Çeşmelerin Değeri Bilinmeyen İzmir'de Suyu En Değerli Çeşme 2020-08-17 11:00:18
Yazar: Yaşar Ürük - Notlar
İzmir'de kayıp heykel ve büstler konusunu paylaştıktan sonra arayan dostlardan bir tanesi "Hocam, Bayramyeri'nde Halitbey İlkokulu duvarındaki Cumhuriyet dönemine ait o güzelim çeşme de harap bir halde duruyor. Konuyu Konak Belediye başkanımıza ilettik. Sağ olsun ilgilendi ve onarılacağını söyledi. Bu konuyu da gündeme alsanız ya" diye düşüncesini iletti.
Haklıydı. İzmir ata yadigarı, şehre yıllarca hayat vermiş çeşmelerin de değerini ve önemini bilmeyen bir şehir. Çünkü şehirdeki irade sahipleri bu değerin farkında olmamış ve önemi kavrayamamış. Kim mi bu irade sahipleri? Son yıllarda hızlanan bu "yıpranma" ve "yok oluş"un süre geldiği yaklaşık yüz yıldan fazla zamandır bu şehri yöneten ve yönetirken bu gerçeği de fark edemeyip, göremeyen herkes.
Çeşmeler, yakın dönemlere kadar hayatın vazgeçilmez yapı taşlarından biri olan suyun, şehir ve şehirliyle buluştuğu ve Antik Dönem'den bu yana İzmir'de varlığını bildiğimiz çok özel mimari elemanlardır. En eski örneğini Bayraklı Tepekule'deki Antik Smyrna'da gördüğümüz çeşmeler takip eden her çağda bir akarsu cenneti olan İzmir'de var olmuşlardır. İzmir'i besleyen tarihi suyollarından taşınan suyun şehirde akıtıldığı son noktalardır çeşmeler. Ancak çok sayıdaki bu çeşmelerin günümüzde -Cumhuriyet döneminde yapılanlar da dahil olmak üzere- son kalıntıları bile neredeyse yok olmuş durumdadır. Üstelik bu çeşmeler zarif yapılarıyla da bulundukları mahallelere güzellikler taşımışlardır.
Ne acıdır ki, doğru dürüst toparlanmış bilgilerle sağlıklı bir kültür envanterine bu güne kadar sahip olamamış olan bu şehirde bu güne kadar (yukarıda sözünü ettiğim istisna hariç) hiç bir yöneticinin bu çeşmeleri (suları akıtılmasa bile) bakıma aldığı, onarttığı görülmemiştir. Vali - Belediye Başkanı işbirliğinin şehrimizde en olumlu ve uyumlu örneğini vermiş olan Kazım Dirik - Behçet Uz ikilisinin ortak çalışmalarıyla o dönemde şehre kazandırdıkları yeni çeşmeler olmuştur. Onların durumu bile günümüzde içler acısıdır, hele Osmanlı döneminden kalma tarihi çeşmelerin çoğu yok olurken, günümüze ulaşan akmayan diğer çeşmelerin hali içler acısıdır.
Bu çeşmelerin sayısı çoktur ve büyük bölümü Damlacık'tan Kapılar'a kadar olan kadim şehir dokusu içinde yer almaktadır. Bunların tümünü bir yazıda anlatmak olanaksızdır. Bu yazıda İzmir için çok özel bir çeşmeden ve suyundan söz etmek istiyorum. Bu çeşme, hem tarih içinden gelen taşıdığı anlam, hem de kaynak suyu olduğu için günümüzde de akar durumda olmasından dolayı (bana göre) şu gün için şehirdeki en değerli çeşmedir.
Bu çeşme İzmir'in tarih içindeki en gizemli ve hala yeterince araştırılmamış semti olan Damlacık'tadır. Damlacık ile ilgili olarak belki de bilinen tek yazıyı da ben yazmıştım. Merak edenler aşağıdaki kaynakçadaki linkten yazıyı okuyabilirler.
Adeta "Sokak çeşmeleri cenneti" olarak da tarif edebileceğimiz Damlacık'taki çeşme biraz toparlanıp, İzmir'in turizm güzergahlarına eklense inanıyorum ki bu şehre çok sayıda turist de getirecektir. Ama sık sık "Turizm destinasyonu" ifadesini dillerinden düşürmeyen bu konudaki önderlerin şehri nasıl da tam olarak bilmediklerinin bir göstergesi de işte bu çeşmedir.
Damlacık semti tarihine baktığımızda bölgede izini sürebileceğimiz en eski yapının Azize Veneranda adına inşa edilmiş bir küçük kilise olduğu görülür. Kilise uzun zaman önce yok olup günümüze ulaşmamış olsa da bölgede bulunan ve Veneranda adını taşıyan su ise günümüzde hala akmaktadır. Bu nedenle öncelikle uzun yıllar bölgenin adı olarak anılmış olan "Veneranda" üzerinde durmak gerekmektedir.
Latince'de "Saygı" ya da "Saygı duyulan" anlamını taşıyan bir sözcük olan Veneranda, Hıristiyan aleminde 26 Temmuz 143 tarihinde hayata veda etmiş bir azizenin adıdır. Bu adın zaman zaman çeşitli kaynaklarda "Veneria" ya da "Venerina" olarak da kullanıldığı görülür. Hakkında çeşitli söylenceler bulunan Galya doğumlu Azize Veneranda, Antoninus Pius'un imparatorluğu döneminde Roma'da öldürülür.
Santa Venera ya da Veneranda kültünün Hıristiyanlık dünyasında 17. Yüzyıl'dan itibaren yayılmaya başladığı görülür. Ancak bu adın Avrupa'dan çok daha erken yıllarda İzmir'deki bir bölgede aynı adlı bir kilise ile birlikte kullanılmış olması ilginç bir durumdur.
Bu konuda düşünülebilecek olasılıklardan biri İzmir şövalyeleridir. Santa Venera bazı şövalyeler tarafından kendi azizeleri olarak kabul edilmiştir. Bunlar arasında, Kanuni döneminde Rodos'tan Malta'ya göç etmek zorunda kalan şövalyeler de vardır. Bununla ilgili bir izi Malta'nın başkenti La Valetta'da, eski kent merkezinin batı yönünde yer alan Santa Venera yerleşim yeri ve aynı adı taşıyan kilisenin varlığında görebiliriz. Santa Venera, yerleşimin şövalyeler döneminde başladığı bölgenin "Koruyucusu" olarak kabul edilmektedir.
Bu yazının söz konusu olan çeşmeden akan ve kısa bir mesafe kat ettikten sonra denize yakın bir noktada Mal Deresi'ne karışan kaynak suyunun üç semavi dine bağlı kişilerce de kutsal varsayılması çok ilginçtir. Hıristiyanlarca "Santa Veneranda Suyu" olarak anılırken, Yahudi cemaati tarafından "Rabbimizin Pınarı" ve Müslümanlarca "Rum Kızı Suyu" adlarıyla anılan bu kutsal su adına bölgede bir de kilise (bazı kaynaklarda manastır) inşa edilmesi, semtin önemini arttırmaktadır.
Kilise oldukça eski dönemlerde inşa edilmiştir. Kesin olmamakla birlikte İzmir'deki benzer yapıların ilklerinden biri olma olasılığı da düşünülebilir. Çünkü 17. Yüzyıl başlarına gelindiğinde gerek gezginlerin anlatımlarından gerekse gravür çizimlerinden kilisenin artık var olmadığı, ancak yıkıntıların görülebildiğini bilmekteyiz. Buna örnek çizimlerden birini de Hollandalı avukat ve besteci Laurens van der Hem'in (1621-1678) koleksiyonunda görürüz. Bu koleksiyondan oluşan kitapta yer alan ve dönemin İzmir'ine ait çizimler arasında yer alan "Manzara. St. Veneranda manastır kalıntıları" gravüründe ve aynı döneme ait benzer gravürlerde de kiliseden ancak kalıntılar kaldığı açıkça görülmektedir.
Gezginlerin yazdıkları eserlerde Veneranda adının kullanımına en erken tarihli eserlerden biri olarak Père Pacifique'in 17. Yüzyıl'ın hemen başlarında yayımladığı kitabını gösterebiliriz. Burada bölgede iki eski kilise yıkıntısından söz edilir. Bunlardan biri kaleye yakın bir bölgede yer alan Sen Polikarp kilisesi, diğeri ise aşağılarda bulunan Santa Veneranda Kilisesi'dir.
Fransız gezgin Jean de Thevenot, henüz yirmi üç yaşında geldiği İzmir ile ilgili anılarında, Pagos Tepesi'ne bu bölgeden çıktığını görürüz. Kaleye çıkmak için Santa Veneranda'dan uzanan bir yolu izleyerek, buradaki Ortodoks kilisesinden sonra, amfitiyatro ve Polikarp'ın mezarından da söz eder.
İngiliz gezgin Sir Paul Rycaut, 1682 yılında basılan "Histoire Des Trois Derniers Empereurs des Turcs" adlı eserinde "Santa Veneranda'daki aynı adlı çeşme"den söz eder. Rycaut, 1626 yılında Agora semtinde doğmuş olan ve "Mesihlik iddiası"nda bulunan Yahudi din adamı, Sabetay Sevi'nin "Bölgenin önemini belirten davranışlarda bulunduğunu ve hemen Veneranda çeşmesinin yakınında bulunan annesinin mezarını ziyaretinde, günahlarından da affedilmesini istediğini" yazar. Kitaptaki metinlerden hem Veneranda suyunun hem de o bölgedeki deniz suyunda yıkanmanın arınma açısından oldukça önemli olduğunu görürüz.
1683 yılında Londra'da basılan "Two Journeys to Jerusalem" adlı gezi anılarında da yine çeşmeden söz edildiğini görürüz. Buradaki anlatımda Yahudi mezarlığından söz edilerek "Mezarlığa yakın olan Santa Veneranda çeşmesi" ifadesi kullanılır. Gezginlerin 1666 yılında yaptıkları gözlemler arasında çeşmenin bulunduğu bölgenin "Arınma duygusu yaratan özel bir alan" olduğu da belirtilmektedir.
1678 ve 1680 yıllarında iki kez İzmir'e gelip, izlenimlerini 1698 yılında "Deelen van Klein Asia" adıyla yayımlayan Hollandalı ressam Cornelis de Bruyn, kısa zaman sonra "Voyage au Levant" adıyla Fransızca'ya da çevrilecek olan bu eserinde bölgeden şöyle söz eder:
"Aziz Veneranda, aynı adı taşıyan tepenin eteğinde bir bölgedir ve aşağılarda, Rum ve Ermeni mezarlıklarının bulunduğu çukurlara kadar uzanır. İngilizler'in, Fransızlar'ın ve Hollandalılar'ın da aşağı yukarı aynı yerde mezarlıkları vardır ve bu azınlık mezarlıkları alçak duvarlarla çevrilidir. Yahudi Mezarlığı ise, daha aşağıda, deniz kıyısındadır."
Gezginler genelde yanlarında ayrıca iyi bir ressam da taşırlar ve bunlar ülkelerine döndükten sonra, daha önceden eskiz olarak çizdikleri kentlerin görüntülerini kitapta yer alacak biçimde şekillendirirler. Bruyn aynı zamanda iyi bir ressam olduğundan kitabına mükemmel bir İzmir çizimi ekleyerek, şehrin görüntüsünü bir anlamda ölümsüzleştirmiştir. İzmir'in en güzel gravürlerinden biri olan bu çizimde, Damlacık'a denk gelen ve henüz yerleşimin görülmediği bölgede Veneranda adını taşıyan kilise yıkıntısı ile aynı adı taşıyan su kaynağı açıkça gösterilmiştir.
1801 yılında basımı yapılan eserinde ise Edward Wells, yukarıda belirttiğimiz Paul Rycault'ya gönderme yaparak çeşmeden ve sudan söz eder. "Bölgenin önemi"nden söz eden gezgin "Güney yönündeki tepelerde bulunan rüzgar değirmenlerinin deprem ile sarsılıp yıkıldığını, aşağıda bulunan bataklıkların ölümcül durum aldığını" anlatarak "Aradan bir kaç yıl geçmiş olmasına karşın bataklıkların artık bahçelere dönüştüğünü, yangınlarla bozulan havanın Levant'ın denizciliği ile önemli şehrinde buradan daha sağlıklı ve değerli bir havanın bulunamayacağını" ekler.
"Bataklıklar"dan kasıt, o dönemde bölge henüz ciddi bir doldurulma yaşamadığı için günümüzde tam varyant çıkışında, SSK İşhanı'nın başladığı bölgede yer aldığını bildiğimiz alüvyonlu bölgedir. Alüvyon doğal olarak "Mal Deresi"nin kıyıda biriktirdiği malzemedir. Kitapta sözü edilen deprem ise 1778 yılı depremi olmalıdır. Çünkü bundan bir önceki yıkıcı deprem, kitabın yazımına uzak bir dönem olan 1739 yılında meydana gelmiştir ve yıkıcılığı 1778 depremi kadar değildir.
Gezginlerin anılarının yanı sıra Santa Veneranda suyu ile ilgili bilgilere başka yayınlarda da rastlanır. Bunlardan birinde İzmirli Yahudi din adamı Sabetay Sevi'nin 1666 yılında, sürgünde tutuklu bulunduğu Abydos Kalesi'nden müritlerine yazdığı mektuptan söz edilir. Mektupta Santa Veneranda suyu çeşmesinden de söz edilmektedir. "1666 yazı kalabalıkların bayram günleri oldu. Sevi de Gelibolu'da depresyonu atlatmış, konuşuyor, coşuyordu. İzmir'e bir mektup göndermiş ve 'Annemin mezarını ziyaretle malum duaları okuyanlar, elbette hacıdırlar' demişti. Mezarın yanında bir de çeşme vardı ve pek çok İzmirli Yahudi, bu tebliğe hemen hücum etti. Çeşmenin adı, Yunan Ortodoks Kilisesi tarafından verilmişti: Santa Veneranda. Hacı Yahudiler ona "Rabbimizin Pınarı" dediler."
Öte yandan Londra'daki Public Record Office'de bulunan ve 1605-1702 yılları arasındaki dönemin belgelerini kapsayan defterde bulunan kırk iki Osmanlı fermanı arasındaki bir belgede resmi yetkililerce de bölgeye Santa Veneranda denildiği görülmektedir. Bu belgedeki ifadeye göre 18. Yüzyıl başlarında İzmir'i dört yıl haraca kesen eşkıya Sarıbeyoğlu'na karşı alınacak önlemler sırasında "Sarıbeyoğlu kervanla İzmir'e on iki saatlik bir mesafede bulunan Bayındır üzerine yürüyünce, İzmir Kadısı ve ayanları bir defa daha alarm durumuna geçmişler ve Frenklerden isyancıların şehre girmelerine engel olabilmek amacı ile biri St. Veneranda'da ve diğeri Dalyan'da mevzilendirecekleri iki gemi istemişlerdir" denilmektedir.
Veneranda adının geçtiği ve konuyla ilgili bilgileri elde edebildiğimiz bir başka önemli kaynak, özellikle gezginlerin yazdıkları kitapları resimlendirmek için çizdikleri ya da çizdirdikleri gravürlerdir.
Örnek olarak inceleyeceğimiz ilk çizim, İngiliz Doktor John Covel'in el yazması gezi notları ekinde bulunan gravürdür. Lejandı da bulunan ve 1675 yılına tarihlenen gravürün incelediğimiz bölgeyi gösteren bölümünde belirtilmiş iskeleden "Santa Veneranda iskelesi ve mezarlıklar" olarak söz edilmektedir. Bu çizimden de anlaşılmaktadır ki Veneranda adı sadece bir kutsal suya ait olmayıp, bölgeye de ad olmuştur.
Gezginlerin anıları yanı sıra harita ve planlarda da bölge ile ilgili ilginç ve sağlıklı verilere rastlanabilmektedir. Luigi Storari tarafından yaratılan 1856 tarihli İzmir planında Mal (Damlacık) Deresi'nin günümüzdeki Beştepeler semtindeki kaynağından doğduktan sonra Kuzey yönüne akışı ve Ulu Mezarlık ortasından geçen, günümüzde Eşrefpaşa Caddesi'ne dönüşecek olan Uluyol'un altından geçtikten sonra (bu geçit günümüzde de vardır ancak ağzı kapatılmış durumdadır) bir bölümü günümüzde de görülebilen 9. Yüzyıl şehir surunun iç kenarını izleyerek bir zamanlar Santa Veneranda çeşmesinin bulunduğu küçük alana varmaktadır. Eski şehir suru boyunca uzanan günümüzdeki 429. Sokak'ın, daha önceki adının "Dere Sokak" olması da derenin yatağını takip etmesinden dolayıdır. Storari çiziminde derenin burada da meydanın altından geçtiği görülmektedir. Bu alttan geçişin izleri bölgede bu gün de seçilebilmektedir. Buradan Kuzey yönüne doğru yönlenen dere yatağı Sarı Kışla'nın talim alanı kenarını izleyerek Körfez kıyısında son bulmaktadır. Derenin denize aktığı noktanın yanında ise yukarıda sözünü ettiğimiz Santa Veneranda İskelesi görülmektedir.
1876 yılına ait Lamec-Saad planında da Damlacık Deresi denize ulaştığı son nokta dışında bütünüyle görülmektedir. Ancak bu planda derenin hapishane yakınlarında zayıfladığı ve Sabunhane Caddesi ağzında da zemine karışmakta olduğu görülmektedir. Belki de bunun nedeni suyun bu bölümlerde "dağıtım"ının yapılmış olmasıdır. Çünkü 18. Yüzyıl başında Damlacık Deresi suyunun "boşa akması" nedeniyle Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1720 yılında harekete geçer ve dönemin padişahı III. Ahmet’ten aldığı izinle suyun adıyla anılan mescit ve sabunhanelere akıtılmasını sağlar. Öte yandan 1856 planında gördüğümüz iskelenin batı tarafının doldurularak buraya "Yahudi Banyosu" adı verildiği görülmektedir.
Semtin içinden doğan Santa Veneranda suyu, aynı adlı çeşmenin bulunduğu küçük alanda Damlacık Deresi'ne karışmaktadır. İlginçtir ki günümüzdeki 930. Sokak çıkmazı üzerinde, günümüzde aynı noktada bir çeşmeye dönmüş kaynaktan doğan bu su iki planda da gösterilmemiştir. Kaynağın bulunduğu sokağın daha önceki adı "Rumkuş Sokağı"dır. Santa Veneranda suyuna geçmiş yüzyıllarda Müslümanlar tarafından "Rumkızı" suyunu dendiğini anımsarsak sokağa verilen adın buradan dönüştüğünü anlaşılmaktadır.
20. Yüzyıl'ın hemen başına tarihleyebildiğimiz ve İngilizler tarafından çizilen İzmir Su Şebekesi Planı'nın bölge ile ilgili bölümünde sözünü ettiğimiz küçük meydandaki çeşmenin varlığını görebiliriz. Küçük meydanın ortasında yer alan kare tabanlı ve dört kenarında da sebili bulunan bu çeşmenin varlığı 1930'ların başlarına kadar birçok plan ve çizimde görülmekteyse de, daha sonraları neden yok olduğu hakkında bilgimiz bulunmamaktadır. Adeta bir çeşmeler cenneti olan Damlacık semtindeki neredeyse tüm çeşmeler kurumuş ya da akmaz hale dönmüşken; Santa Veneranda suyunun hem de oldukça iyi bir debiyle hala akıyor olması da bir başka ilginç noktadır.
Şimdi o çıkmaz sokakta, harap olmuş bir görüntüye sahip çeşmede sessizce akan suyun ve çeşmenin neden bu kadar değerli olduğunu savunmamın nedeni sanırım sizce de kabul edilebilecek bir gerçektir. Bu şehir bu suyu ve tarihsel değerinin korumak zorundadır.
Bu çeşmeyi tarihine yakışır bir şekilde bakıma alıp düzenlemek, turizme ve İzmir'e yeniden kazandırmak gerekmektedir.
Bu, şehrimizin geleceğine borcumuzdur.
Kaynakça: