Meşrûtiyet Coşkusunda İzmir’de Tiyatro Baskını / Şubat 1909 2021-03-12 19:00:00
Yazar: Efdal Sevinçli
2. Meşrutiyetin duyurumuyla, bugün bile kavrayamadığımız bir özgürlük ortamı içinde [!], “Hak, Hukuk, Adâlet, Müsâvât, Uhuvvet, Meşrûtiyyet” çığlıkları arasında, Osmanlı ülkesinde akıl almaz bir hızla ortaya çıkan siyasal coşku ve bu coşkunun yansıması olan siyasal gösteriler kendisine tiyatro sahnelerinde de yer bulmakta gecikmez. Tiyatro, kaçınılmaz olarak güncel politikanın içindedir artık. Öfkesini, hıncını dile getirmek için oyun yazmak en kolay yol olmuştur. Bir kürsü olarak görülen tiyatro sahnesinde, oyun öncesinde, tiyatronun ne olduğunu anlatan “hatib”ler, İttihâd ve Terakki Fırkası’nın neler yapacağını otuz yıllık bir suskunluktan sonra haykırarak anlatan politikacılar ve oyunların sonunda, 2. Abdülhamid’in, Midhat Paşa’nın, Namık Kemal’in portrelerinin aktarıldığı özel gösteriler, tablolar eşliğinde bir tiyatro ortamı yaşanmaktadır… Tiyatro adına oluşan bu sahneleri, Ahmet Fehim Efendi anılarında şöyle anlatıyordu:
“….. Lâkin İstanbul artık ıslâh kabul etmez bir divâneler şehrine dönmüştü. Saçlı sakallı insanlar, bir arsaya dört gaz sandığı koyuyor, bir çarşaf geriyor, ‘Yaşasın Vatan!’, ‘Yaşasın Hürriyet! ‘ cümleleriyle biten saçma sapan bir oyunu çıkıp oynuyorlardı. Hürriyet ilân edilince, tiyatro çığırından çıkıp maskaralığa dönmüştü. Bizler, yâni aktörler bu azgın istilâcılar karşısında, mecburen susup öteye beriye dağıldık…..”
Herkesin oyunculuğa, yazarlığa özendiği bu coşkulu günlerde birbiri ardına Jön Türklerin serüvenlerinden 2. Abdülhamit’in yaptıklarına değin farklı içerikleriyle yeni yeni piyesler sahnelerimizde yerlerini alırlar. Oyuncular da çeşitli mesleklerden gelen amatörler / “heveskârân”lardır. Tiyatro sanatı, İstanbul’dan İzmir’e, Selanik’ten Beyrut’a, Sofya’ya, Manastır’a bir tutkudur artık. Bu tutkuyu besleyen de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sivil ve askeri destekçileri, kadrolarıdır. Osmanlı’yı modernizmle, çağdaşlıkla buluşturmak öncelikli amaçlarıdır. Şubat 1909’da, İzmir’de, Sporting Klüb’te, kadınlar için, eşleriyle birlikte izleye-cekleri bir gösterinin düzenlenmesi kararı verilir. Ancak müslüman bir topluluk içinde, tiyatro seyircisinin henüz tam anlamıyla yetiştirilemediği günlerde, kozmopolit İzmir’de de olsa bu isteğin gerçekleşmesi kolay değildir! Sonuçta, kadınların tek başlarına ya da eşleriyle tiyatroya gidip oyun izleyeceğini duyan tutucular, çapulcuları da kullanarak Sporting Klüb’ün çevresini kuşatırlar ve bu gösteriyi, birlikte oluşu engellerler.
İzmir’de Tiyatro Baskını… Paris’ten Bir Ses: Le Temps, 23 Şubat 1909…
Sonuçta, İzmir’in tiyatro tarihinde birçok bilinmezine karşın hâlâ efsane gibi anlatılan bir tiyatro baskını eylemidir bu. 2. Meşrutiyet’in yarattığı özgürlük ortamında, İzmir’in en güzel salonu Sporting Klüp’te, Şubat 1909’da, kadınlarla erkeklerin, birlikte tiyatroya gidip oyun izleme isteklerinin, bir gösterinin engellenmesi, bu efsanenin ilk adımını oluşturur.
Tiyatro baskınına ilişkin ilk haber, Paris’te çıkan Le Temps Gazetesi'nin, 23 Şubat 1909 Salı günlü, sayısında yayımlanır. İlk kez burada çevirisini paylaştığım “Türk Kadınları ve ‘Yeni Çağ” başlıklı yazı, ilginç içeriğiyle bugün de dikkatimizi çekiyor:
“Türk Kadınları ve "Yeni Çağ"
İzmir'deki muhabirimiz yazıyor:
"Türk kadınları anayasal rejimin müslüman kitlenin düşüncelerini derinden değiştireceğini hayal etmişler ve Türk yurtseverliğine ait bir piyesin temsilinin kendileri için verilmesini, özellikle de tiyatronun sadece kendilerine ayrılmasını belirterek, talep etmişlerdi.
İttihâd ve Terakki Komitesi, acemice hevesinin tüm coşkusu içinde bu lütufta bulunmuştu; ancak çok sayıda müslüman, ellerinde bıçak, "gâvur" mahallesinde bulunan bir "gâvur" tiyatrosuna gelip içeri girmek isteyen her kadını ölümle tehdit ederek, tiyatronun çevresinde yer almışlardı.
Yetkililer bu durum karşısında pasif bir tavır sergilemişler ve bu olayın sorumluluğunu, direnişi komitenin emri doğrultusunda düzenlediklerini iddia eden, aşağı tabaka Türk insanlarının üzerine atmaya çalışmışlardır. Sonunda maskeyi çıkartıp, müslüman devlet memurlarının fanatizm konusunda dindaşlarının ezici çoğunluğundan pek de farklı olmadığını çok beceriksizce göstermişlerdir.
Gazeteler de, vilayetin ikinci büyük şehri olan Aydın yetkililerinin aldığı bir kararı yayınlamış bulunmaktadır. Bu karara göre, bir müslüman kadınla konuşurken suçüstü yakalanan her bireye 100 kuruşluk bir ceza kesilecek; kadın ise falakaya yatırılacaktır.
Bu aslında, tüm hıristiyan mağazalarının boykot edilmesi ve müslüman mağazalar lehine de inanılmaz bir reklam anlamına gelmekte. Polis en geniş hoşgörüden yararlanacak olan müslüman mağazalarına gidip arama yapmayacak, oysa kamu görevlilerinin şiddeti, hıristiyan esnafın üzerinde mümkün olan tüm kararlılıkla uygulanacak demektir.
Şarkta hükümet şeklindeki basit bir etiket değişikliğinin aynı zamanda alışkanlıklarda da radikal bir değişim yaratacağına ve Türk halkının "hürriyete doğru acele etmek" için zincirlerinden boşanmaktan başka bir şey beklemediğine inananlar ne düşünecekler?
Müslüman kadınlar "özgürleşme güneşinde" küçük bir yer almayı arzu etmişlerdi. Verilmiş tüm sözlere rağmen kendilerini bekleyenin sopa olduğunu gördüklerinde acı düşüncelere gark olmuşlardır. Protesto yolunda, utanmazlığı sokaklarda erkeklere konuşma yapma noktasına kadar itiyorlar, lakin Kuran onların erdemlerini kolluyor ve koyduğu kurallara karşı gelenleri affetmiyor."
Le Temps’ın, İzmir muhabirinin yazdıklarını dikkatle okuyunca, oynanan oyunun ve eylemin tarihinin belirtilmediğini görüyoruz. Haberden, “Türk kadınlarının, adı belirtilmeyen, Türk yurtseverliğine ait bir piyesin kendileri için sahnelenmesini, özellikle de tiyatronun sadece kendilerine ayrılmasını istediklerini”, fakat bu isteğin halk arasında hızla yayılması üzerine bağnaz bir grubun tepkisiyle karşılaşıldığını, vilayet yetkililerinin de müslüman Türk kadınların dışarıya çıkışlarını engellemeye yönelik bir karar aldıklarını, ancak bugün bizim göremediğimiz(?) bu kararın da gazetelerde yayımlandığını öğreniyoruz.
Sporting Klüb Tiyatrosu’na yapılan engellemeyi duyuran 23 Şubat 1909 günlü bu haberi okuyunca, eyleme ilişkin kimi soruları sorup yanıtlarını da vermemiz gerekiyordu. Çünkü bu haber, bize sadece tiyatro baskınını bildirmiyor. İçeriğinin bir bölümünde, İzmir’in 24 Temmuz 1908 sonrasındaki toplumsal yapısıyla ekonomik düzenin işleyişindeki değişime ilişkin bir saptamayı, bir korkuyu yansıtıyor. O günlerin Osmanlı Devleti’nde, İzmir’inde neler oluyordu ki bu korku, haberin konusu oluyordu?
İzmir’de 1908 sonunda, yeni “meclis-i mebusan” için yapılan milletvekili seçimlerinin yarattığı siyasal gerginlik içinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, 8 Ekim 1908’de Bosna-Hersek’i işgal eder. Ardından Bulgaristan’ın bağımsızlığını duyurması, Girit’in Yunanistan’a ilhak kararları tepkilere neden olur. Bir biri ardına yapılan protestoları, mitingleri boykotlar izler. Örneğin Avusturya mallarına yapılan boykotlar, gemilerinden yükleri boşaltmama eylemleri, hızla çoğalan grevler, Osmanlı’yı derinden etkilerken yaşanan ekonomik bunalımdan İzmir’in de çok etkilediğini biliyoruz. Dönemin İzmir gazetelerinde, seçimlerden boykotlara, grevlere onlarca ilginç haberi okuyoruz. Seçim zaferleriyle, gerginlikleriyle, ekonomik bunalımın içiçe geçtiği günlerde, Le Temps’deki haberin ikinci bölümü, tümüyle İzmir’in ekonomisinde yaratacağı olumsuz durumlarla ilgilidir. Korkulan, müslüman müşterilerin, “hıristiyan mağazalarını boykot ederek müslüman mağazaların avantajlı duruma geçmeleridir!...” Haber, Müslüman kadınların “özgürleşme güneşinde” kendilerine küçük bir yer bulamadıklarıyla noktalanırken “Kuran’ın, koyduğu kurallara karşı gelenleri affetmediği” özellikle vurguluyor…
İşte böylesi bir ortamda yaşandığı (?) belirtilen baskın haberi için, kitabımın da yeni baskısının hazırlığı sürecinde, günümüze ulaşabilen Hizmet (1886-1910/1926-1933), Ahenk (1895-1930), Köylü (1908-1922),İttihâd (1908-1911) gazetelerinin, Temmuz 1908 - Şubat 1909 tarihli sayılarını yeniden inceledim. Tanzimat’tan günümüze, İzmir’deki tiyatro etkinliklerinin çoğunun “amatör” nitelikte oldukları gerçeğini unutmadan, güncel tiyatro etkinlikleri dışında, 1909 yılı Şubat ayı ortasında(?) gerçekleştiğini düşündüğümüz böylesine önemli bir eyleme ilişkin, gazetelerimizde hiçbir haberle, belgeyle karşılaşmadığımızı belirtmeliyim!... Örneğin 1908 Eylül’ünde, az sonra değerlendireceğimiz, İzmirli “Heveskârân”ın bir saman alevi gibi parlayıp sönen gösterileri dışında, tiyatro adına en yoğun etkinliğin, 1909 Şubat’ında gerçekleştiğini görüyoruz. İzmirli bir iki “heveskârân” topluluğunun yanında, Şubat 1909 başında, İzmir’e turneye gelen Reşat Rıdvan Bey’in yönetimindeki “Millî Osmanlı Tiyatrosu Heveskârân Cem‘iyyeti”nin gösteri programlarıyla oynadıkları oyunların eleştirilerini gazetelerde okuyoruz. Ancak bu haberlerin dışında, tiyatro baskınına ilişkin vilayetin aldığı önlemleri içeren, aktaran hiçbir haberle karşılaşmıyoruz!...
Peki, bu tiyatro baskınına ilişkin bilgiler bulabiliyor muyuz?...
Selanik’ten Bir Ses…Feryâd!...
23 Şubat 1909 günlü Le Temps’den okuduklarımızı, “şişirme, uydurma” yazılmış, “asparagas” bir haber mi acaba diye düşünmedik değil. Doğrusu böyle bir iddiada bulunamayız! Çünkü İzmir basınında “tiyatro baskınına” ilişkin hiçbir açıklama bulamasak da Le Temps’de çıkan haberden tam iki hafta sonra, Selanik’ten gelen bir “Feryâd”, bizi tekrar baskın gerçeğine yönlendiriyor… Selanik’te yayımlanan Kadın dergisinin, 8 Mart 1909 [23 Şubat 1324] günlü sayısında, Ayşe İsmet, İzmir’deki tiyatro baskınına ilişkin duygularını, düşüncelerini, tepkisini, öfkeyle dile getiriyordu:
“Feryâd!
Geçen hafta İzmir’de şâyân-ı ihtirâm hemşirelerimiz dûçâr-ı taarruz olmuş! Kalb-i beşeri lerze-dâr-ı haşyet eden bu vak‘a, bir vak‘a-yı dil-hûn ki feryâd etmekle ta‘dîl-i şiddeti kabil değildir.
Hayât-ı ictimâiyyemizin ıslâhı, terakkiyât-ı ma‘neviyyemizin te’mîni için çalıştığımız hâlde böyle bir vak‘a-i dil-sûza ma’rûz mu kalmalı idik?
İzmir’de binlerce kişi ictimâ ederek muhadderât-ı İslâmiyyeyi cebren ve kahren tiyatroya gitmekten men‘ eyledikleri hâlde zâbıta-i adliyye, me’mûrîn-i hükümet bu hareket-i taassub-kârâneye seyirci olmaktan başka bir şey yapmamışlar.
Feryâd! Nasıl feryâd etmeyelim ki bir tâkım cehele el-yevm hukuk-i meşrûamızı pây-mâl ederek gaddâr-âne hücumlarıyla kulûb-ı hamiyyetimizi dâğ-dâr ediyorlar.
Muhadderât-ı İslâmiyyenin hukuk-ı tekâfül-i umûmî tahtında olduğu hâlde Meclis-i Meb‘ûsân’da olsun lehimizde idâre-i fikir edecek bir sâhib-i hamiyyet bile çıkmadığına hayretler ediyoruz.
Bu devr-i dil-ârâ-yı hürriyetde de yine eskisi gibi belki eskiden bed-ter taarruzât-ı bî-edeb-âneye ma'rûz kalacaksak istirdâd-ı hürriyet için çalışmaktan bıkmayan, ölmekten göz yummayan Genç Türkler’in cân-sipârâne fedâkârlığına yazık!
Hukuk-ı meşrûamıza her nereden olursa olsun, her kimin tarafından gelirse gelsin zerre kadar vuku‘ bulacak taarruzu men‘ için o âlî-cenâb, o fedâkâr, o hâmî-i ma‘rifet, o nâcî-i ümmet Genç Türkler’in müdâfaât-ı bî-taraf-ânesine mürâcaât ediyorum.
Muhadderât-ı İslâmiyye, şimdiye kadar her yerde dûçâr-ı taarruz oldu, sükût ettik, inkılâb-ı âhirin dağdağalı, heyecânlı dakikalarında geceyi gündüze katarak çalışan gençler için bir mesele-i hayâtiyye çıkarmak istemedik. Sükût-ı ihtiyâr eyledik.
Hukuk-ı meşrûa-i nisvânın mahfûziyyeti, mer‘iyyet-i ahkâmı için çalışalım, artık edebsiz, alçak gürûh-ı cühelânın taaruzât-ı nâmûs-şikenlerine mukabele edelim. Gadre, zulme, taarruza karşı sükût etmek meskenetden, aczden ileri gelir.
Tiyatroya gitmekle muhadderât-ı İslâmiyye dinini, imânını gaib etmez. Bil‘a-kis tehzîb-i ahlâkına, tasfiye-i vicdânına, terbiye-i fikriyyesine hizmet eyler. Eski devirde kadınlar tahsîlden cebren men‘ olunarak tiyatrolar rezâlet-hâne sûretinde esâfil-i nâsa telkin edilirdi, artık zaman değişti. Hukukumuzun müdâfaası için cidden çalışmak lâzımdır. Şâir-i a‘zamın dediği gibi âcizeleri de zamân, zamân-ı terakkî; cihân, cihân-ı ulûm olur mu cehl ile kabil-i beka-yı cemiyyât diye feryâd edeceğim. / 14 Şubat 324 [27 Şubat 1909-E.S.]Ayşe İsmet”
Dönemin yazınsal dilinin oldukça ağdalı anlatımını yansıtan Feryâd’ı dikkatle okuyunca, ilk dört paragrafta, İzmir’de gerçekleşen baskınına ilişkin genel bir değerlendirmenin yapıldığını, eyleme yönelik açıklayıcı, somut bir bilginin verilmediğini, bir duyumun (?) dışında, Le Temps’deki haberin yarattığı etkiyle makalenin yazıldığını görüyoruz. Şimdi, bu eyleme ilişkin elimizdeki bu güncel belgenin, tiyatro baskınının işlendiği bölümün dilini önce biraz anlaşılır kılalım ve bu bilgilere, eyleme ilişkin de sorular sorup yanıtlarını vermeye çalışalım:
“Geçen hafta İzmir’de saygı değer kız kardeşlerimiz saldırıya uğramışlar! İnsan kalbini korkuyla titreten bu olay, içimizi kanatan bir eylem için bağırıp çağırarak yaşanılan şiddeti değiştirmek olanaksızdır.
Toplumsal yaşamımızın düzel-til-mesi, duygusal gelişimimizin sağlanması için çalıştığımız halde [bugün] yüreğimizi yakan böyle bir eylemle mi karşılaşmalıydık?
İzmir’de binlerce kişi toplanarak İslâmiyyete inanmış kadınları zor kullanarak ve ezerek / yok etmeye çalışarak tiyatroya gitmeleriniengelledikleri halde polis memurlarıyla hükümetin görevlileri bu tutucu, düşmanca eyleme seyirci olmaktan başka bir şey yapmamışlar. Feryâd! Nasıl bağırıp sesimizi çıkarmayalım ki günümüz cahillerinin bir bölümü, şeriata, yasalara uygun hukukumuzu ayaklar altına alarak, çiğneyerek merhametsizce, haince hücumlarıyla onurumuzu, gururumuzu, kalplerimizi yaralıyorlar…..”
Ayşe İsmet’in 27 Şubat 1909, Cumartesi günü yazıp dergiye gönderdiği metin, “geçen hafta” diye başlıyor. Günün olanaklarına göre, baskın eyleminin İzmir’den telgrafla Paris’e, Le Temps Gazetesi'ne iletilmesini, haberin 23 Şubat 1909 günlü Le Temps’da çıkışını, gazetenin İzmir’e ve Selanik’e ulaşmasını, yine Le Temps’ın İzmir basınınca da yakından izlendiğini, sık sık haber alıntıladıkları gerçeğini de gözönüne getirerek İzmir gazetelerinde yer almayan bu eylem için, Ayşe İsmet’in yazdıklarına bakarak temel bilgi kaynağının Le Temps Gazetesi' olduğunu kolayca anlıyoruz. “Feryâd” makalesinde de ne “gâvur tiyatrosunda” izlenecek oyunun adı, ne de engellemenin hangi gün olduğu belirtilmiyor!
Dönemin başka tanıkları var mı?
Gerçekte böylesine önemli bir eylemin, haberler dışında, başka tanıkları da olmalı. Örneğin, dönemin tanığı gazeteciler, var mı? Evet, Le Temps Gazetesi, haberi okurlarına, “İzmir'deki muhabirimiz yazıyor” diye duyuruyor duyurmasına da haberi yazan bir gazeteci mi acaba? Benim kuşkularım var.
Elimizdeki belgelere, bilgilere bakarak o günlerin çok önemli bir tanığı var görünüyor: Yazımın başında adını /yapıtını verdiğim Hristos Sokratis Solomonidis!... İzmir basınının, İzmir’in Rumca yayımlanan, döneminin en uzun ömürlü gazetesi Amaltheia’nın (1838-1922/1923) sahibi, Karaman kökenli Solomonidis’in oğlu. Gençliğinde gazeteleri Amaltheia’da çalışan, 1922 sonrası, Yunanistan siyasetinde oldukça etkin olan, bakanlık yapan, İzmir üstüne yazdığı kitaplarla tanıdığımız bir ad Hristos Sokratis Solomonidis. İzmir için, bizim için önemli, İzmir’de Tiyatro (1657-1922) çalışmasında, “Türk Tiyatrosu”nu tanıttığı bölümde, “İzmir’de ilk kez bir Türk topluluğunun 21 Ağustos 1908'de, Sporting Tiyatrosu’nda, N. Kemal’in Vatan oyununun oynadığını, Vatan’ın üçüncü gösteriminde Müslüman kadınların oyunu eşleriyle izlemelerine izin verilmediğini”, vurguluyor. Bu bilgiyle, Le Temps’daki baskın haberinden 6 ay önce, Meşrutiyet coşkusu içinde, İzmir’de, Müslüman kadınlar için düzenlenen özel gösterimde bir engellemenin olduğunu, olayların çıktığını öğreniyoruz!...
Modernizme inanan İttihat Terakki kadroları, ilerici düşünceleri, kadının özgürleşmesini savunuyor görünseler de 1908 yılında, Müslüman bir kadının eşiyle ya da tek başına bir eğlenceye, tiyatroya gitmesini düşünmek, onay vermek, kozmopolit bir yerleşim olarak İzmir’de de olsa (!) bu düşüncenin gerçekleşmesini beklemenin çok zor olacağını, bu inanışı, bu kültürü yaşayan bizler biliyoruz. Dinsel inanışın hızla doğmatizmle, bağnazlıkla birleştiği bütün dinsel grupların, düşüncelerini değiştirmelerinin kolay olmayacağını biliyoruz.
Vatan piyesinin üçüncü gösterimindeki (?) karışıklıkları, sürpriz sayamayacağımız gibi, bugünlerin çok doğal bir tanığını, bir diplomatın varlığını da araştırmalarımızla öğreniyoruz: Fransa’nın İzmir Konsolosu Paul Blanc! Bir belge olarak ulaşmanın güçlüğü nedeniyle araştırmalarda pek fazla kullanılamayan diplomatik raporlara bir örnek, “İzmir’de Müslümanların karıştığı olay” başlıklı, 29.08.1908 günlü, Fransa Dışişleri Bakanlığı’na İzmir’den gönderilen telgraf rapor! İçeriğini öğrenmek için uğraştığımız, ancak ulaşama-dığımız, doğal olarak da ayrıntısını bilemediğimiz, Konsolos Paul Blanc’ın, “Müslüman kadınların tiyatroya gitmelerine” ilişkin olduğu anlaşılan(?) raporundaki tümcelere dikkatimiz yoğunlaşıyor: “Bu küçük olay […] Müslüman halkın İzmir gibi Avrupa’ya son derece yakın, büyük bir şehirde bile Türk kadınına dar kapsamlı da olsa özgürlük tanımaya son derece soğuk baktığını kanıtlıyor, Anayasa’ya rağmen sofular yüzünden daha nice krizler çıkaracağını hesaba katmak gerek.”
Şimdi, Vatan yahut Silistre oyununun İzmir’deki serüvenine yeniden dönerek sözü yine Solomonidis’e bırakalım. Dönemin tanığı olarak artık ikinci baskın/engelleme girişimi olarak değerlendirdiğimiz, Le Temps’daki haberi kullanarak anlattığı, bizim de anlamaya çalıştığımız eyleme ilişkin İzmir’de Tiyatro kitabında yazılanları okuyalım:
“…. İzmir’de, 1908’deki siyasal değişime karşın Türk tiyatrosu gelişmedi. Sahnelendiklerinden söz ettiğimiz kimi oyunlar dışında başka yapıtları tanımıyoruz. En azından biz bilmiyoruz. Bu tiyatro gösterilerinden biri, İttihat ve Terakki Partisi’nin (Jön Türklerin) Şubat 1909’da, Sporting Tiyat-rosu’nda düzenlediği özel gösteriydi. Bütün ülkeyi saran özgürlük atmosferinin Müslüman kadınların gelişimini etkilemesi düşüncesiyle, umuduyla, (İzmirli) müslüman kadınlar (eşleriyle) bu tiyatro gösterisinde bulunmak istediler. İlerici İttihat ve Terakki Partisi bu isteği uygun buldu. Ancak birçok fanatik Türk, ellerinde kutsal kitapları, tiyatronun çevresine yerleştirildiler. Tiyatro salonuna girecek ilk müslüman kadını öldürmek düşüncesiyle hazırlıklar yaptılar. Bu süreçte yöneticiler pasif bir tutum sergilediler. Ardından gelişen olayları, kargaşayı bu fanatik müslüman “dincilerin” çıkarttığını, bu olaylara karşı olduklarını yöneticiler savunsalar da bütün bu olayları başlatan ve isyanı tetikleyenlerin Türk yetkililer olduğu gerçekti. Temps Gazetesi' konu hakkındaki yazısında, “Müslüman kadınlar Kurtuluş Güneşinin altında yerlerini almak istiyorlardı” dedi ….”
Okuduğumuz metinde, Solomonidis’in, kitabının basımından 45 yıl önce gerçekleşen Şubat 1909 baskınına ilişkin, Le Temps’deki haberin özetini Yunanca’ya çevirmekle yetindiğini, ancak bu eyleme, gösteriye ve tarihe ilişkin özel, açıklayıcı bir bilgi vermediğini de görüyoruz!
Heveskârân Cemiyeti Reisi Sami Gündür’ün anıları…
Doğrusu bu engelleme ya da baskın eyleminin en yakın tanıkları tiyatrocular, oyuncular olmalı! O günleri yaşayan tiyatro seyircileri, İzmirli aydınlar, yazarlar olmalı!...Dönemi düşününce, şanslıyız diyorum. 1902 yılından başlayarak amatör bir oyuncu, yönetmen, yönetici ve “Heveskârân Cemiyeti Reisi” olarak kendisini tanıtan Sami Gündür’ün, görünüşte oldukça ayrıntılı anıları var elimizde. “Meşrutiyet yıllarının İzmir”iyle başlayan anılarını, yayınlandığı Vatan ve Millet İçin Hürriyet Gazetesi'nden okuyalım:
“İlanı Meşrutiyet’ten sonra, her yerde olduğu gibi İzmir’de de bir temaşa cereyanı başlamıştı. Bir taraftan İstanbul’da Reşat Rıdvan Bey merhum, bir temsil heyeti vücuda getirmiş, diğer taraftan da Edirne’de, Selanik’te, Manastır’da ve daha birçok vilayetlerimizde gençler tarafından vatani piyesler temsil edilmeye başlanmıştı. O devrin meşhur piyesleri şunlardı. Namık Kemal Bey’in “Vatan Yahut Silistre", "Akif Bey", "Zavallı çocuk” gibi eserleri; Abdülhak Hamid Bey’in “Eşber", "Tezer", "Tarık Bin Ziyad” gibi klasik eserleriydi. İşte bu sıralarda idi ki İzmir’de de bir temsil heyeti vücuda getiriliyordu. Bu heyetin başlıca azalan şunlardı: Kantarağasızade Selahattin Bey, Nalbantoğlu Hıfzı Bey, İthalat Gümrüğü Muayene Memuru İhsan Bey, Avukat merhum Ahmet Celadet Bey, Körfez Vapur Şirketi Müdürü merhum Mehmed Fuat Bey, kunduracı Mehmed Ali Bey ve daha birçok münevver gençler.
Bu heyet, ilk temsilini “Vatan Silistre” piyesi ile verdi. Bu temsil büyük bir muvaffakiyet kazandı. Halkın rağbeti, umumi teveccühü kazanılan muvaffakiyetle hemen ikinci bir piyesin provasına başlanmasını tacil etmiş oldu.
O zamana kadar İzmir’de hanımların tiyatroya gittiği vaki değildi. İşte bu temsil heyeti İzmir’de yeni bir çığır açmak ve taassubu ortadan kaldırmak için sırf hanımlara mahsus olmak üzere temsiller vermeğe karar verdi. Ve bu kararını gazetelerle ve el ilanları ile efkârıumumiyeye bildirdi ki bu devir için mühim bir cesaret demek idi. Nitekim cereyan eden hadiseler bunu göstermiştir. Şöyle ki temsiller Sporting Klüp’te verilecekti. Elden epeyce bilet satılmıştı. Hanımlar temsil gününü sabırsızlıkla bekliyorlardı. Nihayet beklenen gün geldi. Hanımlar birer ikişer tiyatroya akın etmeye başladılar. Tam Kordon’a çıktıkları zaman karşılarına eli sopalı birtakım yobazlar çıktı. Bunlar Tulumbacı Ali, Oduncu Ahmet, Kömürcü Mehmet gibi birtakım cahil ve mutaassıp kimselerdi. Bu herifler, hanımlara küfretmeye, hakaret etmeğe başladı. Polis müdahale etmeye korktu. Hanımlar geri dönmeye mecbur oldular. Bittabi müsamere verilmedi, verilemedi. Ve bu hadise müteşebbisleri o kadar müteessir etti ki, az zaman sonra temsil heyeti temsillere nihayet vermeğe karar verdi. Bu sebepler neticesi dağılmaya mecbur oldu. Bundan sonra Sahne-i Bedai Heveskâran Cemiyeti namı altında bir temsil heyeti meydana çıktı. Bu cemiyete ben de dahildim. Başlıca azaları Gümrükçü Cevdet, Eczacı Mehmet Lütfü, Polis Kemal, Karşıyakalı K. Kemal, Gençağazazade Nuri, Selanikli Nebil, Maliye Memurlarından Naki beylerle isimlerini hatırlayamadığım daha birçok amatör….”
Şimdi okuduğumuz bölüme bir daha bakalım: “İlanı Meşrutiyet’ten sonra” diye başladığı anılarında Sami Bey, gün, ay bilgisi vermese de Meşrutiyet heyecanıyla, 1908 Ağustos’unda kurulan İzmir Heveskâran Tiyatro Cem’iyyeti’nin, N.Kemal’in Vatan yahut Silistre piyesini oynadıklarını ve oyuncu kadrosunu aktarıyor. Bu topluluğun kadrosunda olmayan Sami Gündür, “Bundan sonra Sahne-i Bedai Heveskâran Cemiyetinamı altında bir temsil heyeti meydana çıktı. Bu cemiyete ben de dahildim” diyerek bize, tiyatro yaşamına ilişkin bilgi de veriyor. Nisan 1911’de kurulan Sahne-i Bedâyi’ Milli Tiyatro Heveskârân Hey’eti / Kumpanyası’nın da ilk gösterimini Haziran 1911’de, Abdülhak Hamit’in Tezer oyunuyla yaptığını biliyoruz. Bu açıklamalarda, açık tarih vermese de Sami Bey’in, 1908 Eylül’ündeki etkinlikleri aktardığını, Solomonidis’in verdiği bilgiyle de anlatımının örtüştüğünü görüyoruz.
Sami Gündür, tiyatro anılarını, ikinci kez, Ege Tecim ve Endüstri Büyük Kılavuzu’nda (1937) da aynı dönemi, küçük bir iki farkla, “ İzmir ve tabiatı ile bütün Türkiye sahne ve temaşa hayatında mahiyeti büyük bir hadiseden de bahsetmeden geçmek doğru olamaz. Bu münevver ve güzide gençlerden mürekkep temsil heyeti, İzmir’de yeni bir adım atmak istemiş ve tiyatronun henüz ne olduğunu bilmeyen kadınlarımıza da temsil vermek istemiştir. Bir Pazar günü İzmir kordonunun o zaman en mutena yeri olan Sporting Klüb tiyatrosunda “Akif Bey” piyesinin sade kadınlara mahsus olarak verileceği ilân edilmiş ve biletler satılmaya başlanmıştır. Bütün biletler temsil gününden evvel satılmış, kadınların rağbeti cidden büyük olmuştur.” diyerek aktarır. Bu bilgilerden sonra, önce Eylül 1908’de, Heveskârân Cem’iyyeti’nin Sporting Klüb Tiyatrosu’ndaki gösterilerini, sonra da Şubat 1909 gerçeğini İzmir gazetelerinden görelim…
Sporting Klüb’deki Gösteriler ve Baskın Gerçeği…
Bugün, Sporting Klüb Tiyatrosu’na düzenlenen baskının kesin olarak ne gün olduğunu biliyor muyuz? Baskın gününde tiyatroda hangi oyun oynanacaktı?... Le Temps’daki haberde olsun, Sami Gündür’ün hiçbir tarih belirtmeden aktardığı anılarında olsun, bu soruların yanıtlarını bulamıyoruz. Birazdan okuyacağınız bir belgeyle, İzmir’de Sporting Tiyatrosu’nda bir baskınının yaşandığını(?), daha doğrusu, bir tiyatro gösterisinin engellendiğini düşüneceğiz. Fakat yine de baskına/engellemeye yönelik sorularımızın, kuşkularımızın karşılığını alabilecek miyiz?
Sami Gündür, İzmir’de müslüman kadınların tiyatroya gidemediklerini, topluluk olarak “İzmir’de yeni bir çığır açmak ve taassubu ortadan kaldırmak için sırf hanımlara mahsus olmak üzere temsiller vermeğe karar verildiğini” söylüyor. Bu kararı, İzmir’in tiyatro tarihinin asal kaynakları olan gazetelerimizden de doğrulayabiliyoruz!
Şimdi, İzmir‘in Meşrutiyet günlerine gidelim. Meşrutiyet’in (23/24 Temmuz 1908) duyuru-munun Osmanlı’da yarattığı şaşkınlıkla, İzmir kenti ve basını, 1908 Temmuz’unun ilk günle-rini, bir tedirginlikle, ürkeklikle geçirir. Doğal olarak İzmirliler, 32 yılın baskısını üstlerinden atamazlar. Örneğin sanatsal etkinlik olarak ilk tiyatro gösterisi haberi, Ahenk Gazetesi'nin 29 Ağustos 1908 günlü sayısında çıkan, “genç Ermeni vatandaşlarımız tarafından Kordon’daki Partenon Tiyatrosu’nda Türkçe olarak sahne-yi temâşâya vaz’ olunacak Serdâr-ı Eşkıyâ Robert” piyesine aittir. Bu gösteriyi, Sami Gündür’ün anılarında aktardığı gibi, İzmirli “heves-kârân” gençlerin oynadığı N. Kemal’in Vatan yahud Silistre oyunuizler:
“Osmanlı Terakki ve İttihâd Cem’iyyeti” menfaatine İsporting Klüb Tiyatrosu’nda âb-ı hürriyet Namık Kemal Beğ merhûmun Vatan nâmındaki millî oyunu ilk def’a olarak şehrimiz gençlerinden mürekkeb bir hey’et tarafından oynanmak üzere bir müddetden beri provalar icrâ edilmekde idi. Mezkûr provalar hitâm bulmuş olup ilk temâşâ önümüzdeki Perşembe günü akşam alaturka saat iki ya’ni alafranga saat dokuzda Sporting Klüb’de icrâ edilecekdir. Oyun üç def’a tekrar edilecek; bunlardan son temâşâ hasseten hanımlara mahsûs olacaktır….”
Bu duyuruyu, Vatan’ın, 3 Eylül, Perşembe günü akşamı oynanacağını açıklayan haber izler:
“Şehrimizin ba’zı vatan-perver, muktedir gençleri tarafından bu akşam İsporting Klüb’de, bânî-yi mu‘zam-ı hürriyet Namık Kemal Beğ merhûmun Vatan tiyatrosu oynayacakdır. Evvel ve âhir yazıldığı veche ile bunun hâsılâtı “Osmanlı İttihâd ve Terakki Cem’iyyeti menfaatine âiddir.
Şehrimizde daha ilk def’a olarak sahne-yi temâşâya vaz‘ ile müştâkîn-i hürriyet ve şecâati müstagrık-ı envâr-ı hamiyyet edecek olan (Vatan)’ın şimdiye kadar icrâ edilen müteaddid provalarından istidlâl edildiğine nazaran, son derece mükemmel, muvaffakıyet-âver bir sûretde netîce-pezîr olacağı şüphesizdir.
Binâen-aleyh; kalbi hiss-i hamiyyetle perverde olan her Osmanlı’nın, hem-şehrîlerimizin, oyunun imtinâ etdiği maksad-ı ulvîyi takdîren bunun hakkında fevka-l-me‘mûl rağbet ve müsâraat göstereceklerinden emîniz.”
Vatan’ın ilk gösterimi, 3 Eylül 1908 Perşembe günü akşamı gerçekleşir. Oyunun, Ahenk’te yazılaneleştirisinde, İzmir kültür tarihinin önemli adlarını, genç oyuncular olarak karşımızda buluruz:
“…. Piyesin rolleri gerçekden pek mâhir-âne en meşhur sanatkârlara lâyık mertebede muvaffakıyet-kârâne idi. İslâm Beğ rolü İhsan Beğ, Miralay Sıdkı Beğ rolü Şahâb Süleyman Beğ, Kaymakam Rüstem Beğ rolü Kantar Ağasızâde Salâhaddîn Beğ, diğer bir kaymakam rolü Mehmed Fuad Beğ tarafından gâyet mâhirâne, şîrâne bir tarz-ı hürriyet-perverâne ile icrâ edildi. Abdullah Çavuş’un rolü de Hocazâde Mehmed Ali Efendi tarafından yapıldı. Zekiye Hanım’ın mevkii de Kuvaride Kalea tarafından işgâl olunuyordu. Madamın mahâreti hakkında söz söylemeği fazla görüyoruz: çünkü kendisinin san’atda mâhir Osmanlı artistlerinden olduğu(nu) haber vermek kâfidir….. Elhâsıl oyun, hey’et-i umûmiyyesi i’tibârile pek mükemmel sûretde icrâ edilmişdir…… Kantar Ağasızâde Salâhaddîn Beğ tarafından icrâ edileceği i’lân edilmiş olan monoloğun vaktin gecikmesi ve mûmâ-ileyhin yorulup sesi de kalmaması üzerine icrâ edilememişdir.”
Güllü Agob’un Osmanlı Tiyatrosu’nun (1870-1880) başlattığı Türkçe tiyatro geleneğinde, yıllardır Müslüman seyirciler için, zaman zaman sıkıntılar yaşansa da gündüzleri kadınlara, geceleri de erkeklere oyunlar oynatılması yıllar içinde bir alışkanlığa dönüşmüştü. Ahenk’teki 30 Ağustos 1908 günlü duyurudan ve Sami Bey’in anlatımından, üç kez oynanacağı, son gösterinin de özellikle kadınlar için yapılacağını öğrendiğimiz Vatan yahut Silistre piyesinin, gazetelerdeki haberlere göre, ikinci temsilinin, 10 Eylül 1908’de Karşıyaka’da, yeni açılan tiyatroda, üçüncü kez oynanışının ise Manisa’ya yapılan turnede gerçekleştirildiğini, oyunun kahramanı Abdullah Çavuş’un da seyirciler arasında bulunduğunu öğreniyoruz.
İzmir gazetelerinde var olan bilgilere göre, Heveskâran Tiyatro Cem’iyyeti’nin Sporting Klüb’te kadınlar için sahneleneceğini duyurduğu üçüncü gösterisinin yapılamadığını, Sami Bey’in aktardığı gibi, “eli sopalı birtakım yobazlar, Tulumbacı Ali, Oduncu Ahmet, Kömürcü Mehmet gibi birtakım cahil ve mutaassıp “ kişilerin, Vatan oyununu engellendiklerini, topluluğun da Vatan’ı, üçüncü kez Manisa turnesinde oynadıktan sonra dağılıp yaz sonuna değin oyunlar oynamadıklarını anlıyoruz, biliyoruz.
İzmir’den bir tanık: Mehmet Rauf
Le Temps’deki haberin yayın tarihindeki gerçeklik, bizi, baskın eylemi için yeni tanıklar aramak için zorluyor. Acaba Şubat 1909’da, gerçekten ikinci bir engelleme daha oldu mu sorusunun peşine takılıyoruz. Ağustos 1908’den Şubat 1909’a, Meşrutiyet günleri İzmir’indeki tiyatro etkinliklerine, farklı kaynaklardan yeniden bakıp başka tanıklarla, bilgilerle bu süreci dikkatle gözden geçirirken yıllar önce çalıştığım “Edebiyatımızda Tiyatro” araştırmamın notları, şimdi yol göstericim oluyor. Servet-i Fünûn döneminin ünlü yazarı Mehmet Rauf’un, İzmir günlerinin ürünü olan Genç Kız Kalbi (1912) romanında, peşinde olduğumuz tiyatro baskınının, Vatan oyununun engellenişinin anlatıldığını görüyoruz.
Mehmet Rauf (1875-1932), Bir Zanbağın Hikâyesi (1910) kitabının “müstehcen bulunup toplatılması”, hapse girişi, askerlik görevinden uzaklaştırılması gibi sıkıntılardan sonra, 1910 yılı sonuna doğru, ilk eşi nikâhındayken, İzmirli zengin bir ailenin kızı olan Besime Hanım’ın teklifiyle evlenip “içgüveyisi” olarak İzmir’e yerleşir. İlginçtir, 1926 yılında da ikinci evliliğindeki gibi romanlarını okuyarak kendisine âşık olan, kendisinden yirmi sekiz yaş küçük Muazzez Hanım’la evlenir. Bu evlilikten kısa bir süre sonra felç geçirir ve ölümüne değin yapıtlarını Muazzez Hanım desteğiyle yayınlar.
Yaşamının kısa bir bölümünü İzmir’de geçiren Mehmet Rauf’un bu evlilik serüveninin de yansıması olan Genç Kız Kalbi romanı, 1912 yılında, önce Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilir, sonra da kitap olarak yayınlanır.
Romanın konusu kısaca şöyle: İzmirli zengin bir ailenin, görücü usulüyle evlenmeye karşı çıkan kızı Pervîn, İzmir’de eğitimine, görgüsüne uygun bir eş adayı bulamayınca, İstanbul’a amcalarını yanına gider. Akrabalarından, şair Mehmet Behiç’le tanışır. Pervîn, kültürel birikimine, müzik bilgisine hayran olduğu Mehmet Behiç’e âşık olur. Ancak M. Behiç, Pervîn’i beğense de zengin olmadıkları için evlenmeyi düşünmez. Hüsrana uğrayan Pervîn, ailesinin görücü usulüyle evlenmelerini uygun bulduğu jandarma subayıyla evlenme kararıyla İstanbul’dan ayrılır. İşte bu aşk öyküsü içinde, İstanbul’da arkadaşlarıyla kadınların haklarından eğitimine, peçeden feraceye, giyimine kuşamına vb., sohbet ederlerken Pervîn de İzmir’de kadınlar için düzenlenen Vatan yahut Silistre gösteriminin nasıl engellendiğini anlatır:
“…..O zaman ben de hürriyet ilânında İzmirde vuku bulan halleri anlattım. O zaman her tarafta oynanmış olan Vatan oyununu İzmire gelen bir kumpanya Kordonda “Sporting klüp” tiyatrosunda kadınlar için oynayacaktı; kömürcü, deveci, hamal gibi ayak takımı bunu haber alarak o zamanki hükümetin zaafından ve cesaretsizliğinden cüret buldular ve «ne demek, müslüman kadınları şer’an camii şerife bile gitmeğe mezun olmadıkları halde nasıl tiyatroya giderlermiş? Bu oyun oynanmıyacak” diye beş altı bin kişi toplanarak dayandılar. Müracaat ettikleri hükümetçe de onların böyle şeye karışmağa hakları olmadığı söylendi, bunun üzerine resmen menedemediklerini görünce: “Ya öyle mi hele bir kadının geldiğini görelim, parça, parça, ederiz...” diye gazete idarehanelerine giderek ilâveler neşrettiler. Ve pürsilâh sokaklarda haykırışarak dolaşmağa başladılar, o kadar ki bu tehditlerden korkan bütün kadınlar da gitmeğe cesaret edemediler oyun oynanmadı...
Bu muvaffakiyetten yüz bulan herifler bunun üzerine tahakkümü daha ileri götürdüler; kadınların yalnız oyunlara değil Frenk mahallesine gitmeleri de hoşlarına gitmiyordu. Demek ki kadınlar Frenk mahallesine de çıkamıyacaklardı, alınacak şeyler erkekler tarafından İslâm dükkânlarından alınacaktı. Elhasıl bu ağaların arzûsunca kadınların sokağa çıkması yasaktı! Bu yasaktan haberleri olmıyan bir kaç kadın nasılsa bunların eline geçerek epeyce gürültü koptu, çarşaflar parçalandı, bunun üzerine hükümetin nasılsa faaliyeti galeyana gelerek bu işe cesaret edenlerin elebaşıları tutuldu. Ağır cezalarla mahkûm oldular, bu sayede bu vahşet de kapandı.......”
Yazarımız, Genç Kız Kalbi’nde, kahramanı Pervîn’e, ilginç bir ayrıntıyla, “....hürriyet ilanında…Vatan oyununu İzmir’e gelen bir kumpanya, Kordon’da Sporting Klüp tiyatrosunda, kadınlar için oynayacaktı” diyerek baskını anlattırmaya başlıyor. Tiyatro dünyasını yakından tanıyan yazarımız, bu tümcesiyle, 2 Şubat - 21 Şubat 1909 günleri arasında, Reşat Rıdvan Bey’in yönetimindeki Heveskâran Kumpanyası’nın İzmir’de, turnede olduğunu bildiğini gösteriyor. Yazılanların, kumpanya ayrıntısı dışında, Le Temps’deki haberin içeriğiyle ve Sami Gündür’ün yıllar sonra verdiği bilgilerle uyuştuğunu görüyoruz.
Yazarımızın anlatımına göre, engellemenin, Şubat 1909 ayında, İzmir’deki tiyatro etkinlik-lerini anlatırken de vurguladığımız gibi, Millî Osmanlı Heveskâran Kumpanyası’nca, 18 Şubat 1909, Perşembe gecesi, Sporting Klüb Tiyatrosu’nda sahnelenen Vatan’ın gösterimi öncesinde olması, oyunun oynanmaması gerekiyor!... Ancak Vatan piyesinin hiçbir engellemeyle karşılaşmadan oynandığını, gazetelerde de bir baskın/engelleme haberinin çıkmadığını, ertesi gece de Foça’daki deprem “afet-zede-gânı” için adı belirtilmese de oyun oynadıklarını biliyoruz.
Mehmet Rauf’un birebir yaşamadığı, ancak eşi Besime Hanım’ın tanıklığından dinleye-bileceği, kendi hayalinde yaratmadığı bu anlatı, bizi, bilgi kaynakları açısından, eşiyle birlikte Le Temps’de çıkan haberi okumuş oldukları gerçeğine götürüyor. İlk kez “beş altı bin kişinin toplandığı”(?) bilgisini okurken kadınların “Frenk mahallesine [çarşısına] gitmelerinin engellenmesi, alınacak şeylerin erkekler tarafından alınması” kararı da Le Temps’daki haber ile birebir uyuşuyor. Bütün bu bulgulara, saptamalar yanında, sözü edilen eylemi anımsamada Mehmet Rauf’un yanılma payını da göz önüne getirirken sonuçta eylemin gerçekliğini, tarihsel anlamda kanıtlamada hâlâ yetersiz kaldığımızı, Vatan oyununu engelleme eyleminin 10 Eylül 1908’den sonra yapıldığını düşünüyorum!...
Osmanlı Arşivinden Faytoncu Mehmet Ali’nin dilekçesi
Sporting Klüb’de, kadınlar için düzenlenen Vatan yahut Silistre oyununu engelleyen “kahramanları” anımsıyor muyuz? Sami Gündür, bu “kahramanları” bize şöyle tanıtıyordu:
“Hanımlar temsil gününüsabırsızlıkla bekliyorlardı. Nihayet beklenen gün geldi. Hanımlar birer ikişer tiyatroya akın etmeye başladılar. Tam Kordon’a çıktıkları zaman karşılarına eli sopalı birtakım yobazlar çıktı. Bunlar Tulumbacı Ali, Oduncu Ahmet, Kömürcü Mehmet gibi birtakım cahil ve mutaassıp kimselerdi. Bu herifler, hanımlara küfretmeye, hakaret etmeğe başladı. Polis müdahale etmeye korktu. Hanımlar geri dönmeye mecbur oldular. Bittabi müsamere verilmedi, verilemedi…”
Le Temps Gazetesi'nde ise, “…çok sayıda müslüman, ellerinde bıçak, 'gâvur' mahallesinde bulunan bir 'gâvur' tiyatrosuna gelip içeri girmek isteyen her kadını ölümle tehdit ederek, tiyatronun çevresinde yer almışlardı….. bu olayın sorumluluğunu……aşağı tabaka Türk insanlarının üzerine atmaya çalışmışlardır.” açıklaması var… Mehmet Rauf da “kömürcü, deveci, hamal gibi ayak takımı” diyerek saldırganları tanımlıyor.
Şimdi okuduklarımızı unutalım (!) ve “Bir tiyatro maddesinden dolayı”, İstanbul’da, Birinci Divân-ı Harb-i Örfî Mahkemesi’nde yargılanan, Faytoncu Mehmet Ali’nin dilekçesini okuyalım:
“Birinci Divân-ı Harb-i Örfî Riyâset-i Âliyyesine
Ma’rûz-ı çâkerleridir
Bir tiyatro maddesinden dolayı İzmirli kömürcü Ahmed ve daha iki nefer refîkile âcizleri üç mâh mukaddem buraya gönderilmiş / ve tarihinden yirmi gün mukaddem Divân-ı Âlîlerine celb ve muhakememiz ba‘de-l-icrâ birkaç gün sonra kömürcü Ahmed ve iki nefer refîki / İzmir’e iâde olunarak oraca tahliyeleri icrâ kılındığı mesmû’-i kem-ter-ânem olmuş ise de âcizleri her nasılsa burada alıkonulduğumdan / ve esâsen fakir olmak hasebile idâremi tedârik edebileceğim mevsim-i sayfın mürûr eylemesinden nâşî âilemin bir senelik esbâb-ı ta’ayyüşünü / te’mîn eylemek emr-i asîr hükmünü aldıkdan daha ziyâde perîşânniyyetime ise hey’et-i âdil-ânelerinin vicdân-ı âlî-yi merhamet-mu’tâdîleri râzî olamayacağından / refîklerim misüllü bilmek ihlâsiyle mazhar-ı ma’delet buyurulmaklığımı adâlet nâmına arz ü istirhâm eylerim ol bâbda emr ü fermân hazret-i men lehü’l-emrindir.
Fî 12 Temmuz 325 [1325] [25 Temmuz 1909, Pazar]
Pul / [Üzerindeki yazı] Harbiye Nezâretinde mevkûf
İzmir ahâlisinden Damlacık Mahallesinden Faytoncu Mehmed Ali bin Hacı Ahmed bende Nusret //
1675 / 18 Temmuz 325 [31 Temmuz 1909, Cumartesi] Tahrîrât”
Eylemcilerden Damlacıklı Faytoncu Mehmet Ali’nin, Birinci Divân-ı Örfî Başkanlığı’na sunduğu dilekçesinde, “Kömürcü Ahmed ve iki arkadaşıyla birlikte, üç ay önce İstanbul’a gönderilen, yirmi gün önce de mahkememiz sonrasında Kömürcü Ahmed ve iki arkadaşının İzmir’e iade edildiklerini ve orada tahliye olduklarını duyduğunu, her nasılsa / yanlışlıkla İstanbul’da alıkonulduğunu, ailesinin bir yıllık geçimini sağlayacağı yaz mevsiminin de geçmekte olduğunu, yargıçların daha fazla perişanlık yaşamasına izin vermeyeceklerine inanarakarkadaşları gibi bir an önce adaletin yerini bulması isteği” aktarılıyor.
Osmanlı Arşivi’nden Damlacıklı Faytoncu Mehmet Ali’nin dilekçesini bulduğumda, "Tamam, İzmir’deki tiyatro baskını efsanesini çözdük" dedim. Ancak şimdi, dilekçesi ile Faytoncu’nun durumunu Divan-ı Harbe aktaran bilgi yazısından sonra, doğrusu karşılaştığım durumu açıklamakta zorlanıyorum. Karşımızda 25 Temmuz 1909 tarihli, Osmanlı devletinin bir belgesi, hâlâ hapiste olan Damlacıklı Faytoncu Mehmet Ali’nin dilekçesi var. “Üç ay önce, Nisan 1909 ortalarında, dönemin Sıkı Yönetim Mahkemesi’nde yargılanmak üzere İstanbul’a gönderilen, “tiyatro maddesinden” suçlu dört kişi var. Eylül 1908’de Temmuz 1909’a, bu eylemde adları geçenlerin mahkeme süreçlerine ilişkin gazetelerde hiçbir bilgi yok.
Sonuçta, ister Eylül 1908’de isterse Şubat 1909’da olsun, Vatan oyununu “sırf hanımlara mahsus olmak üzere” oynayacağı gazetelerde duyurulurken gösterinin engellenmesinin bir haber olarak, gazetelerin kimi sayıları eksik de olsa, İzmir basınında olmayışını, yansımasının bile bulunmayışını anlayamıyorum, dahası böyle bir seçeneği kabullenemiyorum!
Milli Kütüphanemizde /Apikam’da, İzmir gazetelerinin tam koleksiyonları olmasa da örneğin Ahenk ve İttihâd gazetelerinin hemen eksiksiz olarak Şubat-Mart 1909 sayıları elimizde… Yanlış ya da doğru, baskın haberine ilişkin bir açıklama, düzeltme bile bulamamak insanı şaşırtıyor. Hadi “istibdâd” yıllarında baskı var, yasaklama var... Özgürlüğün en yoğun yaşandığı günlerde, İzmir basını, birçok Avrupa ülkesi gazetesi gibi Le Temps Gazetesi'ni de düzenli izliyor, alıntılar yapıyor. Ancak “Türk Kadını ve Yeni Çağ” yazısı kimsenin dikkatini çekmiyor… İzmir’e, kadınların özgürlüğüne ilişkin, hıristiyan esnafın boykot korkusunu aktaran bir haberi hiçbir gazeteci de mi görmüyor?
1909 yılının kozmopolit İzmir’i, basını, Meşrutiyet’in coşkusu yanında çok yoğun tartışmaları, kavgaları da yaşıyor. Bu etkinlikler, gazete sayfalarında sert tartışmalarla paylaşılıyor. Tiyatro etkinlikleri açısından baktığımızda, daha bağımsız görünen Ahenk’te, Hizmet’te, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin / Fırkası’nın İzmir’deki yayın organı İttihâd’da, oyunlar için eleştiriler yazılıyor. Tiyatro sanatını, modernleşmenin önemli bir aracı olarak gören İttihâd, İzmirlilerden, Millî Osmanlı Tiyatrosu Heveskârân Kumpanyası’nı seyirci olarak desteklemelerini beklerken, örneğin Şubat 1909’da, Sporting Klüb’deki bir gösteriyi engellemeye kalkışacak grubun eylemini mi haber yapmaktan çekiniyor, korkuyor?
Mehmet Rauf’un, verdiği sayıyı kuşkuyla karşılasam da, “beş altı bin kişi”(?) dediği grubun eyleminin bu denli sessiz geçmediğine inanarak Osmanlı Arşivi’nden biraz da rastlantıyla bulduğum bu belgeyi bütünleyecek parçaların da bir gün ortaya çıkacağını umuyorum…!...
Bu çalışmamın önemli bir eksiği var, biliyorum…Eylül 1908’den Mart 1909’a kadar İzmir’de yayımlanan, koleksiyonları çok eksik de olsa, Fransızca, Rumca, Ermenice, Ladino dillerinde çıkan gazeteler taranmadı, taranamadı…
Peki, okur olarak sizler ne düşünüyorsunuz?