KomÅŸu, komÅŸu...
Yazar: Serdar Çelenk
Bir yandan rehberlik, bir yandan radyo, köşe yazıları, toplantılar. Bir hafta çabuk geçiyor. Her hafta gazete için bir konu, bir de köşe yazısı yazmak gerekiyor. Tüm sayfa, az buz değil...
Bu hafta ne yazayım derken, aklıma her hafta gittiğim Samos Adası geldi. Osmanlı Dönemi'nde Susam veya Sisam Adası... İnsan ister istemez onların yaptığı turizmle bizim yaptığımız turizmi karşılaştırıyor. Bir de hayata bakışlarını...
Ada halkı genellikle mübadele sırasında Anadolu'dan, özellikle Batı Anadolu'dan göçenlerden oluşuyor. Mesela Samos halkının üçte ikisi bizim diyarlardan. Kayseri'den başlayın, Çeşme'ye kadar. Peki diğerleri? Diğerleri de Kanuni zamanında Kılıç Ali Paşa tarafından Urla'dan, Midilli'den ve diğer adaların Rum halklarının göçünden oluşuyor.
Hal böyle olunca, Anadolu'nun 12 bin 500 yıllık kültürünü taşımışlar adalara. Yeme içme kültürü mü dersiniz, Kasabiko, Zeybekiko, Aptaliko gibi halk oyunları mı dersiniz, yoksa Rembetiko mu dersiniz? Ne derseniz deyin, bu kültür bizim kültürümüze yakın.
Dil dahil, pek çok şeyleri bize çok benziyor. Ancak benzemeyen tarafları da çok. Hayata bakışları mesela. Gözlemlediğim, ada halkı çalışmak için yaşamıyor, yaşamak için çalışıyor. Bize biraz ters! Bizde çalışmak, daha kısa zamanda, daha çok para kazanmak esas. Temel prensip kaliteli yaşam sürdürmek değil. Tabii istisnaları ayrı koyuyoruz...
Öğleden sonra siesta yapıyorlar mesela. Tam dükkanını kapatırken, gelen müşteri için dükkanını açmaz. Bizim insanımız da bunu anlayamıyor. Ancak diğer taraftan Yunanlı arkadaşımız kazanacağı 3-5 Euro için, ailesi ile plajda geçireceği zamandan taviz vermek istemiyor. Mantık bizden farklı çalışıyor yani...
Samos Adası gerçekten bir huzur adası. Ne sokakta stres yaşıyorsunuz, ne de restoranda. Büyük şehir hayatından strese alışkın halkım, aynı tempoyu burada yaşamaya çalışınca, o zaman biz rehberler de strese giriyoruz:
"Rehber bey, benim yemeğim hala gelmedi. Yan masa bizden sonra geldi, onlar yemeğe başladı, biz hala bekliyoruz."
Çünkü onlar farklı bir şey sipariş verdi, çabuk hazırlandı da ondan...
Adam tatile çıkmış, huzur içinde dinlenmeye çalışacağına, kavga etmek için kendini zorluyor adeta. "Bir restoranda nasıl çay olmaz" deyip başlıyor saydırmaya. Onun için ilk yaptığım şey, her ne kadar Türkiye'ye 1400 metre uzaklıkta da olsak, konukları farklı bir ülkede oldukları konusunda uyarmak. İki üç gün sonra duruma alışıp, burada yaşamak için ne yapmak gerektiğini sormaya başlıyorlar.
Bence komşudan öğreneceğimiz çok şey var. Hala bizim 40 yıl öncemizin güzelliklerini yaşıyorlar. Huzurlu, stressiz, yaşamın keyfini çıkartarak yaşamanın rahatlığı var üstlerinde. Otomobillerin anahtarları üzerinde, evlerinin kapısı kitlenmiyor. Adada bir hapishane bile yok, düşünsenize. Gerek duymamışlar çünkü...
Bence olanağı olan herkesin birkaç günlüğüne bir komşu ziyaretine gitmeli. Stresi evde bırakarak...