12 Eylül darbesinin yıldönümlerinde medyada yayınlananlara ve sosyal medyada paylaşılanlara bakıyorum, çoğu kez gülüp geçiyorum. O günleri üniformalı bir görevli ve bizzat yaşamış biri olarak, sevgili halkımızın "desteğini" hiç unutamam. Şimdilerde yazılıp çizilenlere bakınca gülüp geçmekten başka bir şey gelmiyor elimden...
O döneme ilişkin pek çok sıradan anım var; benzerleri çokça yaşanan, bilinen, duyulan ya da anlatılan. Bir anım var ki, o diğerlerinden biraz farklı. Her 12 Eylül'de aklıma düşer. Kahramanı yirmili yaşlarda bir genç kız. Aradan geçen bunca yıla rağmen ismini hatırlayamadığım o kızı unutamam. Özellikle benden sonraki hikâyesini merak eder dururum. Onu bulmak, konuşmak, hikayesini dinlemek isterdim.
12 Eylül darbesi olduğunda, görev yaptığım birliğe adım atalı henüz bir hafta olmuştu. Burası, doğu illerinden birinin oldukça güzel bir ilçesiydi. Burayakurayla gelmiştim ve çevremdekiler, "Şanslısın, orası Doğu Anadolu'nun Paris'i gibidir" demişlerdi. O zaman Paris'i görmemiştim, ama "Paris böyleyse, pek kaybım yok sayılırdı" diye düşünmüştüm.
Darbeyle başlayan süreç, gerçekten hem sivil halk, hem bizler için bir kâbus gibiydi. Çünkü biz de ne yapacağımızı bilmiyorduk. Sivil yaşantının zorlu hizmetlerinden bihaberdik. Evlerde sorunlar, dertler, hastalar vardı. Ekmek dahil, ana gıda maddeleri akışı durmuştu. İlaç ihtiyacı olanlar vardı, ama sokağa çıkmak yasaktı. Telsizler kötüydü, telefon hizmeti yaygın değildi. Sokaktaki askerle diğer sivil görevliler arasında irtibat yoktu. Bir yandan da sürekli evlere operasyonlar düzenleniyor, yüzlerce insan tutuklanıyordu. Asılsız veya husumet yüzünden ihbarlar yaygındı ve operasyonlar şehirden köylere ve mezralara doğru genişliyordu.
Bu şiddet ve sıkıntı bir süre devam ettikten sonra, biz de vatandaş da birbirimize alışmaya başlamıştık. Hayat o şartlara göre normalleşiyordu. Kendi mantığı içinde bir sistem kurulmuştu. Şehirlerin bütün girişlerinde 24 saat esasına göre arama noktaları vardı. Kritik kavşaklarda nöbet noktaları kurulmuştu. Askeri araçlar tüm gece şehirde devriye geziyordu. Bunun haricinde, insanlar işlerine gitmeye başlamıştı ve okullar açılmıştı. Bazı evlere düşen ateş sadece o evleri yakıyordu, ama etrafın pek de umurunda değildi. Vatandaşın çoğu askerden memnundu ve sevgisini her türlü gösteriyordu.
İşte böyle sıradan bir akşamda sıra dışı bir olay yaşadım. İlçede sıkıyönetim nöbetçi subayıydım. Sabaha kadar görev başındaydım, ilçenin her yerinde oluşturulan güvenlik hizmetlerini yönetecektim. Gecenin ilerleyen saatlerinde, yol araması esnasında bir otobüste, aranan bir şahsın yakalandığını anons etmişlerdi. Bu, o günler için sıradan bir olaydı, tüm arama noktalarına ülkenin her yerinden aranan şahısların çarşaf gibi listeleri veriliyordu. Bu isimler yakalanırsa, ilgili güvenlik birimlerine teslim edilir ve oradan da savcılığa sevk edilirdi.
İşimin hafiflediği saatlerde, yakalanan şahıs hakkında bilgi almak için ilgili birime uğradım ve görevli memurdan evraklarını istedim. Yakalanan kişinin bir genç kız olduğunu öğrendim. Samsun Sıkıyönetim Komutanlığı'nca aranıyordu ve yanlış hatırlamıyorsam bir üniversite öğrencisiydi. Genç kız olduğunu öğrenince, "Kadınlar için ayrı bir bölüm var mı?" diye sordum. Nezarethaneler doluymuş, "Sorgusu bitince, ayrı bir yere alırız" dedi görevli. "Anlamadım, ne sorgusu?" diye tepki vererek sordum. Çünkü bizim bölgemizle ilgili bir olay değildi ve böyle bir görevimiz veya yetkimiz de yoktu. Ama görevlinin yanıtı tam akıllara zarardı. "Boş ver komutan, anarşistin teki zaten. Biraz ıslatırız, böyle güzeli her zaman düşmüyor, biraz da neşemizi buluruz" gibi bir şeyler söylemişti. Nasıl yerimden fırladım bilemedim. Hiddetle, "Nerede nezarethane?" diye bağırarak koridora doğru yürüdüm. Görevli koşarak önüme geçti ve bodrum katına inen bir merdivene yöneldik.
Alt katta, tavana kadar demir kapıyla kapalı bir bölme vardı. İçeriden açtılar, girdik. Orada gördüğüm şeyler iğrençti. Ağır ve pis kokusunu hiç unutamadım. Buradaki çağ dışı görüntüleri yazmayacağım. Kötü ötesi bir yerdi işte. Genç kız, kenarda bir masanın yanında, kolları arkadan bağlı, dizlerinin üzerine kıvrılmış vaziyette, yerde oturuyordu. Gözleri bir bantla bağlıydı. "Bu mu?" diye sordum, görevli başıyla onayladı. Kızı derhal yukarıdaki odaya götürmelerini söyledim ve daha fazla dayanamayarak üst kata çıktım. Kendimi bahçeye attım, arkaya doğru ilerledim ve ıssız bir noktada defalarca kustum.
Beynim isyan halindeydi, ne yapmam gerektiğini bulmaya çalışıyordum. Sabah bunları tabii ki rapor edecektim, ancak kızı bunların elinde bırakamazdım. Aklıma ilk gelen yer askeri hastane olmuştu. Orada çok yakın hemşire ve doktor arkadaşlarım vardı.
Kız yukarıdaki odaya gelmiş ve gözlerindeki bant açılmıştı. Korkuyordu, ama onu aşağıdan kurtardığım için minnetle bakıyordu. Kısaca neden arandığına benzer sorular sormaya başladım. Rastgele sorular sorarak zaman kazanıyordum. Bir ara görevliden, dışarıdaki askeri çağırmasını istedim ve dışarı çıkar çıkmaz da mırıldanarak, "Seni geçici olarak bir yerde korumaya alacağım. Ben ayrıldıktan sonra, çok şiddetli karın ve kasık ağrın olduğunu söyle ve ağlayarak kendini yerden yere at" dedim. Gözleriyle onayladığını işaret etti ve kısa süre sonra karakoldan çıktım.
Hemen çok yakın mesafede olan askeri hastaneye gittim. Sıkıyönetim süresince, birçok yaralanma vakası nedeniyle zaten çok sık uğradığım bir yerdi. Nöbetçi askeri hemşire, subay bir arkadaşımın eşiydi. Ona durumu anlattım ve kızı buraya sevk edeceğimi, ilgilenmesini rica ettim.
Plan tutmuştu, yaklaşık bir saat içerisinde kız başarıyla hastalanma numarasını yapmıştı. Durum telsizle bana iletilmişti. En yakın sağlık yeri olan askeri hastaneye sevk edilmesi talimatını vermiştim. Bugün hala sevgiyle yâd ettiğim, bu görevde işbirliği yaptığım hemşire arkadaşım, genç kızla yakından ilgilenmişti. Samsun'dan gelen görevlilere teslim edilinceye kadar, yani birkaç gün daha askeri hastanede kalmasını sağlamıştı.
Acaba Samsun'da neler oldu? Nasıl insanların eline düştü, başına neler geldi? Uzun bir müddet hep merak ettim. Sonra zamanın o her şeye alışılma sürecinde, sadece 12 Eylül'lerde anımsanan bir anıya dönüştü. Eğer yaşıyorsa, o veya anlattığı birileri, bu anımı okuyabilir ve sonrasında öykünün devamını öğrenebilirim diye umut ediyorum...
O iğrenç "nezarethane" ne mi oldu?
O gecenin sabahında, her zaman olduğu gibi, karargâha gittim ve sıkıyönetim komutanına nöbetçi subay olarak, gecenin raporunu verdim. Teşekkür etti. "Komutanım, ayrıca şahit olduğum kötü bir gözlemim var" deyince, devam etmemi istedi. Gördüklerimi, yaptıklarımı tüm ayrıntılarıyla anlattım. Anlatırken nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Ama komutan sağ duyulu yaklaşmış, olumlu tepki göstermişti. Hatta bu hassasiyetim için takdirlerini de dile getirmişti.
Sonuçta bu olayın yaşandığı karakol için soruşturma açıldı, bir heyet görevlendirerek inceleme yaptırıldı. Özel kurs görmemiş personelin sorgulama yapması yasaklandı ve oradaki görevliler hakkında yasal işlem yapıldı.
Bildiğiniz 12 Eylül süreci işte. Bir kaç münferit iyi olay, gerçekleri değiştirir mi?