi Sahası ya da bilinen diğer adıyla Punta Çayırı’nda, Mekteb-i Sultani ile İttihat ve Terakki Mektepleri arasında oynanan futbol maçını yine Mekteb-i Sultani takımı 6 - 0 gibi farklı bir skorla kazanır.
30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile başlayan ve işgal ile süren bu sancılı dönem Türk gençlerinin toplanıp etkinliklerde bulundukları spor kulüplerinin de bir anlamda sonunu hazırlar. Gene de yaşandığını bildiğimiz bazı istisna dostluk örneklerine daha çok futbol alanında gerçekleştiği görülür. Ülkenin bölünme planlarına duyulan tepki sonucu zaten yenilmez bir armada durumundaki Mekteb-i Sultani futbol takımı kadrosuna bazı Altaylı futbolcuların da katılmaları ile İzmir İdman Yurdu adıyla yeni bir kulüp kurulur. Bu kulüp zaman zaman Türk İdman Yurdu adıyla da anılır. Kulübün başında da Şark gazetesi sahibi Halit Zeki Bey ile Hacı Hüseyin Bey bulunmaktadır. Önceleri yalnızca limana gelen yabancı savaş gemilerinin mürettebatıyla maçlar yapan bu takım, bir zaman sonra bazı Rum kulüplerinin ve onların oyuncularının çağrıları sonucu başta Apollon ve Pelops gibi kulüp takımlarının yanı sıra Evangelik Mektebi gibi okul takımlarıyla da oynamaya başlar. Panionios (Günümüzde Alsancak Stadı), Apollon ve Pelops (Talebe Çayırı) sahalarında gerçekleşen bu maçları İzmir’de yaşayan çok sayıda İngiliz ve İtalyan da izlemektedir. İdmanyurdu'nun başarılı sonuçlar aldığı takımlardan biri olan Apollon ile maçları oldukça sert ve kırıcı geçtiği için bu maçlara hakem bulmak da zor olmaktadır. İzmir İdman Yurdu takımı, kurtuluştan sonra yeniden faaliyete geçen eski takımlarına dönerler ve oyuncuları arasında daha sonra Başbakan olacak Adnan Menderes'in de bulunduğu bu takım tarihe karışır.
Cumhuriyet sonrası şehrin hızla yapılanması sırasında, bir bölümünde sığınak olarak kullanılan çukurların da bulunduğu ve "Talebe Çayırı", "Kârhane Çayırı" ya da "Göller" olarak da anılan alanın kime ait olduğu bilinmediğinden, 1932 yılında İzmir Belediyesi tarafından yapılan duyurularla sahibi aranır. Ancak hiç bir başvuru olmayınca Milli Emlâk Müdürlüğü araziyi satışa çıkarır. Başta kulüp başkanı Adnan Düvenci'nin ısrarlı takibi ve halkın da baskısı ile çayırın bir kez daha spor sahası olarak düzenlenmesi kararlaştırılır ve İzmirspor Kulübü'ne 400 liraya satılan sahanın yapım işi gündeme gelir. Söz konusu arazi önce daha düzgün zeminli bir futbol sahası haline getirilerek 9 Haziran 1933 tarihinde İzmir Valisi Kazım Dirik ve İzmir Belediye Başkanı Behçet Salih Uz'un da katıldığı törenle ve İzmirspor Kulübü'nün düzenlediği organizasyonla açılır. Kısa zaman sonra gerçekleşecek ve yukarıda açıklanan olaylı Fenerbahçe maçı sonrası da İzmirspor sahasını çevreleyecek duvarın temeli atılır.
Kısa zamanda tamamlanan bu saha uzun yıllar İzmirspor'un tüm antrenmanlarını, hazırlık maçlarını yaptığı yer olarak hizmet verir. Ardından hizmete giren benzer tesisler sonucu Göztepe, Karşıyaka ve Altınordu'nun da kendilerine ait birer sahaları olur. Ne yazık ki İzmir kulüpleri bu sahaları özellikle parasal konularda yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle borçlarını ödemek için ellerinden çıkarırlar.
Diğer sahaların öykülerini bir başka çalışmaya bırakıp söze İzmirspor sahası ile devam etmek istiyorum.
İzmirspor Kulübü, Milli Lig'den son kez ikinci lige düşmesinden sonra büyük parasal sıkıntılar yaşamaya başlar. Bu arada İzmir'deki spor çevrelerinde, sahanın günün koşullarına uygun modern bir stad haline dönüştürülmesi düşüncesi de vardır. Bu konu Şehir Meclisi toplantılarında da gündeme gelir ve 26 Haziran 1969 tarihli toplantıda Şehir Meclisi'nde "Sahanın bu günkü durumu itibariyle stat haline getirilmesinin mümkün olmadığı, etrafı tamamen meskûn hale geldiği için genişletilmesi yönünden çevresinin istimlâkine imkân bulunmadığı" da öne sürülerek, "Mevcut imar plânında, aynı semtte yirmi beş bin kişilik bir spor sahasının ayrıldığı da göz önüne alınarak" sahanın stadyuma dönüştürülmesi düşüncesinden vaz geçilir. Yine aynı karara göre 20225 metrekarelik spor sahasının öncelikle Hatay (Günümüzde İnönü) Caddesi'ne bakan cephesi parsellenecek ve imar plânı tadilatına göre bu cephede her biri 9 dokuz katlı 16 apartman inşa edilecektir. Bu kararın hayata geçirilmesi biraz uzun sürer ve sonunda 2 Şubat 1973 tarihinde öncelikle saha kenarındaki spor salonuna vurulan kazma ile yıkım başlar ve bu saha tarihe karışır.
Bu çalışmayı sadece İzmirspor'un değil, ülkemizin gelmiş geçmiş en iyi santrforu olan Metin Oktay ile tamamlamak istiyorum.
Metin Oktay 2 Şubat 1936 tarihinde Karşıyaka'da dünyaya gelir. Soğukkuyu ve Alsancak ilkokullarından sonra önce İnönü (Günümüzde Namık Kemal) Lisesi ve ardından Mithatpaşa Erkek Sanat Enstitüsü Mobilya Bölümü'nde okur. Küçük yaştan futbola merakı olduğundan on beş yaşındayken, kendisini mahalle maçında izleyen kulüp yöneticileri tarafından Damlacık Spor Kulübü'ne alınır ve 8 numaralı formayla oynamaya başlar. Birçok konuşmasında "8 numaraları formayı, çok sevdiği Sait Altınordu'nun forma numarası olduğu için seçtiğini" söyler. Ancak burada oynadığı futbolu gören Adnan Süvari onu antrenör ve futbolcu olarak görev yaptığı Yün Mensucat'a transfer eder. Yeni forması altında daha ilk sezon 14 gol atar ve Genç Milli Takım aday kadrosuna çağrılır.
Yün Mensucat, adını taşıyan fabrikaya bağlı bir kulüp olarak kurumuştur. Amatör ve profesyonel mahalli liglerde birçok zaman başarılı olan bir takımdır. 1974 yılında, 1956 yılında adını taşıyan semtte kurulan Yeşilova ile birleşir.
Metin Oktay 11 Nisan 1954 tarihinde oynanan Belçika maçında ilk kez Genç Milli olur ve 4 - 0 kazandığımız maçın iki golünü atar. İstanbul kulüpleri ardında koşmaya başlamıştır ki, dönemin İzmirspor Başkanı Sami Özok herkesten önce davranarak Metin Oktay'ı beş bin lira bedelle İzmirspor'a transfer eder. O sezon oynadığı İzmirspor forması ile 17 gol atarak gol kralı olurken, takımını da Mahalli Lig'de şampiyon yapar.
Ancak İstanbul kulüpleri genç yeteneğin peşini bırakmazlar ve 1 Temmuz 1955 tarihinde Galatasaray'a transfer olur ve bir hafta sonra çıktığı özel maçta Beşiktaş'a karşı iki gol birden atarak takımının maçı 5 - 4 kazanmasını sağlar. 1956 yılının Şubat ayında Türk Milli Takımı'nın unutulmaz 3 - 1'lik Macaristan galibiyetinde gollerden biri de Metin'den gelir. 29 Ocak 1959 tarihinde İzmir'de Oya Sarı Hanım ile evlenir. O sezon sonu transfer döneminde İzmirspor'un önerdiği 30.000 TL'lık müthiş transfer teklifini reddederek Galatasaray'da kalmayı seçer ve bu nedenle de eşinden ayrılır. 18 Aralık 1960 tarihinde, Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi 5 - 0 yendiği maçta attığı dört golle bu sayıya ulaşan ilk futbolcumuz olur.
10 Temmuz 1961 tarihinde İtalya'nın Palermo Kulübü'ne transfer olan Metin Oktay, bir yıl sonra yeniden Galatasaray'a döner. 12 Mayıs 1965 tarihinde, İstanbul'da Servet Kardiçalı hanım ile ikinci evliliğini yapar. Futbol yaşamı boyunca rakip fileleri tam 608 kez havalandıran bu müthiş İzmirli, 1 kez İzmirspor'da olma üzere tam 10 kez şampiyonluk mutluluğu yaşar ve 10 kez de gol kralı olur. Tüm futbol yaşamı boyunca attığı gollerin maç başına ortalaması 1.6'dır ve bu ortalama bu güne kadar da kırılamamıştır.
1969 yılında Galatasaray'ı bir kez daha şampiyon yaptıktan ve kendisi de gol kralı olduktan sonra, İstanbul ve İzmir'de yapılan jübilelerle futbolu bırakan Metin Oktay, 13 Eylül 1991 tarihinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayata veda eder. İzmir şehri bağrından yetişen bu efsaneyi hiçbir zaman unutmaz ve adını Damlacık semtinde Metin Oktay Anıtı'nda, Bahçelievler semtinde İzmirspor kulüp binası önünde Metin Oktay Büstü'nde, İnönü Caddesi üzerindeki Metin Oktay Parkı'nda ve bu parktaki Metin Oktay Heykeli'nde, ayrıca Küçükada Mahallesi ile Mansuroğlu Mahallesi'nde Metin Oktay parklarında, Hıfzıssıhha semtinde, İnönü Caddesi üzerindeki Metin Oktay Meydanı'nda, Konak İlçesi'ndeki Metin Oktay Mahallesi'nde, Torbalı İlçesi'ndeki Altınordu Spor Kulübü'ne ait Metin Oktay Tesisleri'nde ve son alınan körfez vapurlarından birinde adını yaşatır.
Artık günümüzde İzmirspor Sahası yok... O müthiş takım da Bölgesel Amatör Lig'de mücadele ediyor... Bizlere de anıların güzelliği ile avunmak kalıyor.
Kaynakça:
Oral, Mehmet Ali "Türkiye Futbol Tarihi", Cilt I, (1913-1922), İstanbul, 1954.
Sungur, Erdoğan "İzmir Spor Tarihi", İzmir İl Özel İdare Müdürlüğü, İzmir, 2002.
Umar, Bilge "İzmir’de Yunanlıların Son Günleri", Bilgi Yayınevi, Ankara, 1974.
Ürük, Yaşar "İzmir'de Ticaret Hayatı ve Çarşılar", ESİAD Yayını, İzmir, 2020.
Ürük, Yaşar "İzmir'i İzmir Yapan Adlar", İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı, No: 55, İzmir, 2008.
Cellek, Muzaffer "Meşin Topun Peşinde Bir Ömür: Hakkı Parker" Yeni Asır, 01.02.1967 Ç, s: 8.
www.izmirspor.com.tr
www.tff.org
Yaşar Ürük belgeliği.
Anadolu, Cumhuriyet, Demokrat İzmir, Halkın Sesi, Hürriyet, İttihat, Milliyet ve Yeni Asır gazeteleri.